“Hoş!” dedi nezaketle. “Çok ilgi çekici!”
“Haklısınız. Siz gerçekten entelektüel bir kızsınız. Bunları herkese göstermem. Size bir şey daha göstereceğim.”
“Çok naziksiniz, ancak sanırım hemen yaptığım işi sürdürmek üzere buradan ayrılmam gerekiyor. Evdeki altı erkek…”
“Biliyorum, hepsi evimi barkımı yemek peşinde… Yaptıkları yalnızca bu! Yemek! Üstelik de hiçbiri yediklerinin bedelini ödemeyi bile düşünmüyor. Asalaklar! Hepsi ölümümü bekliyorlar. Ama bekledikleri kadar çabuk öte dünyaya göçmeye hiç niyetim yok… onlara bu iyiliği yapmayacağım. Ben Emma’nın sandığından çok daha sağlıklı ve dayanıklıyım.”
“Bundan eminim.”
“Üstelik o kadar yaşlı da değilim. Beni bir ayağı çukurda ihtiyar olarak görüyor ve öyle davranıyor. Ama siz beni öyle görmüyorsunuz, değil mi?”
“Elbette ki hayır.”
“Akıllı bir kızsınız doğrusu! Şuna bir bakar mısınız?” Duvara asılı büyük, çok eski bir çerçeveyi işaret etti. Lucy bunun bir soyağacı olduğunu fark etti. Ağaçtaki bazı isimler o kadar küçük yazılmıştı ki ancak mercekle okunabilirdi. Fakat ailenin ataları büyük harflerde kaydedilmenin yanında başlarının üstünde birer taç taşıyorlardı.
“Ailemiz kraliyet kökenli. Ancak baba değil anne tarafından. Bu da anne tarafımın soyağacı” diye açıkladı Bay Crackenthorpe. “Babam sonradan görmenin tekiydi. Basit, sıradan yaşlı bir adam! Benden hoşlanmazdı. Her zaman ondan daha iyi olmama dayanamıyordu. Ben annemin tarafına çekmişim. Küçük yaşlarımdan beri sanat ve klasik arkeolojiye büyük merakım vardı. Babam bu ilgime hiçbir anlam veremiyordu… bunak ihtiyar! Annemi anımsamıyorum, ben iki yaşımdayken ölmüş. Ailesinin son bireyiymiş. Ailesi servetini yitirmiş ve zorunlu olarak babamla evlenmiş. Şuraya bakın… Bilge Edward… atak Ethelred… bir yığın asil! Üstelik hepsi Normanlardan önce! Norman öncesi diyorum, bu önemli, değil mi?”
“Gerçekten öyle!”
“Şimdi size başka bir şey daha göstereceğim.” Lucy’yi odanın dip kısmındaki heybetli, koyu kahverengi ceviz dolaba doğru sürükledi. Lucy yaşlı adamın elini kuvvetle tutmasından huzursuz oluyordu. O gün için Bay Crackenthorpe’da hiçbir güçsüzlük görünmüyordu. “Bunu görüyor musunuz? Lushington’dan gelme… annemin ailesinin gerçek yuvasından! Elizabeth zamanından! Onu yerinden kıpırdatmak için dört adama ihtiyaç var. Orada ne sakladığımı tahmin edebiliyor musunuz? Ne dersiniz, görmek ister misiniz?”
“Lütfen, tabi isterim” diye yanıtladı Lucy nezaketle. “Meraklandınız, değil mi? Tüm kadınlar aynı, hepsi meraklı.” Cebinden bir anahtar çıkararak, dolabın alt gözlerinden birini açtı ve oldukça yeni görünen bir kutu çıkardı. Bunu da anahtarla açtı. “Şuna bakın, genç bayan! Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?” Küçük kâğıda sarılmış bir silindir alarak, bir ucunu açtı. Altın paralar şıngırdayarak avucuna döküldü.
“Şunlara bir bakın, genç bayan. Çekinmeyin, elinize alın. Bunların ne olduğunu biliyor musunuz? Hiçbir fikriniz olmadığına bahse girebilirim. Bunun için çok gençsiniz. Bunlar altın paralar! Eski güzel günlerin altın paraları! Bu pis, kâğıt parçacıklarının para diye kullanılmaya başlanmasından önce alışverişte kullanılan paralar! Aptal kâğıt parçalarından çok daha değerli bunlar. Çok önceleri topladım bunları. Bu kutunun içinde daha başka birçok şey var. Buraya çok şey sakladım. Gelecek için! Emma’nın bunlardan haberi yok… kimsenin haberi yok. Bu aramızda küçük bir sır olarak kalmalı, tamam, değil mi, canım! Size bunları niçin gösterip anlattığımı biliyor musunuz?”
“Niçin?”
