Выбрать главу

Açık alana geri döndü. Helezonik huni daha da büyümüştü, yolculuklanndan sonra tamamen soğumuş siyah cisimler hızla içine yağmaya devam ediyordu. Doktor huninin her tarafını inceledi, artık bu “dağıtım"ın hangi yönde gerçekleşeceğini biliyordu; kendini, hâlâ siyah cismi anlamaya çalışan Mühendis’in ve onun etrafında toplanmış diğerlerinin yanında buldu. Koca balon yine açılmış, bir posta daha “son ürün,” fırlatıyordu. Kuyu yeniden göründü.

“Her şeyi izledim! Size anlatabilirim!” diye seslendi.

“Neredeydin? Endişelenmeye başlamıştım,” dedi Kaptan. “Gerçekten bir şey bulabildin mi? Çünkü Mühendis bir sonuç çıkaramadı.”

“Bu delilikten bir sonuç çıkaramamak, çıkarmaktan çok daha iyidir,” diye kükredi Mühendis. Ayağa kalktı, cisme öfkeyle bir tekme attı ve ateş püsküren gözlerle Doktor’a döndü. “Büyük keşif neymiş bakalım?”

Doktor gülümsedi. “Bunlar buraya sürükleniyor,” dedi, o anda yine açılmış olan hortumu göstererek, “Şimdi içerisi ısınmaya başladı, görüyor musunuz? Burada eriyip birbirleriyle kaynaşıyor ve işlemin gerçekleşeceği tepe noktasına yığınlar halinde taşınıyorlar. Sonra, henüz sıcak ve kırmızı halde, tabanın altında bir yere dökülüyorlar — orada bir başka seviye daha olmalı- ve orada başka işlemlerden geçip, daha sönük ama yine de kızarık bir halde aynı kuyudan yukarı çıkıyorlar. Tavana geçtikten sonra da bunun içine düşüyorlar,” bu kez de eliyle huniyi gösteriyordu, “Buradan tekneye, oradan hortuma geçiş, ardından erime, oluşma, erime, oluşma şeklinde bu işlem sürüp gidiyor.”

“Sen aklını mı kaçırdın?” dedi Mühendis. Alnında iri ter damlaları birikmişti.

“Bana inanmıyor musun? Git de kendin gör o halde.”

Mühendis, Doktor’un dediğini bir değil, iki kere yaptı ve tabiî bu bir saatten fazla zamanını aldı. “Son ürün” lerle yeni bir dörtgen oluşturmakta olan tekneye geri döndüklerinde ortalık kararıyor, ışık griye dönüşüyordu.

Mühendis’in sinirleri bozulmuştu, yüzünün bütün kasları seğiriyordu. Ötekiler bütün bu gizeme çok şaşırmış olmalarına rağmen ondan daha az sarsılmışlardı.

“Artık gitsek iyi olur,” dedi Kaptan. “Hava kararınca güçlük çıkabilir.” Mühendis’i kolundan tuttu. Ötekinin önce itirazı yoktu ama sonra birden fırlayıp, arkalarında bıraktıkları siyah cisme geri dönerek, güçlükle kucağına aldı.

“Bunu da mı götüreceksin?” dedi Kaptan. “Pekâlâ, birileri ona yardım etsin.”

Fizikçi, cismi kulağa benzeyen eğri büğrü şişkinliklerinden kavrayarak Mühendis’e yardım etti. Bu şekilde yürüyerek içbükey duvara ulaştılar. Doktor şuruba benzeyen parlak “şelale” nin içinden geçerek açıklığa çıktı. Ortalığı akşam serinliği sarmıştı. Keyifle, derin bir nefes alarak ciğerlerini doldurdu. Diğerleri de arkasından göründüler. Mühendis ve Fizikçi siyah cismi sırt çantalarının olduğu yere sürükleyerek yere bıraktılar.

Az sonra portatif ısıtıcı yakılmış, biraz su ısıtılmış ve et konsantresi bunun içinde çözülmüştü. Kurt gibi acıkmışlardı, sessizce yemeklerini yediler. Artık hava tamamen kararmıştı. Yıldızlar çıkıp, giderek parlaklaştığında uzaktaki korunun bulanık çalılığı da gecenin içinde kayboldu. Işık veren tek şey ısıtıcının hafif esintide titreyen mavimsi alevleriydi. Arkalarındaki “fabrika” nın yüksek duvarı ses yapmıyordu ve karanlıkta yatay dalgaların hâlâ hareket edip etmediğini görebilmek imkânsızdı.

“Dünyadaki tropikal kuşak gibi giderek karanlıklaşıyor burası,” dedi Kimyager. “Ekvatoral bölgede miyiz acaba?”

“Sanırım,” dedi Kaptan. “Gerçi gezegenin eklipliğe göre açısını bile bilmiyorum.”

“Ama bunu saptayabilmemiz gerekir.”

