Выбрать главу

“Özür dilerim ama tekrar masadan kalkabilir misiniz? Masayı hazırlayıp kızartmanın sosunu yapmak istiyorum.”

O sırada Alexander ve Stoddart-West kıpkırmızı yüzlerle nefes nefese mutfağa daldılar.

“Merhaba Bryan!” diye seslendi Alexander babasına dönerek samimiyetle. “Demek buradaydın. Bakar mısın, ne nefis bir kızartma! Yorkshire pudingi de var mı?”

“Evet, var.”

“Okulda verilen Yorkshire pudingleri iğrenç yassı ve hamur oluyor.”

“Yolumdan çekilir misiniz?” diye sordu Lucy. “Sos hazırlamak istiyorum.”

“Sosu biraz çok yapar mısın? İki porsiyon alabilir miyim?”

“Evet.”

“Ooo, işte bu hoş!” dedi Stoddart-West üzerine basarak sevinçle.

“Az pişmiş olmasın” diye ekledi Alexander korkarak.

“Olmaz.”

Alexander babasına dönüp, “Mükemmel bir aşçı o!” diye belirtti.

Lucy’ye baba oğul arasında bir rol değişimi varmış gibi geldi. Alexander babasıyla anlayışlı bir babanın oğluyla konuşacağı şekilde konuşuyordu.

O sırada Stoddart-West nezaketle sordu. “Size yardımcı olabilir miyim, Bayan Eyelesbarrow?”

“Evet, yardım edebilirsin. Alexander, haydi git ve zili çal. James, sen de bu tepsiyi yemek odasına götürür müsün? Siz de kızartmayı alın, Bay Eastley! Patatesleri ve Yorkshire pudingini de ben getiririm.”

“İçeride Scotland Yard’dan gelen biri var” diye belirtti Alexander. “Yemeği bizimle mi yiyecekler.”

“Bu teyzenizin vereceği karara bağlı.”

“Bence Emma Teyzem bunda sakınca görmez ama… Aslında o çok misafirperverdir. Harold Amcam ise bundan hoşlanmayacaktır. Bu cinayet meselesine çok bozuluyor.” Alexander elinde tepsi kapıdan çıkarken bilgi vermeyi sürdürüyordu. “Bay Wimborne kütüphanede Scotland Yard’dan gelen adamla konuşuyor. Ama yemeğe kalmayacak. Londra’ya dönmesi gerektiğini söyledi. Haydi gel Stoddart. Oh, şuna bakın, çanı çalmaya gitmiş bile.”

Aynı anda çan sesi duyuldu. Stoddart-West bir sanatçıydı. Çanı öylesine güçlü çalıyordu ki konuşmak olanaksızlaştı.

Bryan eti getirdi. Lucy elindeki sebze tabağıyla onu izliyordu. Daha sonra sosla dolu iki kâseyi almak için yeniden mutfağa döndü.

Emma telaşla merdivenlerden indiğinde Bay Wimborne antrede eldivenlerini giyiyordu.

“Yemeğe kalmak istemediğinizden emin misiniz, Bay Wimborne? Sofra hazır.”

“Kalamam, Londra’da çok önemli bir randevum var. Trende vagon restoranda yerim.”

“Buraya gelmeniz büyük incelik” diye belirtti Emma minnetle.

O sırada iki polis görevlisi kütüphaneden çıktılar.

Bay Wimborne Emma’nın elini avuçlarının arasına aldı.

“Sıkılacak bir şey yok, tatlım! Bu bey cinayeti soruşturmak için New Scotland Yard’dan gelen Dedektif-Müfettiş Craddock. İkiyi çeyrek geçe tekrar gelerek sizlere araştırmasında yardımcı olacak bazı sorular yöneltecek. Ancak dediğim gibi, endişelenecek bir şey yok.” Craddock’a bakarak sordu. “Miss Crackenthorpe’a bana açıkladıklarınızı söyleyebilir miyim?”

“Elbette, bayım.”

“Müfettiş Craddock bana bunun yerel bir cinayet olayı olmadığını açıkladı. Öldürülen bayanın Londra’dan geldiği ve büyük olasılıkla yabancı olduğu düşünülüyor.”

Emma Crackenthorpe heyecanla sordu.

“Yabancı mı? Fransız mı?”

Açıklamalarıyla onu yatıştırmayı ummuş olan Bay Wimborne şaşkınlık içindeydi. Dermot Craddock Emma’yı sorgulayan bakışlarla süzüyordu.

Dedektif kendi kendine Emma’nın niçin öldürülen kadının Fransız olduğunu düşündüğünü ve bu düşünceden niçin huzursuzluk duyduğunu soruyordu?

Bölüm 9

Lucy’nin enfes yemeklerinin tadını çıkaran yalnızca iki delikanlı ve Cedric Crackenthorpe’du. İngiltere’ye dönmesini gerektiren koşullardan pek rahatsız olmamışa benziyordu. Bütün bu olanları karakteri gereği, sonunda ölüm de olsa kötü bir şaka olarak nitelendiriyordu.