“Beni dünyadan elini eteğini çekmiş, zavallı hasta bir ihtiyar olarak görmemeniz için. Henüz kemiklerim yeterince güçlü. Bende daha çok iş var. Karım öleli çok uzun zaman oldu… Her şeye itiraz ederdi. Çocuklara taktığım isimlere bile. Halbuki hepsi güzel sakson adları, ayrıca soyağacını filan da umursamazdı. Ama hiçbir zaman onu dinlemedim, onun dediğini yapmadım. O da sonunda hep benim dediğime geldi, üstelik cansız, ruhsuz kadının tekiydi. Onunla karşılaştırınca siz gerçekten çok canlı, hayat dolu bir genç kızsınız; çok daha cazip bir kısrak! Size bir öneride bulunmak istiyorum. Genç bir adamla beraber olup kendinizi harcamayın. Genç adamlar çılgındır. Geleceğinizi düşünmelisiniz. Bekleyin biraz…” Lucy kolunu sıkan parmaklardaki gücü hissediyordu. Yaşlı adam kulağına eğilerek fısıldadı. “Hepsi bu! Bekleyin, göreceksiniz! Bu aptalların hepsi yakında öleceğimi sanıyorlar. Ama ölmeyeceğim. Onların hepsinden fazla yaşamam hiç de şaşırtıcı olmamalı… Göreceksiniz! Hep birlikte göreceğiz. Harold’un çocuğu yok. Cedric ve Alfred’e gelince evli bile değiller. Emma ise… o asla evlenemeyecek. Quimper ona yakınlık gösteriyor ama, Quimper Emma’yla asla evlenmez. Tabi bir de Alexander var. Evet, doğru Alexander… Biliyor musunuz, Alexander’dan hoşlanıyorum… Evet, bu ilginç. Alexander’i seviyorum.” Bir süre için susup alnım kırıştırarak ekledi. “Evet, canım, sen ne dersin? Senin bu konuda fikrin ne?”
“Bayan Eyelesbarrow…”
Çalışma odasının kapalı kapısının ardından Emma’nın boğuk sesi duyuldu. Lucy bu fırsatı kaçırmadı.
“Miss Crackenthorpe’un bana ihtiyacı var. Hemen gitmem gerekiyor. Bana gösterdikleriniz için çok teşekkür ederim…”
“Unutmayın… bu aramızda sır olarak kalmalı…”
“Unutmam” diyen Lucy koridora çıkarken, kendi kendine bunun üstü kapalı bir evlilik teklifi olup olmadığını soruyordu.
Dermot Craddock New Scotland Yard’daki masasının başında oturuyordu. Koltuğuna iyice yayılmış, masaya dayadığı dirseğinden destek alarak tuttuğu telefon ahizesine konuşuyordu. Tam anlamıyla hâkim olduğu yabancı dil olan Fransızca konuşuyordu.
“Bu yalnızca bir fikir” dedi.
“Ama dikkate alınması gereken bir fikir” diye yanıtladı telefonun diğer ucundaki Paris Polis Müdürü. “Söz konusu çevrelerde araştırma yapmaya başladım bile. Ajanlarımdan öğrendiğime göre izlenmesi gereken birkaç kayıp ilanına rastlamışlar. Ancak aileleri ya da onları koruyan birileri olmadığı için bu tür kadınlar çok kolaylıkla ortadan yok olup izlerini kaybettirirler. Tabi arkalarından arayıp soran da olmuyor. Ya turneye çıkmış oluyorlar ya da yeni bir adam bulup peşine takılıyorlar… tabi bu da kimseyi ilgilendirmiyor. Bana gönderdiğiniz fotoğrafın çok belirsiz olması çok kötü! Boğulmuş bir yüzü teşhis etmek çok güç. Ama bu konuda yapacak bir şey yok, araştıracağız. Adamlarımın bu konuda ilettikleri son bilgileri gözden geçirmeye gidiyorum. Kim bilir, belki bir şeyler çıkar. Au revoir, mon cher.”
Craddock telefonu aynı şekilde dostça ve nazik sözlerle kapatırken, masasının üzerine doğru uzatılan bir not dikkatini çekti. Notta şunlar yazılıydı:
Miss Emma Crackenthorpe.
Dedektifi Müfettiş Craddock’la görüşmek istiyor.
Rutherford Hall olayı.
Ahizeyi yerine koyarak, karşısındaki polis memuruna seslendi. “Miss Crackenthorpe’u yukarı getirin.”
Beklerken sandalyesine iyice yaslanıp düşündü.
Yanılmamıştı, Emma Crackenthorpe bir şeyler biliyordu. Pek önemli olmasa da bir şeyler biliyordu hiç kuşkusuz. Ve işte bunları anlatmaya karar vermişti.
Emma içeri girince ayağa kalkarak, elini sıktı ve oturması için bir sandalyeyi işaret ettikten sonra sigara ikram etti. Fakat kadın reddetti. Daha sonra kısa bir sessizlik oldu. Craddock kadının yapacağı açıklama için uygun sözcükleri bulmaya çalıştığını anlıyordu.