O sırada kardeşi Emma’nın mutfak bahçesine açılan kapıdan çıkmasıyla konuşmasına ara verdi.
“Merhaba Em! Ne oldu? Çok kötü görünüyorsun.”
“Öyleyim de! Seninle bir an önce konuşmam gerekiyor, Cedric.”
Lucy hemen saygıyla söze karıştı. “Benim zaten hemen eve dönmem gerekiyor.”
“Bence burada kalmalısınız” dedi Cedric. “Yaşanan olaylar ve bu cinayet sizi de ailenin bir ferdi durumuna getirdi.”
“Ama yapacak çok işim var. Yalnızca biraz maydanoz toplamak için gelmiştim.”
Hızlı adımlarla mutfak bahçesine doğru uzaklaştı. Cedric bakışlarıyla onu izliyordu.
“Çok hoş bir kız!” dedi. “Gerçekte kim olduğunu çok merak ediyorum.”
“Çok iyi tanınan biri o!” diye açıkladı Emma. “Yaptığı işin gerçek anlamda uzmanı. Neyse, Lucy Eyelesbarrow konusunu bir yana bırakalım, Cedric. Gerçekten çok endişeliyim. Polis ölü kadının yabancı, büyük olasılıkla da Fransız olduğunu düşünüyor. Ne dersin Cedric, o… Martine… olabilir mi?”
Cedric bir iki dakika kadar kardeşini anlamsız bakışlarla süzdükten sonra sordu:
“Martine mi? Tanrı aşkına o da kim?… Ah evet sen Martine’i kastediyorsun!”
“Evet. Ne dersin…”
“Peki ama bu kadın niçin Martine olsun ki?”
“Düşünüyorum da ondan gelen telgraf aslında bir hayli tuhaftı. Bu aşağı yukarı aynı zamanlara denk geliyordu… Ne dersin, her şeye rağmen buraya gelmiş olabilir mi…”
“Saçma! Martine niçin buraya gelip üstelik de Uzun Ambar’a gitsin? Neden? Bence bu tamamen olanaksız.”
“Ne dersin bu konudan Müfettiş Bacon’a… ya da diğer adama bahsedeyim mi?”
“Hangi konudan?”
“Şey… Martine’den! Ondan gelen mektuptan!”
“İşleri daha da çıkmaza sokmanın hiçbir yararı yok sevgili Em, konuyla ilgisi olmayan bir sürü saçmalığı ortaya dökmek anlamsız. Aslına bakarsan Martine’den gelen mektup bana başından bu yana kuşkulu görünüyor.”
“Bence öyle değil.”
“Sen daima olmayacak şeylere inanıp onları sorun etmeye bayılırsın zaten sevgili Emma! Sana önerim, sakin ol ve dilini sıkı tut. Değerli cesetlerinin kim olduğunu teşhis etme konusunu da polise bırak. Harold’un da sana aynı öneride bulunacağından eminim.”
“Harold’un da aynı görüşte olacağını biliyorum. Hatta Alfred de! Ama endişeleniyorum Cedric, gerçekten çok endişeleniyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum.”
“Hiçbir şey!” diye yanıtladı Cedric kararlılıkla. “Çeneni tutacaksın, hepsi bu Emma! Sana sorulmadan konuşma; önümüzdeki günlerde bunu hiç aklından çıkarma!”
Emma içini çekti. Eve doğru ilerlerken vicdanının onu rahatsız ettiğini hissediyordu.
Evin girişine ulaştığında gitmek için Küçük Austin arabasının kapısını açmakta olan Dr. Quimper ile karşılaştı. Adam Emma’yı görünce arabasını bırakarak genç kadına doğru yaklaştı.
“Merhaba Emma! Baban çok formda!” dedi. “Cinayet ona yaramış. Yaşama şevki vermiş diyebilirim. Bunu başka bazı hastalarıma da mı önersem acaba?”
Emma istemeden gülümsedi. Dr. Quimper karşısındakinin tepkilerini anlamakta çok ustaydı.
“Bir sorun mu var?” diye sordu.
Emma başını kaldırarak baktı. Doktorun iyi niyetine ve yakınlığına güveniyordu. O bir doktordan çok daha fazlası, güvenilebilecek bir dost olduğunu kanıtlamıştı. Onun dobra tavırlarından hiç rahatsız olmuyordu; bu davranışların gerisindeki yakınlığı çok iyi sezebiliyordu.
“Evet, çok endişeliyim” diye açıkladı. “Bana açıklamak ister misin? Tabi istemiyorsan anlatmayabilirsin.”
“Anlatıp rahatlamak isterim, hem de çok. Ayrıca bildiğiniz bir konu! Sorun benim ne yapmam gerektiğini bilememem.”
