“Üzgünüm” dedi Lucy. “Maalesef Miss Emma rahatsız, yatıyor ve misafir kabul edemiyor.”
“Hasta olduğunu biliyorum ama onunla hemen görüşmem gerek. Çok önemli.”
“Korkarım…” diye söze başladı Lucy.
Kadın, onun sözünü kesti.
“Sanırım siz Bayan Eyelesbarrow’sunuz, öyle değil mi?” Gülümsedi, bu çok hoş ve içten bir gülümsemeydi. “Oğlum sizden çok sık söz ediyor. Ben Lady Stoddart-West’im ve Alexander şu anda benimle kalıyor.”
“Anlıyorum” dedi Lucy.
“Miss Crackenthorpe’la şu anda görüşmem gerçekten de çok önemli” diye sürdürdü konuşmasını kadın. “Onun hasta olduğunu biliyorum ve sizi temin ederim ki bu yalnızca bir nezaket ziyareti değil. Konu çocukların bana bahsettikleri bir şeyle ilgili… oğlumun anlattığı bir konuyla. Sanırım bu geciktirilemeyecek kadar önemli bir konu ve Miss Crackenthorpe’la hemen konuşmalıyım. Lütfen, ona haber verir misiniz?”
“İçeri buyurun!” Lucy konuğu koridordan geçirerek salona aldı. “Yukarı çıkıp, Miss Crackenthorpe’a sorayım.”
Birinci kata çıkıp Emma’nın kapısını çaldı ve içeri girdi.
“Lady Stoddart-West burada. Sizinle çok acil görüşmek istiyor.”
“Lady Stoddart-West mi?” Emma çok şaşırmışa benziyordu. Birden yüzünde bir panik ifadesi belirdi. “Çocuklara bir şey mi olmuş, Alexander iyi miymiş?”
“Hayır. Hayır.” Lucy, onu sakinleştirmeyi başardı. “Çocuklar gayet iyi. Eğer yanlış anlamadıysam konu çocukların ona anlattıkları bir şeyle ilgili!”
“Oh… İyi öyleyse!…” Emma tereddüt içindeydi. “Onunla tanışmalıyım. İyi görünüyor muyum?”
“Çok iyi görünüyorsunuz” dedi Lucy.
Emma yatağında oturuyordu; omzuna yanaklarının solgunluğunu belirginleştiren pembe bir şal örtmüştü. Siyah saçları hemşire tarafından iyice fırçalanıp taranmıştı. Lucy o sabah komodinin üzerine sonbahar yaprakları olan bir vazo koymuştu. Oda bu haliyle hasta odasına benzemiyordu. Son derece hoş bir görünümü vardı.
“Aslında rahatlıkla ayağa kalkabilecek kadar iyiyim” dedi Emma. “Dr. Quimper yarın kalkabileceğimi söyledi.”
“Gerçekten de eski sağlığınıza kavuştuğunuz belli” dedi Lucy. “Lady Stoddart-West’i yukarı getireyim mi?”
“Evet, getirin.”
Lucy yeniden merdivenlerden indi.
“Sizi yukarı Miss Crackenthorpe’un odasına alabilir miyim?”
Lucy konuğa yukarı kadar eşlik edip içeri girmesi için kapıyı açtı ve yeniden kapadı. Lady Stoddart-West ileri doğru uzattığı eliyle yatağa doğru yaklaştı.
“Miss Crackenthorpe? Sizi böyle beklenmedik bir zamanda rahatsız ettiğim için gerçekten özür dilerim. Sanırım sizinle okuldaki spor müsabakalarında karşılaşmıştık.”
“Evet” dedi Emma. “Sizi anımsıyorum. Lütfen, oturun.”
Lady Stoddart-West tam yatağın başucuna konulan sandalyeye oturdu ve yumuşak, kısık bir sesle konuşmaya başladı.
“Böyle beklenmedik şekilde buraya gelmeme şaşırmış olmalısınız, ama bunun için nedenlerim var. Ve bu nedenlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklar bana her şeyi anlattı. Onların burada işlenen cinayet nedeniyle çok heyecanlanmış olmalarını anlayışla karşılamalısınız. İtiraf etmeliyim ki bu konudan hiç ama hiç hoşlanmadım. Hatta sinirlendim bile. James’in hemen eve dönmesini istedim. Ama kocam buna güldü. Bunun göründüğü kadarıyla bu evle ve aileyle hiç ilişkisi olmayan bir cinayet olduğunu söyledi. Kendi gençlik günlerini anımsayınca, James’in mektuplarında yazdıklarından onun ve Alexander’in bu konuyla ilgilenmekten çok büyük zevk duyduklarını anladığını ve onları geri çağırmanın vicdansızlık olacağını belirtti. Bu nedenle ilk görüşlerimden vazgeçip onların burada planlandığı kadar kalmalarına ve James’in eve Alexander’la beraber dönmesine izin verdim.”
