Выбрать главу

“Tam olarak neyi araştırmam gerekiyor?”

“Demiryolu kenarında herhangi bir kanıt, kumaş parçası, ezilmiş yapraklar… Ya da bunun gibi bir şeyler işte.”

Lucy başıyla onayladı.

“Peki ya sonra?”

“Ben hemen yakında olacağım” diye açıkladı Miss Marple. “Eski yardımcım, sadık Florence, Brackhampton’da oturuyor. Yıllarca orada yaşlı ebeveynlerine baktı. Onların ölümünden sonra evindeki boş odaları kiralıyor, ama yalnızca tanıdığı, saygın kişilere. Benim için oda ayarladı. Onunla kalacağım. Bana özenle bakacağından eminim, ayrıca sanırım yakında olmamda yarar var. Kendinizi tanıtırken yaşlı teyzenizin o çevrede oturduğunu ve ona yakın olabileceğiniz bir iş aradığınızı söylemenizi öneririm. Böylece boş zamanlarınızda onu ziyaret etme olanağı bulabileceğinizi düşündüğünüzü belirtebilirsiniz.”

Lucy yeniden başıyla onayladı.

“Aslında iki gün sonra Taormina’ya gidecektim” dedi. “Ama şimdilik tatil planlarımı erteleyebilirim. Ancak size yalnızca üç hafta için söz verebilirim. Daha sonrası için önceden yapılmış sözleşmem var.”

“Üç hafta fazlasıyla yeterli olacaktır. Eğer üç hafta içinde bir şey bulamazsak, bunu boşuna bir çaba olarak niteleyip unutmamız gerekir.”

Bu sözlerin ardından Miss Marple vedalaşarak ayrıldı. Lucy ise sahibini çok iyi tanıdığı, Brackhampton’daki bir iş bulma kurumunu aradı ve yaşlı teyzesine yakın olabilmek için o çevrede bir iş aradığını bildirdi. Kendisine sayılan birçok beceri isteyen, zor ancak cazip işi geri çevirdikten sonra Rutherford Malikânesi’nin adı geçti.

“Sanırım aradığım tam olarak bu!” dedi kararlı bir sesle.

İş bulma kurumu Miss Crackenthorpe’u aradı, Miss Crackenthorpe da Lucy’yi aradı.

İki gün sonra Lucy Londra’dan Rutherford Malikânesi’ne doğru yola çıkmıştı bile.

* * *

Lucy Eyelesbarrow küçük arabasıyla büyük, gösterişli demir kapıdan geçti. Hemen kapının ardında, savaşta bombalandığı için mi yoksa ihmal nedeniyle mi bu hale geldiği söylenmesi çok zor görünen boş, yıkık dökük bir bekçi kulübesi vardı. Eve uzun, dönemeçli, geniş, rhododendron kümeleriyle kaplı kasvetli bir yoldan geçerek ulaşılıyordu. Lucy küçük boyutta bir Windsor Kalesi’nden farksız olan evi görünce derin bir soluk alma gereksinimi duydu.

Girişteki taş merdivenlerin bakıma gereksinimi vardı; eve giden çakıl taşlı yolu ise otlar bürümüştü.

Lucy ağır, eski tip dökme demir çanı çalınca, gürültü binanın içinde yankıladı. Giyiminden pasaklı biri olduğu anlaşılan bir kadın elini önlüğüne kurulayarak kapıyı açtı ve Lucy’yi kuşkuyla süzdü.

“Bekleniyordunuz, değil mi?” dedi kadın. “Bayan Birşey-barrow, bana öyle söylenmişti.”

“Doğru!” diye yanıtladı Lucy.

Evin içi dikkat çekecek kadar soğuktu. Kadın Lucy’yi uzun bir koridordan geçirerek, sağdaki bir kapıyı açtı. Lucy kendini kitap rafları ve kadife koltuklarla döşeli rahat, sıcak bir oturma odasında bulunca gerçekten şaşırdı.

“Haber vereyim” diyen kadın, Lucy’yi yeniden aşağılayıcı kuşkulu bakışlarla süzdükten sonra kapıyı arkasından kapatıp dışarı çıktı.

Birkaç dakika sonra kapı yeniden açıldı. Lucy Emma Crackenthorpe’u ilk bakışta sevmişti.

Emma Crackenthorpe orta yaşlarda hiçbir dikkat çekici özelliği olmayan bir kadındı; ne güzeldi ne de çirkin; sade bir tüvit etek ve kazak giymişti, siyah saçlarını alnından arkaya doğru toplamıştı. Kahverengi gözlü kadının bakışları sakin ve huzurlu, sesi ılımlı ve yumuşaktı.

“Bayan Eyelesbarrow?” diyerek, samimiyetle elini uzattı.

Yüzünden tedirgin olduğu anlaşılıyordu.

