Her iki tren de duracakmış gibi yavaşladıkları anda bitişikteki trenin kompartımanlarından birinin aniden storu açıldı. Bayan McGillicuddy artık kendinden yalnızca birkaç metre uzaktaki aydınlık birinci sınıf kompartımanın içini net olarak görebiliyordu.
Sonra hayretten nefesi kesildi ve ayağa kalkmak istedi.
Karşı trenin kompartımanında bir adam pencereye arkası dönük olarak ayakta duruyordu. Ellerini karşısında duran bir kadının boynuna dolamış, onu yavaş ve kararlı hareketlerle boğuyordu. Kadının gözleri yerlerinden fırlamış, yüzü acıyla kırışmış ve mosmor kesilmişti. Bayan McGillicuddy olduğu yerde donakalmıştı, bakışlarını karşı trenin kompartımanından ayıramıyordu. Bu arada karşıdaki kadın direnme gücünü kaybederek, adamın parmakları arasından kaydı ve yere yığıldı.
O sırada Bayan McGillicuddy’nin olduğu tren yavaşlarken diğer tren hızlandı. Ve birkaç saniye içinde gözden kayboldu.
Bayan McGillicuddy fark etmeden imdat frenine uzandıysa da birden tereddüt etti. Bu durumda treni durdurmanın ne anlamı olabilirdi ki? İçinde bulunduğu tuhaf durum ve yakın plandan gördüğü dehşet sahnesi karşısında felç olmuş gibiydi. Bir şeyler yapmalıydı. Ama ne?
O sırada kompartımanın kapısı açıldı ve kondüktör, “Biletler, lütfen!” dedi.
Bayan McGillicuddy heyecanla dönerek, konuşmaya girişti.
“Bir kadını boğdular. Biraz önce yanımızdan geçen trende. Gözlerimle gördüm.”
Kondüktör, ona kuşkuyla baktı. “Ne demek istediğinizi tam olarak anlayamadım, madam?”
“Bir adam bir kadını boğdu. Trende! Gözlerimle gördüm. Tam yanımızdan geçti.” Eliyle pencereyi işaret etti.
Kondüktör inanmışa benzemiyordu. “Boğdular mı?” diye sordu alaylı bir tonda.
“Evet, boğarak öldürüldü. Size gözlerimle gördüğümü söylüyorum. Hemen bir şeyler yapmalısınız.”
Kondüktör inanmayarak, özür dilercesine öksürdü.
“Madam, acaba bir an için uykuya dalmış olamaz mısınız, bu arada…” Karşısındakine saygıda kusur etmemiş olmak için, çekinerek konuşmasına ara verdi.
“Gerçekten de biraz kestirdim, ama düş gördüğümü sanıyorsanız, işte bunda yanılıyorsunuz. Size gözlerimle gördüğümü söylüyorum.”
Kondüktörün bakışları koltuğun üzerinde açık duran gazeteye takıldı. Açık sayfada boğulmuş bir genç kızın resmi vardı, aynı resimdeki kapıda ise elinde tabancayla karşısındaki çifti tehdit eden bir adam görünüyordu.
Kondüktör karşısındaki yaşlı kadını sakinleştirmek amacıyla kısık bir sesle açıklamaya çalıştı. “Acaba madam, heyecanlı bir macera okurken uyuyakalmış ve uyanırken de bunun etkisinde kalmış olamaz mı…”
Bayan McGillicuddy adamın sözünü kesti.
“Size kendi gözlerimle gördüğümü söylüyorum” diye bağırdı. “En az sizin kadar ayıktım. Pencereden yanımızdan geçen trenin kompartımanının içine baktım ve orada bir adamın bir kadını boğduğunu gördüm. Artık sizden ne yapmayı düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.”
“Öyleyse… madam…”
“Bir şeyler yapacak mısınız?”
Kondüktör sıkıntıyla içini çekerek, saatine baktı.
“Tam yedi dakika sonra Brackhampton İstasyonu’na ulaşacağız. Verdiğiniz bilgiyi orada yetkililere ileteceğim. Trenin hangi yöne gittiğini söylemiştiniz?”
“Bizimle aynı yöne elbette. Eğer bir başka tren bize göre ters yönde yanımızdan gelip geçseydi, böyle bir sahneyi görmemin mümkün olabileceğini mi sanıyorsunuz?”
Kondüktör Bayan McGillicuddy’i ondan hayal dünyası söz konusu olduğu sürece her şeyi görmesini beklermişçesine bakışlarla süzüyordu. Yine de saygılı davranmayı ihmal etmedi.