Lucy ağabeyi Harold içinse bu durumun kabul edilemeyecek kadar nahoş bir durum olduğunu fark etti. Harold cinayeti Crackenthorpe ailesine karşı yapılmış bir hakaret olarak algılıyordu. Bundan dolayı o kadar öfkeliydi ki yemeğine dokunmadı bile. Endişeli ve üzgün olan Emma da çok az yedi. Alfred’e gelince tamamen düşüncelere boğulmuştu, çok az yediği gibi çok da az konuştu. İnce esmer yüzlü, gözleri birbirine oldukça yakın gerçekten yakışıklı bir erkekti.

Yemekten hemen sonra yeniden gelen polisler, kibarca ilk olarak Bay Cedric Crackenthorpe ile görüşmek istediklerini belirttiler.

Müfettiş Craddock son derece nazik ve samimiydi.

“Lütfen oturun, Bay Crackenthorpe. Duyduğuma göre Balear Adaları’ndan gelmişsiniz. Orada mı yaşıyorsunuz?”

“Son altı yıldır İbiza’da yaşıyorum. Bu rutubetli ve soğuk ülkeden daha çok hoşuma gidiyor.”

“Bizden çok daha fazla güneş görmüş olduğunuz kesin” dedi Craddock genç adama hak vererek. “Ancak öğrendiğime göre çok kısa bir süre önce de buradaymışsınız, kesin söylemek gerekirse Noel zamanı. Eve bu kadar kısa süre sonra yeniden dönmenizi sağlayan ne oldu?”

Cedric sırıttı.

“Kız kardeşim Emma’dan aldığım bir telgraf. Daha önce arazimizde hiç cinayet işlenmedi. Bunu kaçırmak istemedim. Dolayısıyla da geldim.”

“Kriminolojiyle ilgilenir misiniz?”

“Bu çok iddialı bir terim! Yalnızca gizemli cinayet vakalarından, dedektif hikâyelerinden filan hoşlandığımı söyleyebilirim. Aile topraklarında işlenen gizemli bir cinayet ise, yaşamda ancak bir kez karşılaşılır türden bir olay. Bunun dışında zavallı Em’in de yardıma ihtiyacı olabileceğini düşündüm. İhtiyarı, polisi ve geri kalanları idare edebilmek için, anlıyorsunuz değil mi?”

“Anlıyorum. Bu cinayet sportif duygularınızı ve aileye duyduğunuz yakınlığı kamçıladı. Kız kardeşinizin bundan dolayı size minnettar olduğundan eminim. Tabi aslında diğer iki ağabeyiniz de geldiler.”

“Ama ona destek olmak ve moralini düzeltmek için değil” diye Cedric açıkladı. “Harold inanılmayacak kadar öfkeli. Şehrin ileri gelen finans adamlarından biri olarak kuşkulu bir kadının öldürülmüş olmasına adının karışması ona göre bir şey değil.”

Craddock hafifçe kaşlarını havaya kaldırdı.

“Bu… kuşkulu bir kadın mı?”

“Bence evet, ama bu konuda asıl otorite olan sizsiniz. Olaylara bakınca öyle olması gerektiği sonucuna varıyorum.”

“Bana maktulün kim olduğuna ilişkin bir fikir verebileceğinizi sanıyorum, haklı mıyım?”

“Yapmayın, müfettiş arkadaşlarınız onu teşhis edemediğimi söylemediler mi? Benimki yalnızca bir varsayım.”

“Ben de yalnızca bir ‘fikir’ demiştim, Bay Crackenthorpe. Bu kadını daha önce hiç görmemiş olabilirsiniz. Ama onun kim olduğu ya da olabileceğiyle ilgili olarak bir tahminde bulunabilmeniz mümkün, değil mi?”

Cedric başını salladı.

“Yanlış ata oynuyorsunuz, müfettiş. Gerçekten hiçbir fikrim yok. Sanırım onun buraya, Uzun Ambar’a bizlerden biriyle buluşmak için geldiğini düşünüyorsunuz. Ama bizler burada yaşamıyoruz ki. Bu evde kalan yegâne insanlar yaşlı bir adamla bir kadın. Onun ihtiyar, hasta babamla randevusu olduğu için buraya geldiğini de düşünmüyorsunuz herhalde?”

“Bize göre —Müfettiş Bacon da aynı düşüncede— bu kadının bir ara bu evle herhangi bir bağlantısı olmuş olabileceği. Tabi bu yıllarca önce de olabilir. Hafızanızı biraz zorlayın, Bay Crackenthorpe.” Cedric bir iki dakika düşündükten sonra başını salladı. “Zaman zaman yabancı yardımcılarımız oldu, tıpkı bizim durumumuzdaki birçok aile gibi. Ama bu durumda söz konusu olabilecek birini anımsamıyorum. Bence bu soruyu diğerlerine sormalısınız. Onlar benden çok daha iyi anımsayacaklardır.”