“Neden bahsettiğinizi bile anlamıyorum” diye yanıtladı Lucy. “Bu da ne demek, siz…”
Bryan’ın geri döndüğünü görünce Craddock aceleyle albümü yeniden cebine soktu.
“Cedric kütüphanede!” dedi Bryan. “Hemen oraya gidebilirsiniz.”
Tekrar mutfak dolabının üstündeki yerini aldı. Müfettiş Craddock ise kütüphaneye gitti.
Cedric Crackenthorpe müfettişi görmekten memnun olmuşa benziyordu.
“Yine buralarda polis hafiyeliği mi yapıyorsunuz?” diye sordu muzipçe. “Bir ilerleme kaydettiniz mi?”
“Bir parça ilerlediğimizi söyleyebilirim, Bay Crackenthorpe.”
“Cesedin kimliğini tespit edebildiniz mi?”
“Henüz tam olarak bulamadık ama buna çok yaklaştığımızı söyleyebilirim.”
“Sizin açınızdan çok iyi.”
“Öğrendiğimiz son bilgiler ışığında, birkaç ifadeye daha gerek duyuyorum. Hazır buradayken, sizden başlamak istiyorum.”
“Ama bu pek uzun sürmeyecek. Yarın ya da öbür gün İbiza’ya dönüyorum.”
“Öyleyse tam zamanında geldim.”
“Haydi başlayın.”
“Sizden 20 Aralık Cuma günü nerede olduğunuz ve ne yaptığınız konusunda ayrıntılı bilgi rica edecektim!”
Cedric müfettişe bir an yan gözle baktıktan sonra, arkasına yaslandı, esnedi, büyük bir soğukkanlılıkla etrafına bakındı. Hatırlamak için büyük bir çaba harcıyor gibi görünüyordu.
“Evet, size daha önce de söylediğim gibi İbiza’daydım. Asıl canımı sıkan orada hiçbir günün diğerinden farkı olmaması. Sabah resim çalışmaları, öğleden sonraları üçten beşe kadar siesta. Daha sonra da akşam ışığının izin verdiği oranda birkaç resim çiziyorum. Akşam da önce meydandaki kafede, bazen belediye başkanıyla, bazen de doktorla bir aperatif alıyorum. Sonra hafif bir akşam yemeği. Akşamları genellikle Scotty’nin barında alt tabakadan arkadaşlarımla geçiririm. Bu kadarı sizin için yeterli mi?”
“Gerçeği tercih ederdim, Bay Crackenthorpe.”
Cedric birden dikildi.
“Bu çok ağır bir itham, değil mi, müfettiş.”
“Öyle mi dersiniz? Bana İbiza’dan 21 Aralık günü ayrıldığınızı ve aynı gün İngiltere’ye ulaştığınızı söylemiştiniz, değil mi Bay Crackenthorpe?”
“Öyle demiştim. Evet, Em! Ah, merhaba Em!”
Emma Crackenthorpe kütüphaneyi kahvaltı odasına bağlayan küçük kapıyı açarak içeri girdi. Cedric ve müfettişi meraklı gözlerle süzdü.
“Baksana, Em! Buraya Noel için cumartesi günü gelmiştim, değil mi? Havaalanından doğruca buraya gelmiştim, değil mi?”
“Evet” diye yanıtladı Emma şaşırarak. “Öğlen yemeği sırasında gelmiştin.”
“Gördünüz mü!” dedi Cedric müfettişe dönerek.
“Bizi aptal yerine koymamanız gerektiğini bilmelisiniz, Bay Crackenthorpe” diye yanıtladı Craddock nezaketle. “Bildiğiniz gibi bize verilen ifadeleri inceleme olanağına sahibiz. Düşünüyorum da bana pasaportunuzu gösterirseniz…”
Beklenti içinde sustu.
“Maalesef o kahrolası şeyi bulamıyorum” diye yanıtladı Cedric. “Bu sabah da onu aradım. Cook seyahat acentesine göndermem gerekiyordu.
“Bulacağınızı sanıyorum, Bay Crackenthorpe. Ama çok gerekli de değil. Kayıtlar sizin buraya 19 Aralık akşamı geldiğinizi gösteriyor. Belki şimdi bana o saatle eve vardığınız 21 Aralık günü öğlen saati arasında ne yaptığınızı açıklamak nezaketinde bulunursunuz.”
Cedric oldukça sinirlenmiş gibiydi.
“Modern yaşamın kötü tarafı da bu işte” dedi öfkeyle. “Beşikten mezara kadar belgeler, belgeler! Bürokratik devletin sonucu bu. İstediğiniz yere gidip istediğinizi yapmanız olanaksız. Daima bir hesap soran var. Ayın 20’si sizi niçin bu kadar ilgilendiriyor, Tanrı aşkına? Ayın 20’sinin özelliği ne?”