“Bu işin sizin için doğru iş olduğundan biraz kuşkuluyum” diye açıkladı. “Biliyor musunuz, ihtiyacım olan evin yönetimini yüklenecek bir kâhya değil, her işi yapacak birini arıyorum.”

Lucy gülümseyerek herkesin aynı gereksinimi duyduğunu belirtti.

Emma Crackenthorpe sıkılarak ekledi.

“Birçokları biraz toz almakla her şeyin yoluna girdiğini düşünüyorlar, ama iş yalnızca toz almaya kalsa onu kendim de yapabilirim.”

“Anlıyorum” dedi Lucy. “Yemek, temizlik yapan, bulaşık ve çamaşır yıkayan, kaloriferi yakacak birini arıyorsunuz. Tamam. Ben bunların hepsini yapabilirim. İşten kaçınmam.”

“Ev çok büyük ve korkarım düzensiz. Gerçi yalnızca bir kısmında oturuyoruz. Evde babamla yaşıyoruz. O hasta, hatta neredeyse yatalak. Sakin bir yaşantımız var; Aga tipi bir kalorifer kazanımız var. Birkaç ağabeyim var ama onlar buraya çok ender gelirler. İki gündelikçimiz var, bunlardan Bayan Kidder sabahları gelir. Bayan Hart ise haftada üç gün gelip gümüşleri ovar ve bu tür ufak tefek, ayrıntılı işleri halleder. Arabanız var, değil mi?”

“Evet. Eğer özel bir yer yoksa dışarıda da kalabilir. Buna alışığım.”

“Eski ahır ve o türden yerler istemediğiniz kadar fazla. Bunun sorun olacağını sanmam.” Kaşlarını çatarak biraz düşündükten sonra ekledi. “Eyelesbarrow… Çok değişik, ender bulunan bir isim. Arkadaşlarımdan birinin Lucy Eyelesbarrow adından bahsettiğini anımsıyorum, sanırım Kennedylerdi. Olabilir mi?”

“Evet doğru. Bayan Kennedy çocuk beklediği sırada North Devon’da yanlarında çalışmıştım.”

Emma Crackenthorpe gülümsedi.

“Kendilerini hiç sizin yanlarında çalıştığınız zaman olduğu kadar rahat ve huzurlu hissetmediklerini söylediklerini anımsıyorum. İstediğiniz ücretin çok yüksek olduğunu sanıyordum. Size söylediğim ücretse…”

“Bu benim için yeterli.” Lucy kadının sözünü yarıda kesmişti. “Şu sıralar benim için en önemli konu Brackhampton yakınlarında olmak. Sağlığı oldukça bozuk yaşlı bir teyzem var ve onun yakınında olmak istiyorum. Bu açıdan şu an için gelir benim için ikinci planda. Diğer yandan bir yerde hiçbir şey yapmadan da duramıyorum. Bazı günler, kısa bir süre için de olsa izin vermeniz mümkün olabilir mi?”

“Tabi ki. İsterseniz her gün öğleden sonra altıya kadar izinli olabilirsiniz.”

“İşte bu mükemmel.”

Miss Crackenthorpe kısa bir tereddütten sonra ekledi.

“Babam çok yaşlı… ve bazen gerçekten çok zor bir insan oluyor. Tutumlu olmayı gereğinden fazla önemsediği için arada sırada ağzından çıkan sözcükler çok kinci olabiliyor. Bana kalsa…”

Lucy yine sözünü kesti.

“İş yaşamımda çok farklı karakterde yaşlı insanlara rastladım. Hepsiyle de anlaşmayı başardım.”

Emma Crackenthorpe rahatlamışa benziyordu.

“Babanızla sorununuz olduğunu anlıyorum!” diye belirtti Lucy. “Çetin ceviz olduğuna kuşku yok!”

Küçük bir radyatörün ancak biraz ısıtabildiği büyük, karanlık bir odaya yerleştirildikten sonra, Lucy’ye büyük, sevimsiz bir şato olan ev gezdirildi. Antredeki bir kapının önünden geçtikleri sırada birinin yüksek sesle bağırdığı duyuldu.

“Sen misin, Emma? Yeni hizmetçi kız yanında mı? Onu içeri getir. Görmek istiyorum.”

Emma kızararak, Lucy’ye özür dilercesine baktı.

İki kadın odaya girdiler. Odanın kalın kadife perdeleri ve çok az ışığın içeri girmesine izin veren küçük pencereleri vardı. Oda Victoria zamanından kalma ağır, maun mobilyalarla döşeliydi.

Bay Crackenthorpe kenarına gümüş başlıklı bir baston dayalı, tekerlekli bir koltuğa uzanmıştı.

Sarkık yanaklı, uzun boylu zayıf biriydi; buldoğa benzeyen bir kafası ve her an kavgaya hazır izlenimi veren çıkık bir çenesi vardı. Gür, siyah saçları kısmen ağarmıştı; küçük gözleri kuşkuyla parlıyordu.