“Bana güvenebilirsiniz, madam!” dedi. “İfadenizi yetkililere ileteceğim. Sizden adınızı ve adresinizi rica edebilir miyim… yalnızca tedbir olarak…”
Bayan McGillicuddy hem birkaç gün için bulunacağı adresi, hem de İskoçya’daki ev adresini yazdırdı. Kondüktör her ikisini de not ettikten sonra görevini yapmış ve yolculuğun huzurunu kaçıracak çok önemli sorunu başarıyla ortadan kaldırmış olmanın getirdiği huzurla yaşlı kadının yanından ayrıldı.
Bayan McGillicuddy alnını kırıştırdı; durumdan pek hoşnut değildi. Acaba kondüktör yaptığı açıklamayı gerçekten yetkililere iletecek miydi? Yoksa yalnızca onu atlatmak için mi böyle söylemişti? Yolculuklarda yaşlı kadınların, inanç ve inatla, komünist eylemleri ortaya çıkardıklarını, katiller tarafından tehdit edildiklerini, uçan daireler ve gizemli uzay gemileri gördüklerini ve hiç gerçekleşmemiş cinayetlere tanık olduklarını birçok kez iddia ettiklerini biliyordu. Acaba adam onu da onlardan biri sanmış olabilir miydi?..
Trenin hızı azalmaya başladı, ufak yerleşim alanlarından geçiyorlardı. Sağda ve solda büyük bir şehrin ilk ışıkları görünüyordu.
Bayan McGillicuddy çantasını açarak, farklı bir şey bulamadığı için bir fatura çıkararak, tükenmez kalemle arkasına bir şeyler not etti. Sonra da bu notu çantasında tesadüfen bulduğu bir zarfın içine koyarak üzerine bir adres yazdı.
Tren kalabalık bir istasyonda durdu. Hoparlörlerden her zamanki alışılmış ses duyuldu.
“Saat 17.38’de Milchester, Waverton, Roxeter ve Chadmouth istasyonlarına hareket edecek olan tren 1 no’lu perona girmiş bulunmaktadır. Market Basing’e gidecek olan yolcuların 3 no’lu peronda bekleyen trene geçmeleri gerekmektedir. Carbury banliyösü 1 numaralı yan hatta beklemekte.”
Bayan McGillicuddy ilgi ve merakla perondakileri süzdü. Ne kadar çok yolcu ve ne kadar az hamal vardı. Neyse bir hamal görebilmişti. Otoriter bir tavırla seslendi.
“Bakar mısınız? Lütfen bu mektubu istasyon müdürüne götürür müsünüz?”
Zarfla birlikte bir şilin bahşiş vermeyi de ihmal etmedi.
Daha sonra rahat bir soluk alarak arkasına yaslandı. Elinden geleni yapmış olmanın rahatlığını duyuyordu. Gerçi bir an için verdiği bir şilinden dolayı bir pişmanlık duydu ama… aslında bir altı peni de yeterli olabilirdi…
Birden yeniden gördüğü sahne gözlerinin önünde canlandı. Korkunçtu, gerçekten korkunçtu… aslında sinirleri sağlam, dayanıklı bir kadındı ama yine de dehşetle ürperiyordu. Bu ne tuhaf, ne gizemli bir olaydı, üstelik de bula bula onu, Elspeth McGillicuddy’i bulmuştu. Eğer karşısındaki kompartımanın storu birden açılmasa… Bu da kaderin bir cilvesiydi işte.
Kader, onun Elspeth McGillicuddy’nin bu cinayetin tanığı olmasını istemişti. Sıkıntıyla dudaklarını ısırdı.
Bağırtılar duyuldu, düdükler çaldı, kapılar gürültüyle kapandı. 17.38 treni yavaş bir tempoda Brackhampton İstasyonu’ndan ayrıldı. Bir saat beş dakika sonra ise Milchester’de durdu.
Bayan McGillicuddy valizlerini, paketlerini toparlayarak trenden indi. Peronda hamal bulmak için etrafına bakındı. Daha önceki yargısında haklı olduğunu düşündü: Yeterli hamal yoktu. Görünen hamallar da ya posta çuvallarını taşıyor ya da yük arabalarını sürüyorlardı. Bugünlerde yolcuların kendi eşyalarını kendilerinin taşımaları bekleniyor olmalıydı. Ama Bayan McGillicuddy’nin valizlerini, paketlerini ve şemsiyesini kendisinin taşıması olanaksızdı. Bekleyecekti. Neyse ki sonunda bir hamal bulmayı başardı.