Lucy ilk anda kendini çok kötü yerleştirilmiş bir müzede hissetti. İki Roma imparatorunun mermer büstleri patlak gözleriyle ona bakıyor, grekoromen döneminden kalma eski bir mermer lahit hemen dikkat çekiyor, sinsi gülüşlü bir Venüs heykeli kaidesinin üstünde durmuş, adeta drapeli giysilerini çekiştiriyordu. Bu sanat eserlerinin yanında birkaç zigon sehpa, üst üste kapatılmış sandalyeler ve paslı bir testere, iki kova, farelerin yemiş olduğu araba koltukları ve bir ayağı eksik yeşil bir demir bahçe sandalyesi gibi daha bir sürü kırıntı döküntü de oraya atılmıştı.
“Sanırım boya kutularını burada bir yerde görmüştüm” diyen Alexander köşeye doğru giderek, yıpranmaktan paçavra haline gelmiş bir perdeyi yana çekti.
Birkaç kutu boya ve kuruyup sertleşmiş fırçalar buldular.
“Bu durumda terebentine de gerek olacak” diye açıkladı Lucy.
Ancak terebentin bulamadılar. Çocuklar hemen bisikletlerine atlayıp, satın almaya gidebileceklerini belirtince Lucy de onları bu konuda cesaretlendirdi. Golf rakamlarını boyamanın onları bir süre için oyalayıp eğlendireceğini düşünüyordu.
Delikanlılar onu ambarda yalnız bırakarak uzaklaştılar.
“Buranın gerçekten düzenlenmesi gerekiyor” diye mırıldandı Lucy arkalarından.
“Benim için hava hoş” diye Alexander fikrini açıkladı. “Her etkinlikten önce temizlenip düzenleniyor ama yılın bu mevsiminde kullanılmadığı için buna gerek duyulmuyor.”
“Anahtarı tekrar kapının dışına mı asayım? Yeri orası mı?”
“Evet. Gördüğünüz gibi burada çalınmaya değecek bir şey yok. Kimse bu iğrenç mermer heykelleri istemiyor, ayrıca da birkaç ton ağırlığındalar.”
Lucy, ona hak verdi. Yaşlı Bay Crackenthorpe’un sanat zevkini o da anlayamıyordu. Her devrin en çirkin örneğini seçmek için özel bir yeteneği olsa gerekti.
Delikanlılar gittikten sonra bir süre ambarın ortasında durarak etrafına bakındı. Birden gözleri lahide takılıp kaldı.
Bu lahit…
Ambarın havası uzunca bir süredir havalandırılmamış olmanın etkisiyle küf kokuyordu. Lucy lahidin yanına gitti. Ağır, taş bir kapakla sıkı sıkıya kapalıydı. Lucy kapağa kuşkuyla baktı.
Ambardan çıkıp mutfağa gitti ve ağır bir demir manivela kolu bularak geri döndü.
Bu güç isteyen bir işti ama Lucy vazgeçmedi.
Manivela kolunun hareketlendirdiği kapak yavaşça yana kaydı.
Tam açılmamıştı ama bu açıklık Lucy’nin içeride olanı görmesi için yeterliydi…
Bölüm 6
Birkaç dakika sonra Lucy sapsarı bir yüzle ambarı terk ederek, kapıyı kilitledi ve anahtarı yeniden dışarıdaki çiviye astı.
Doğruca ahırlara gitti, arabasını çıkarıp arka kapıdan çıktı. Postanenin önüne park etti. Telefon kulübesine girerek parayı attı ve numarayı çevirdi.
“Miss Marple ile görüşmek istiyorum.”
“Şu anda dinleniyor, efendim! Bayan Eyelesbarrow değil mi?”
“Evet.”
“Onu rahatsız etmeyeceğim, bu kesin, hanımefendi! Yaşlı bir kadın ve dinlenmeye gereksinimi var.”
“Onu kaldırmalısınız. Bu çok önemli.”
“Yapmayacağımı…”
“Lütfen bir an önce söylediğimi yapar mısınız?”
Gereğinde Lucy’nin sesi demir kadar sert çıkabiliyordu. Florence otoriteyi hemen tanıyan ve ne derece ileri gidebileceğini çok iyi bilen bir kadındı.
Kısa bir süre sonra ahizede Miss Marple’ın sesi duyuldu. “Efendim, Lucy?” Lucy derin bir nefes aldı. “Haklısınız” dedi. “Buldum onu.”
“Bir kadın cesedi mi?”
“Evet. Kürklü bir kadın cesedi. Evin yakınında müze-depo gibi kullanılan ambardaki bir lahidin içinde. Bu durumda ne yapmamı istiyorsunuz? Polise haber vermem gerektiğini düşünüyorum, ne dersiniz?”