Emma merakla sordu.
“Oğlunuzu daha önce eve yollamamız gerektiğini mi düşünüyorsunuz?”
“Hayır, hayır, konu bu değil. Ah, bu benim için o kadar zor ki! Ama bu anlatacaklarımı can kulağı ile dinlemelisiniz. Biliyorsunuz, , çocuklar bu konuyu çok araştırıp bununla ilgili bir delil bulmuşlar. Bana anlattıklarına göre bu kadın… cesedi bulunan kadını kastediyorum… hakkında polis onun savaşta şehit düşen en büyük ağabeyinizin Fransa’da kalan eşi olduğunu düşünüyormuş. Bu doğru mu?”
“Bu da bir olasılık” dedi Emma kısık, tereddütlü bir sesle. “Onları böyle düşünmeye biz yönelttik. Olabilir de.”
“Bu cesedin o kadına, yani Martine’e ait olduğunu düşünmeniz için belirli bir neden var mı?”
“Size bunun bir olasılık olduğunu söyledim.”
“Peki ama niçin… niçin onun Martine olduğunu düşündünüz? Üzerinde bir mektup… ya da evrak mı vardı?”
“Hayır. Böyle bir şey yoktu! Ama bir mektup almıştım, yani Martine’den.”
“Ondan… yani Martine’den mektup mu aldınız?”
“Evet. İngiltere’de olduğunu ve buraya gelip bizi görmek istediğini belirten bir mektup aldım. Onu buraya davet ettim ama bir telgraf çekerek hemen Fransa’ya dönmesini gerektiren bir durumun ortaya çıktığını belirtti. Belki de gerçekten Fransa’ya döndü. Bunu bilemiyoruz. Ama burada onun adına yazdığımız mektubun zarfı bulundu. Bu da onun buraya gelmiş olduğunu gösteriyor. Ama aslına bakılırsa ben görmedim…” Konuşmasına ara verdi.
Lady Stoddart-West hemen söze karıştı.
“Bunların beni niçin ilgilendirdiğini sanırım kendi kendinize soruyorsunuzdur? Çok haklısınız. Sizin yerinizde olsam ben de bunların beni ilgilendirmediğini düşünürdüm. Ama bütün bunları duyunca —ya da konuyla ilgili bağlantıları öğrenince— kendimi buraya gelip, gerçeğin düşünüldüğü şekilde olmadığını açıklamaya zorunlu hissettim, çünkü…”
“Evet, ne?” diye sordu Emma.
“Bu durumda size hiçbir zaman söylemeyi düşünmediğim bir gerçeği açıklamak zorundayım. Martine Dubois benim.”
Emma beyninden vurulmuş gibi şaşkınlık içinde konuğuna bakıyordu.
“Siz mi?” dedi. “Martine siz misiniz?”
Kadın başını sallayarak onayladı.
“Evet. Bu sizin için büyük bir sürpriz olmalı ama gerçek bu! Ağabeyiniz Edmund ile savaşın ilk yıllarında tanıştım. Bizim evimizde kalıyordu. Geri kalanı zaten biliyorsunuz. Birbirimize şık olduk ve evlenmek istiyorduk. Ama o sırada Dunkirk Çıkartması başladı ve Edmund’un kayıplar arasında olduğu açıklandı. Daha sonra da şehit düştüğü haberi geldi. Sizle o günleri konuşmak istemem. Üzerinden çok uzun zaman geçti ve geçmişte kaldı. Ama size ağabeyinizi çok sevdiğimi söylemeliyim…”
“Daha sonra savaşın zor günleri geldi. Almanlar Fransa’yı işgal etti. Direnişçilerle çalışmaya başladım. Görevim İngilizleri Fransa’dan güvenli bir şekilde çıkarıp İngiltere’ye ulaşmalarını sağlamaktı. Bu arada şimdiki eşimle tanıştım. Hava kuvvetlerinde subaydı. Özel bir görevle Fransa’ya paraşütle inmişti. Savaştan sonra evlendik. Bir iki kez size yazıp ziyaretinize gelmek istedim ama sonradan bunun doğru olmayacağına karar verdim. Eski yaraları deşmenin, anıları canlandırmanın hiçbir anlamı olmadığım düşündüm. Yeni bir yaşamım vardı ve eski günleri anımsamak istemiyordum.” Kısa bir aradan sonra ekledi. “Ancak oğlum James’in okuldaki en yakın arkadaşının Edmund’un yeğeni olduğunu öğrenince çok mutlu olduğumu itiraf etmeliyim. Sizin de hiç kuşkusuz fark etmiş olacağınız gibi Alexander Edmund’a çok benziyor. James’le Alexander’in yakın arkadaş olmalarını çok hoş, mutluluk verici bir rastlantı olduğunu düşünüyorum.” Öne doğru eğilerek elini Emma’nın kolunun üstüne koydu.