“Bunun cinayetin işlendiği tarih olabileceğini düşünüyoruz. Elbette yanıt vermeyi reddedebilirsiniz de, ama…”
“Cevap vermeyi reddettiğimi söyleyen kim? Yalnızca biraz zamana ihtiyacım var. Mahkemedeki resmi soruşturmada cinayetin kesin zamanının saptanamadığı söylenmişti. O zamandan bu yana yeni bir şeyler mi bulundu?”
Craddock yanıt vermedi.
Cedric yan gözle Emma’ya bakarak sordu.
“Bitişik odaya geçsek daha iyi olmayacak mı?”
Emma hemen atıldı. “Sizi yalnız bırakayım.” Kapının ağzında duraksayıp, arkasını döndü.
“Lütfen bu konunun ciddi olduğunu anla, Cedric. Eğer cinayet gerçekten ayın 20’sinde işlendiyse, Müfettiş Craddock’a o gün ne yaptığını kesin olarak söylemelisin.”
Yan odaya geçerek, kapıyı arkasından kapadı.
“Sevgili, tatlı Em!” dedi Cedric arkasından. “Neyse başlayalım. Doğru, İbiza’dan gerçekten ayın 19’unda ayrıldım. Yolculuğuma Paris’te ara verip oradaki eski arkadaşlarımla sanatkârlar sokağında birkaç gün geçirmek istiyordum. Ama işe bakın ki uçakta öylesine çekici bir bayan vardı ki… Tam bir dişi! Neyse, işin doğrusu onunla burada uçaktan beraber indik. Birleşik Devletler’e gidiyordu, ama bir iş ya da başka bir nedenle Londra’da birkaç gün geçirmeye niyetliydi. 19’unda Londra’ya geldik. Eğer ajanlarınız henüz bulamadılarsa, peşinen söyleyeyim, havaalanından doğruca Kingsway Palace Oteli’ne indik. Adımı John Brown olarak verdim, bu tür durumlarda gerçek adınızı vermek sonradan birçok soruna yol açabiliyor.”
“Peki ya 20’sinde?”
Cedric sıkıntıyla yüzünü kırıştırdı.
“Bütün sabahı dayanılmaz bir baş ağrısıyla geçirdim.”
“Peki ya öğleden sonra? Saat üçten sonra?”
“Düşüneyim biraz. Nasıl diyeyim, başıboş bir şekilde etrafta dolandım işte! Ulusal Galeri’ye gittim, bu kabul edilecek bir şey değil mi? Daha sonra da sinemaya. Rowenna’nın İntikamı! Her zaman Kovboy filmlerini severim. Film de olağanüstüydü!… Daha sonra da bir barda bir iki kadeh bir şeyler içtim ve odamda kısa bir şekerleme yaptım. Saat ona doğru da o kızla birlikte son günlerin gözde lokallerinden birçoğunu dolaştık. Çoğunun adını anımsamıyorum ama sanırım birinin adı Jumping Frog (Sıçrayan Kurbağa) idi. O hepsini biliyordu. Sonuçta zil zurna sarhoş olmuştum ve gerçeği söylemek gerekirse ertesi sabah çok daha dayanılmaz bir baş ağrısıyla uyandığım dışında başka bir şey anımsamıyorum. Kız arkadaşım uçağını kaçırmamak için sabırsızlanıyordu, bense başımdan aşağı bir kova dolusu soğuk su boşaltarak kendime gelmeye çalıştıktan sonra, eczaneye gidip dayanılmaz baş ağrımı biraz olsun geçirecek bir ilaç aldım ve havaalanından geliyormuş gibi buraya geldim. Emma’yı heyecanlandırmanın hiç gereği olmadığını düşündüm. Kadınların nasıl olduğunu bilirsiniz… doğruca eve gelmediğiniz takdirde kırılırlar. Hatta taksinin parasını ödemek için Emma’dan para almam bile gerekmişti. Meteliksizdim. Bu konuda bizim ihtiyara başvurmak olanaksız. Hiçbir zaman destek çıkmaz. İhtiyar pinti! Neyse müfettiş, şimdi tatmin oldunuz mu?”
“Bu açıklamalarınızı kanıtlayabilir misiniz, özellikle de saat 15.00’le 19.00 arasında yaptıklarınızı?”
“Sanırım pek olası değil!” dedi Cedric neşeyle. “Ulusal Galeri… oradaki görevliler insanların yüzüne hemen hemen hiç bakmıyorlar, üstelik de kalabalık bir resim sergisi vardı. Sonra sinema, orası da doluydu. Hayır, sanmıyorum.”
Emma yeniden odaya girdi. Elinde bir ajanda vardı.
“Hepimizin ayın 20’sinde ne yaptığımızı bilmek istiyorsunuz, değil mi müfettiş?”