“Evet. Polise haber verin. Hem de hemen.”
“Peki ama ya diğer konular? Sizle ilgili ne anlatacağım? İlk bilmek isteyecekleri hiç kuşkusuz hiçbir neden yokken lahidin tonlarca ağırlıktaki kapağını niçin aralama gereği duyduğum olacak. Bir neden uydurmamı mı tercih ederdiniz? Sanırım bulabilirim de.”
Miss Marple yavaş, sakin ancak kararlı bir tonda yanıtladı. “Hayır. Sanırım artık gerçeği anlatmanın zamanı geldiğini siz de biliyorsunuz.”
“Sizinle ilgili olarak da mı?”
“Her konuda.”
Lucy’nin solgun yüzü ani bir gülümsemeyle aydınlandı.
“Bu benim için çok kolay olacak” dedi. “Ama inanmakta oldukça zorlanacaklarını sanıyorum.”
Telefonu kapadıktan sonra bir dakika kadar bekledi ve polis merkezinin numarasını çevirdi.
“Biraz önce Rutherford Hall’daki Uzun Ambar’da bir lahidin içinde bir kadın cesedi buldum.”
“Ne dediniz?”
Lucy cümlesini tekrarladı ve bir sonraki soruyu beklemeden adını verdi.
Daha sonra eve geri dönerek, arabasını kapının önüne park edip eve girdi. Antrede bir an durup düşündü.
Daha sonra başını sallayarak düşüncelerini onayladı ve doğruca Miss Crackenthorpe’un babasına The Times’ın bulmacasını çözmekte yardımcı olduğu kütüphaneye yürüdü.
“Sizinle bir dakika konuşabilir miyim, Miss Crackenthorpe?”
Emma başını kaldırdı; yüzünden bir endişe dalgası geçti. Lucy bu endişenin evle ilgili bir duygu olduğunu düşündü. Evde çalışanlar genellikle bu tür sözlerin ardından istifalarını bildirirlerdi.
“Haydi kızım, söyle ne söyleyeceksen!” diye yaşlı Bay Crackenthorpe öfkeyle söylendi.
Lucy, Emma’ya dönerek yineledi.
“Sizinle yalnız konuşmak istiyorum, lütfen!”
“Saçmalık bu!” diye bağırdı Bay Crackenthorpe öfkeyle. “Söyleyeceğinizi burada söyleyin.”
“Bir dakika baba!” diyen Emma ayağa kalkarak, kapıya doğru ilerledi.
“Her neyse! Bu bekleyebilirdi” dedi yaşlı adam hoşnutsuzlukla.
“Üzgünüm ama bekleyemez” diye yanıtladı Lucy.
Bay Crackenthorpe öfkeyle bağırdı.
“Bu ne saçmalık! Ne saygısızlık!”
Emma antreye çıktı. Lucy de onu izleyerek kapıyı arkasından kapadı.
“Evet” dedi Emma. “Ne oldu? Eğer çocuklar geldiği için işlerinizin çok ağırlaştığını düşünüyorsanız size yardımcı olabilir…”
“Konu bu değil” dedi Lucy. “Babanızın yaşlı ve hasta olması ayrıca onun şoka girmesinden endişelendiğim için içeride konuşmak istemedim. Bakın işin gerçeği şu, Uzun Ambar’daki lahidin içinde bir kadın cesedi buldum.”
Emma Crackenthorpe şaşkınlıktan donakalmıştı. “Lahitte mi? Bir kadın cesedi mi? Öldürülmüş mü? Ama bu olanaksız!”
“Korkarım bu doğru. Polisi aradım. Her an gelebilirler.”
Emma’nın yanakları kızardı. “Bundan önce beni haberdar etmeliydiniz… yani polisi aramadan önce.”
“Üzgünüm” dedi Lucy.
“Ama sizin telefon ettiğinizi duymadım…” Emma’nın bakışları antredeki sehpanın üzerinde duran telefon ahizesine takılmıştı.
“Yolun aşağısındaki postaneden telefon ettim.”
“Çok tuhaf! Niçin buradan aramadınız?”
Lucy aceleyle düşündü.
“Çocukların yakınlarda olup… duyacaklarından korktum… yani buradan aradığım takdirde.”
“Anlıyorum… evet… anlıyorum. Polislerin gelmekte olduklarını söylediniz, değil mi?”
“Sanırım geldiler bile.”
Aynı anda kapının önünde duran bir arabanın acı fren sesi duyuldu ve hemen ardından kapının zili bütün evde yankıladı.