Выбрать главу

“Yani sizce…” diye söze başlayan Lucy birden sustu.

“Başka cinayetin işlenip işlenmeyeceğini mi soruyorsunuz? Sanmıyorum, canım, umarım olmaz. Ama bu hiçbir zaman kesin olarak da bilinemez, değil mi? Özellikle de kötü niyetli bir insanla karşı karşıyayken. Bu olayda da çok kötü niyetli bir insanla karşı karşıya olduğumuz düşüncesindeyim.”

“Ya da bir deliyle” dedi Lucy.

“Bunun konulara modern bir yaklaşım tarzı olduğunun bilincindeyim. Ama ben olaya farklı bakıyorum.”

Lucy ahizeyi yerine bıraktıktan sonra mutfağa giderek, kendine de bir tepsi hazırladı. Bu arada Bayan Kidder önlüğünü çıkarmış, gitmeye hazırlanıyordu.

“Her şeyle başa çıkabileceğinizden eminsiniz, değil mi Miss Lucy?”

“Elbette, hiç endişen olmasın.”

Tepsisini büyük, kasvetli yemek salonuna değil, küçük çalışma odasına götürdü. Kapı açılıp Bryan Eastley içeri girdiğinde yemeğini henüz bitirmişti.

“Merhaba!” dedi Lucy. “Bu ne sürpriz!”

“Sanırım öyle!” diye yanıt verdi Bryan. “Herkes nasıl?”

“Oh, çok iyi! Harold yarın Londra’ya dönüyor.”

“Bu konuda senin düşüncen ne? Gerçekten arsenik miymiş?”

“Arsenik olduğu kesin!” diye yanıtladı Lucy.

“Gazetede hiçbir haber yoktu.”

“Evet, sanırım polis olayın şimdilik gizli kalmasında yarar görüyor.”

“Birinin aileyle bir alıp veremediği olmalı” dedi Bryan. “Kim gizlice mutfağa sıvışıp yemeğe zehir katmış olabilir ki?”

“Korkarım bunu en kolay ben yapabilirim.”

Bryan korkuyla ona baktı. “Ama böyle bir şey yapmadınız, yapmazsınız değil mi?” diye panik içinde mırıldandı.

“Hayır, asla yapmam” dedi Lucy.

Körili tavuğa kimse zehir katmış olamazdı. Mutfakta onu tek başına pişirmiş, servisi de kendi elleriyle yapmıştı. Öyleyse yemeğe zehri masa başındaki beş kişiden biri katmış olmalıydı.

“Hem zaten… niçin yapasınız ki?” diye mırıldandı Bryan. “Ev halkıyla bir alıp veremediğiniz yok, değil mi? Umarım böyle birdenbire gelmemin sizce bir sakıncası yoktur.”

“Yoo hayır, elbette ki yok. Kalacak mısınız?”

“Eğer size yük olmazsan kalmak isterdim.”

“Hayır, hayır. İdare edebiliriz.”

“Biliyorsunuz şu aralar işsizim ve şey… çok sıkıldım… burada kalmamın sakıncası olmadığına emin misiniz?”

“Aslına bakarsanız bunu bana değil, Emma’ya sormalısınız.”

“Ah, Emma için hiçbir sakıncası yoktur” dedi Bryan. “O bana karşı kendi anlayışında hep iyi davranmıştır tabi! O çok içine dönük biri ama biliyor musunuz ki sakin sular çok derin olur. Tatlı, yaşlı Emma. Buradaki yaşam ve ihtiyara bakmak zorunda olmak bile birçok insanı çökertir. Üstelik evlenemedi de. Şimdi ise artık çok geç, ne yazık ki!”

“Bence hiç de öyle değil!” dedi Lucy.

“Belki…” Bryan düşünüyordu. “Belki bir rahiple evlenir” dedi umutla. “Cemaat işleriyle uğraşıp anneler birliğinde çalışabilirdi. Anneler Birliği’ydi, değil mi? Bu topluluğun ne olduğunu tam olarak bildiğim söylenemez, ama kitaplarda sıkça rastlıyorum. Kilisedeki pazar ayinlerine de başında şapkasıyla iştirak ederdi” diye ekledi son olarak.

“Bence pek de iyi bir öneri değil!” diyen Lucy ayağa kalkarak, tepsiye uzandı.

“Ben taşırım” diyen Bryan tepsiyi aldı ve beraberce mutfağa gittiler. “Size bulaşıkta yardım edeyim mi? Bu mutfaktan hoşlanıyorum” diye ekledi. “Aslında bugün artık insanların bu tür yapıları beğenmediklerini biliyorum ama ben evin tamamını çok seviyorum. Zevksiz olabilirim ama gerçek bu! Bahçesine uçakla inmek bile mümkün!” diye ekledi birden neşeyle.

Bu arada bir kurulama bezi alarak çatal kaşığı kurulamaya başladı.