“Aslında yargılarında çok isabetli ve kararlı bir insan olduğunu söyleyebilirim. Sorun neydi?”
“Size daha önce ağabeyimden bahsettiğimi anımsıyor musunuz?… Hani savaşta ölenden… tabi bahsetmemiş de olabilirim.”
“Hani şu evlenen… ya da evlenmek isteyenden mi? Hani bir Fransız kızıyla? Öyle bir şeydi, değil mi?”
“Evet, o mektuptan kısa bir süre sonra da onun savaşta öldüğüne dair bir mektup aldım. O zamandan bu yana da o kızdan hiçbir haber almadık. Tek bildiğimiz küçük adı, o kadar! Hep bize mektup yazmasını ya da herhangi bir şekilde bağlantı kurmasını bekledik ama olmadı. Hiçbir zaman hiçbir şey öğrenemedik. Ta ki bir ay öncesine kadar… yani tam Noel’den evvel!”
“Anımsıyorum. Bir mektup almıştınız, değil mi?”
“Evet. İngiltere’de olduğunu ve buraya gelip bizleri görmek istediğini yazıyordu. Her şey ayarlanmıştı ama son anda bir telgraf çekip, hiç beklenmedik çok önemli bir durum nedeniyle Fransa’ya dönmek zorunda kaldığını bildirdi.”
“Peki ama sorun ne?”
“Polis öldürülen kadının… Fransız olduğunu düşünüyor.”
“Sahi mi? Demek öyle? Bana kalırsa tipinden İngiliz olması çok daha olası ama bunu kim kesin olarak bilebilir ki? Peki ama se-i böyle endişelendiren öldürülen bu kadının ağabeyinin kız arkadaşı ya da karısı olabileceği olasılığı mı?”
“Evet.”
“Bence bu pek olası değil” diyen Dr. Quimper sakin bir tonda ekledi. “Yine de ne hissettiğini çok iyi anlıyorum.”
“Polise bundan bahsetmem gerekip gerekmediği konusunda tereddütteyim. Cedric ve diğerleri bunun tamamen gereksiz olduğunu söylüyorlar. Sizce ne yapmalıyım?”
“Hımm.” Dr. Quimper dudaklarını büzüştürdü. Yanıt vermeden birkaç dakika derin düşüncelere daldı. Sonra isteksizce görüşünü açıkladı. “Aslına bakarsan hiçbir şey söylememen en kolayı. Ağabeylerinin bu konudaki duygularını çok iyi anlıyorum. Ama yine de…”
“Ne?”
Quimper, ona baktı. Doktorun gözlerinde sevecen, etkileyici bir parıltı belirdi.
“Ben olsam doğruca onlara gidip her şeyi anlatırdım” dedi. “Bunu yapmadığınız takdirde huzur duyamayacağınızı biliyorum. Sizi çok iyi tanıyorum.”
Emma kızardı.
“Bu yaptığım aptallık değil mi?”
“Sizin için doğru olanı yapmalısınız, tatlım! Bırakın ailenin geri kalanı ne derse desin! Sizin kararlarınızın daima onlarınkinden daha doğru olduğuna eminim.”
Bölüm 12
“Kızım! Hey kızım! Buraya baksanıza!”
Lucy şaşkınlık içinde başını çevirdi. Yaşlı Bay Crackenthorpe kapılardan birinin ağzında durmuş, ona doğru el sallıyordu.
“Sizin için ne yapabilirim, Bay Crackenthorpe? Beni mi çağırıyordunuz?”
“Fazla konuşmayın da içeri gelin!”
Lucy bu emre uydu. Yaşlı Bay Crackenthorpe genç kadını kolundan çekiştirerek, odaya aldı ve kapıyı kapadı.
“Size bir şey göstereceğim” dedi.
Lucy etrafına bakındı. Büyük olasılıkla çalışma odası olarak düşünülmüş ancak uzun zamandır kullanılmadığı belli olan küçük bir odadaydılar. Yazı masasının üstünde tozlu kâğıt yığınları duruyor, rutubet ve toz kokan odanın köşelerinden tavandan örümcek ağları sarkıyordu.
“Burayı temizlememi mi istiyordunuz?” diye sordu Lucy.
Yaşlı Bay Crackenthorpe hiddetle başını salladı.
“Hayır, asla! Bu odayı sürekli olarak kapalı tutuyorum. Emma da burayı karıştırmaya çok hevesli ama bunu ona yasakladım. Burası benim odam. Şu taşları görüyor musunuz? Hepsi jeolojik örnekler!”
Lucy bazıları cilalanmış, bazılarıysa işlenmemiş on iki ya da ön dört parçadan oluşan taş yığınına baktı.