Parmak uçlarında parıldayan beyaz, zam gibi maddeyi diğerlerine doğru uzatarak, “Şunu koklayın,” dedi. İlk, Kimyager kokladı. Şaşkınlıkla bağırıvermişti.
“Tanıdın mı?” diye sordu Doktor.
Hepsi zamkı kokladı ve “fabrikayı dolduran acı kokuyu tanıdılar.
Doktor köşelerden birinde, kaldıraç olarak kullanabileceği bir sırık buldu, bir ucunu yaratığın altına doğru kaydırıp, biraz çevirmeye uğraştı. Ama, bunun yerine, sırık neredeyse yarıya kadar ete gömüldü.
“Durun bir dakika,” dedi Mühendis. “Böyle bir hayvan… üniteyi nasıl çalıştırabilir?”
Herkes dehşetle ona baktı.
’’Haklısın,” diye mırıldandı Fizikçi.
“Bu şeyi çevirmeniz gerek,” diye üsteledi Doktor. “Hadi, hep birlikte. aynı yönden çevireceğiz yalnızca. Tiksinmeyin öyle. Ee… ne duruyorsunuz?”
“Bekleyin,” dedi Mühendis. Dışarı çıktı ve bir dakika sonra, tüneli kazmak için kullandıkları çelik kazıklarla döndü. Bunlar gövdenin altına sokuldu ve Doktor’un yönetiminde yukarı kaldırıldı. Sibernetikçi’nin eli, bir ara, kaygan melalden kurtulup deriye değdiğinde korkudan titredi. Sonunda, yaratık iğrenç bir şapırtıyla öbür tarafa yuvarlandı. Hepsi geri kaçmış, bağıranlar bile olmuştu.
Kendisini kanat gibi saran kalın et kıvrımlarının arasında iki kollu küçük bir vücut vardı; aşağı sarkan düğümlü parmaklan yere değiyordu. Bu haliyle kütle uzun, dev bir istiridye gibiydi. Bir çocuğun başından daha büyük olmayan şey ise, ileri geri sallanırken giderek yavaşladı, durdu ve açık sarı bağ zarlarından asılı kaldı. Bütün cesaretini toplayıp ilk yaklaşan Doktor oldu. Çok eklemli kollardan birinin ucunu tuttu ve damarlı, küçük beden döndü. Ortaya çıkan; yassı, gözsüz bir yüz, açık burun delikleri ve bir insanın ağzının olabileceği yerde de, ikiye bölünmüş bir dili andıran bir çentikti.
“Aden sakinlerinden biri…” diye fısıldadı Kimyager.
Konuşamayacak kadar allak bullak olan Mühendis jeneratör şaftının üstüne oturmuş, farkında olmadan, ellerini habire tulumuna sürüyor, temizlemeye çalışıyordu.
“Bu tek bir yaratık mı, yoksa iki mi?” diye sordu Fizikçi. Doktor, ölü “adam"ın göğsüne dikkatle dokunurken, yanıbaşında onu seyrediyordu.
“Birin içinde iki, ya da ikinin içinde bir veya belki simbiyoz tarzında yaşıyorlar. Zaman zaman ayrılıyor bile olabilirler.”
“O tek başına sarkan siyah saçlı korkunçluk gibi mi?” dedi Fizikçi. Doktor başını salladı ve incelemesine devam etti.
“Ama bu canavarın bacakları yok, gözleri yok, hatta bir kafası bile yok!” dedi Mühendis ve hiç yapmadığı bir şeyi yaptı: Bir sigara yaktı.
“Bunu birazdan anlayacağız,” diye cevap verdi Doktor. “Sanırım onu parçalara ayırmama bir itirazınız yoktur? Dışarı çıkarmak için zaten bunu yapmamız gerekecek. Bu arada… pek hoş bir iş olmasa da, bir asistan beni çok memnun ederdi, doğrusu. Gönüllü var mı?”
Kaptan ve Sibernetikçi bir adım öne çıktılar.
Doktor ayağa kalktı. “Güzel. Ben aletleri arayacağım, bu biraz uzun sürebilir. Şunu söylemeliyim ki, bu oyun böyle karmaşıklaşmaya devam ederse, ayakkabılarımızı cilalamamız bile bir hafta sürecek. Başladığımız hiçbir şeyi bitiremeyeceğiz gibi görünüyor.”
Mühendis ve Fizikçi koridora çıktılar. Bu arada, lastik bir önlük giyip kollarını yukarı sıvamış, elinde cerrahi gereçlerle dolu nikel bir tepsiyle ilkyardım odasından dönen Kaptan, onların önünde durup kaşlarını çattı.