“Evet, ama veriler gemide.”

Bir süre sessizce oturdular. Soğuk giderek kendini hissettiriyordu, battaniyelerine sarıldılar. Fizikçi çadırlarını şişirerek, yer seviyesinde küçük bir girişi olan gergin bir yarımküre haline getirdi. Kenarlarını tutturmak için iri taşlar aradı. Gerçi kancalar vardı ama onları yerleştirecek aletleri yoktu. Bütün bulabildiği küçük yongalardı, böylece eli boş dönerek mavi alevin etrafında oturan diğerlerine katıldı. Gözü, fabrikadan getirdikleri ağır cisme takılınca, alıp onu destek yaptı.

“En azından bir işe yaradı,” dedi Doktor onu izlerken.

Mühendis oturduğu yerde eğilmiş, başını ellerinin arasına almıştı. Bu haliyle bir keder sembolü gibiydi. Hiçbir şey söylemiyordu; yemeği önüne geldiğinde bile homurdanmaktan başka bir şey yapmamıştı zaten. Sonra birdenbire ayağa kalktı ve sordu:

“Şimdi ne yapıyoruz?”

“Tabiî ki uyuyacağız.” Doktor ciddi bir suratla, paketinden bir sigara çıkardı, yaktı ve gözle görülür bir keyifle içine çekti.

“Ya yarın?” diye ısrar etti Mühendis.

“Henry, çocuk gibi davranıyorsun,” dedi Kaptan, bir avuç dolusu kumla tencereyi temizlerken. “Yarın günün büyük bölümünü fabrikayı araştırmaya devam etmekle geçirecegiz. Bugün katettiğimiz yol çeyrek mil kadar olsa gerek.”

“Ve farklı bir şey bulacağımızı düşünüyorsun, öyle mi?”

“Bilmiyorum. Önümüzde uzun bir sabah var. Öğleden sonra gemiye döneriz.”

“Harika,” diye söylendi Mühendis. Gerindi ve inledi. “Kendimi dayak yemiş gibi hissediyorum.”

“Biz de senden farklı değiliz,” diye onayladı Doktor, şakacı tavrıyla. Sonra hemen ekledi, “İyi düşün, gerçekten şunun hakkında bir şeyler söyleyemez misin bize?” Sigarasının ucuyla, çadırı tutan hayal meyal şekli gösterdi.

“Elbette. Bu açık değil mi? Bu, her yerde gördüğümüz cinsten bir…”

“Hadi, ciddi ol biraz. Şuna baksana, bir sürü ayrıntısı var. Ama bu benim alanım değil.”

“Öyle mi? Peki, sana benim alanım olduğunu düşündüren nedir?” diye patladı Mühendis. “Bu bir delinin işi,” fabrikayı işaret etti. “Ya da delilerin. Bir deliler uygarlığı. İşte sana kahrolası Aden!” Sonra sakin bir sesle ekledi: “Buraya taşıdığımız şey bir işlemin sonucu; kompresyon, bölünme, termal işlem, cilalama. Polimerlerden, inorganik kristallerden yapılmış. Neden mi? Hiçbir fikrim yok. Bu bir birim, bir bütün değil. Ve bu saçma sistemin bir parçası olarak da bana çok anlamsız geliyor.”

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Kaptan. Kimyager tabakları bir tarafa koymuş, battaniyesini seriyordu. Doktor sigarasını söndürdü ve kalan yansını dikkatle cebine koydu.

“Bunu ispat edemem. Güç hücreleri var, hiçbir şeyle bağlantısı olmayan üniteler bunlar. Kapalı bir devre gibi, ancak, acayip bir İzolasyon maddesiyle donatılmış. Bu şeyin… bunun bir işlevi olamaz. Bana göründüğü kadarıyla durum bu. Insan yıllar sonra bazı sezgilere sahip oluyor. Yanılmış olabilirim ama… hayır… her neyse, bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum.” benziyordu ama üzerlerindeki çeşitli ayrıntıların, başka şeylerle birleştirilmek üzere oluşturulduğu görülüyordu. Yarım yumurtanın da dışarı fırlamış pipetleri vardı ve bunların ağızlarına valf görevi yapan mercek biçimli parçalar oturtulmuştu. Cisimlerin bazılarından iki, bazılarından ise üç ya da dört pipet çıkıyordu. Pipetlerin birkaçı diğerlerinden daha kısaydı ve oluşumu henüz tamamlanmamış görünüyordu; sanki bunların işlemi yarıda kesilmişti. Merceklerin bazıları pipet deliklerini tamamen doldururken, bazıları yalnızca bir bölümünü kapatıyordu ve birçoğunda mercek ya yoktu ya da ancak bir bezelye büyüklüğündeki tepesi oluşmuştu. Yarım yumurtaların yüzeyleri pürüzsüz ve cilalıydı.