“Bütün bunların Cedric’e kalacak olması çok yazık!” dedi. “İlk iş hemen her şeyi satıp savıp yeniden yurtdışına gitmek olacaktır. İnsan nasıl olur da İngiltere’den hoşlanmaz. Bunu aklım almıyor. Harold da kendi hesabına bu evi istemezdi; Emma içinse çok büyük. Ama eğer Alexander’e verilseydi, onunla birlikte burada günümüzü gün edebilirdik. Tabi evde bir bayanın da olması hoş olurdu.” Düşünceli bir halde Lucy’ye baktı. “Aslında bunlar boş konuşmalar, hepsi hayal! Alexander’in bu eve sahip olabilmesi için hepsinin ondan önce ölmesi gerek ve bunu düşünmek bile saçmalık, değil mi? İhtiyara bakılırsa, onun yüz yılı devireceğinden eminim, diğerlerinin yaşamını mahvetmek uğruna bunu bile yapacaktır. Alfred’in ölümüne pek üzüldüğünü sanmıyorum, yoksa yanılıyor muyum?”

“Öyle, pek üzülmedi” dedi Lucy kısaca.

“Huysuz ihtiyar şeytan!” dedi Bryan Eastley neşeyle.

Bölüm 22

“İnsanların bu konuda konuştukları inanılacak gibi değil!” dedi Bayan Kidder. “Söylenenler korkunç, elimden geldiğince dinlememeye çalışıyorum. Gerçekten inanılır gibi değil!” Daha fazlasını anlatmak için teşvik bekliyordu.

“Evet, tahmin edebiliyorum” dedi Lucy.

“Uzun Ambar’da bulunan cesetle ilgili olarak” diye anlatmayı sürdürdü Bayan Kidder dizlerinin üzerine çökmüş mutfağın zeminini silerken. “Bulunan cesedin, Bay Edmund’un savaş sırasında sevgilisi olduğunu, buraya sığınmak istediğini, kıskanç kocasının peşinden gelerek onu öldürdüğünü anlatıyorlar. Bu bir yabancının yapmayacağı şey değil ama bunca yıl sonra ortaya çıkması bana bir şekilde tuhaf geliyor, öyle değil mi?”

“Evet, çok garip.”

“Söylentiler burada bitmiyor!” diye konuşmasını sürdürdü Bayan Kidder. “En iğrenç yalanları da gerçekmiş gibi anlatıyorlar. İnsanın yüzlerine tüküreceği geliyor. Bay Harold’un yurtdışında bu kadınla evlenmiş olduğunu, kadının buraya gelerek, onun Lady Alice ile evlendiğini, iki nikahlı olduğunu ortaya çıkardığını ve onu mahkemeye vermekle tehdit ettiğini; Bay Harold’un da bundan dolayı kadına burada randevu vererek onu boğup cesedi lahide gizlediğini de söylüyorlar. İnanılacak gibi değil!”

Tamamen başka düşüncelere dalmış olan Lucy, “Çok şaşırtıcı” dedi.

Bayan Kidder erdemlerine sıkı sıkı bağlı biri gibi, “Bu söylentilere kulak asmıyorum” dedi. “Ben kendi adıma bu türden dedikodulara kesinlikle inanmam. İnsanların böyle şeyleri nasıl uydurup da yaydıklarını anlayamıyorum. Bayan Emma çok iyi ve nazik bir hanım, onun aleyhinde bir şey duymadım, tek bir kelime bile! Bay Alfred de öldüğü için artık kimse onunla ilgili kötü bir şey söylemiyor. Su testisinin su yolunda kırıldığını bile söyleyen yok, ki aslında bunda haklı bile olabilirlerdi. Bu yılan dillilerin böyle konuşmaları sizce de çok korkunç değil mi?”

Bayan Kidder giderek artan bir heyecanla anlatıyordu.

“Bütün bunları dinlemek zorunda kalmanız çok sıkıcı olmalı” dedi Lucy.

“Hem de nasıl. Gerçekten de öyle. Kocama da hep bunu nasıl yapabilirler, diye soruyorum.”

O sırada kapı çaldı.

“Bu doktor olmalı, bayan. Siz mi açacaksınız, yoksa ben mi?”

“Ben açarım” dedi Lucy.

Ancak gelen doktor değildi. Kapının eşiğinde uzun, şık vizon palto giymiş zarif bir bayan duruyordu. Kapının tam karşısında ise şoförlü, motoru çalışan bir Rolls Royce bekliyordu.

“Miss Emma Crackenthorpe ile görüşebilir miyim?”

Kadının R harflerini zorlukla telaffuz edebilmesine rağmen, etkileyici, hoş bir ses tonu vardı. Otuz beş yaşlarında, siyah saçlı; özenli, pahalı giysileriyle güzel, çekici bir kadındı.