“Artıcının durumunu biliyorsunuz. Eğer sigara içmek istiyorsanız dışarı çıkın.”
Böylece tünele yöneldiler. Kimyager de onlara katıldı; güvenlikte olmaları için Mühendis’in motor odasında bıraktığı jektörü de yanına almıştı.
“Bu acayip yaratık nasıl jeneratörü çalıştırmış olabilir?” dedi Mühendis. Yanaklarını ovuşturdu; sakalları uzamıştı, artık batmıyordu. Hepsi sakal bırakmıştı. Zaten bu gidişle tıraş olmayı akıl edecek halleri olmayacaktı.
“En azından jeneratör biraz akım üretti. Bu, bobinlerin sağlam olduğunu gösterir.”
“Kısa devreye ne diyorsun?”
“Sigorta attı, hepsi bu. Mekanik elemanlar tamamen kırılmış durumda, ama bunu halledeceğiz. Duylara gelince; yedeklerimiz var, yalnızca arayıp bulmak gerekiyor. Teorik olarak, silindiri de onarabiliriz ama kendi alet takımı olmadan, bu, bir ömür sürer. Sanırım, ilk başta etraflı bir araştırma yapmamamın nedeni, her şeyi un ufak görmekten korkmamdı. O zaman durumumuz ne olurdu, tahmin edersiniz.”
“Reaktör…” diye başladı Kimyager, ama Mühendis suratını ekşitti.
“Reaktör başka bir sorun. Reaktörü yapmaya başlayacağız. Önce akıma ihtiyacımız var. Akım olmadan hiçbir şey yapamayız. Soğutma sistemindeki sızıntı deliğini nokta kaynağı ile beş dakikada hallederim. Ama bunun için de akım gerekiyor bana.”
“Şimdi mi başlayacaksın makinalarla uğraşmaya?” diye sordu Fizikçi, sesinde bir umutla.
“Evet. Şu onarım işinin sırasını belirleyeceğiz. Bunu Kaptan’la önceden konuşmuştum. Başlangıçta en azından bir çalışma ünitesi gerekiyor. Elbette üniteyi atom enerjisi olmadan çalıştırma riskini göze almak zorunda kalacağız. Tanrı bilir, nasıl olacaksa bu! Yatay kollardaki bir düzenlemeyle, belki… Elektronik kontrolların ne zamandan beri kullanım dışı olduğu, ya da atom reaktöründe neler olup bittiği konusunda en ufak bir fikrim yok.”
“Nötron irisleri bağımsız çalışabilir,” dedi Fizikçi. “Atom reaktörü otomatik olarak boşta çalışıyor. Ve elbette, çok yüksek bir ısıya ulaştığında, soğutma sistemleri de devre dışı olursa…”
“Nötron irisleri iyi durumda, ama atom reaktörü erimiş olabilir, öyle mi? lşte bu harika!”
Tartıştılar, parmaklarıyla kumda diyagramlar çizdiler. Doktor tünel girişinden kafasını çıkarıp onları çağırınca hemen ayağa kalktılar.
“Ne öğrenebildin?”
“Bir yönden bakılırsa pek bir şey yok, ama diğer bir yönden, oldukça fazla,” diye cevap verdi Doktor. Yalnızca kafası dışarı çıkmış bu haliyle konuşurken, pek acayip görünüyordu. “Bir yaratık mı, yoksa iki mi olduğundan hâlâ emin değilim. Ama her nasıl olursa olsun, sonuçta, bir hayvan.
Çift dolaşım sistemine sahip ama bunlar tamamen ayrı değil. Büyük yaratık, yani taşıyıcı, sıçrayarak ya da uzun adımlarla yürüyor.”
“Sıçrıyor mu, yürüyor mu? Arada büyük fark var,” dedi Mühendis.
“Bu doğru,” diye kabul etti Doktor. “Hörgüç sindirim sistemini içeriyor.”
“Yani sırtında bir midesi mi var?”
“O, sırtı değil. Akım onu çarpıp düşürdüğünde karnı yukarı gelmiş.”
“O zaman, küçük yaratık bir binici gibi,” dedi Mühendis.
“Evet. Bir anlamda, taşıyıcı sırt bölüme yerleşmişti. Ya da Sırt değil,” diye düzeltti Doktor. “Daha çok, büyük gövdenin içinde oturuyor gibiydi; orada keseye benzer bir yuva var. Bir şeye benzetebildiğim tek yanı da bu zaten. Bir kangurunun kesesini andırıyor, ama bu benzerlik çok küçük ve tek başına, bir şey ifade etmiyor.”
“Ve bunun zeki bir yaratık olduğunu varsayıyorsun, öyle mi?” dedi Fizikçi.
“Kapıları açıp kapatacak kadar zeki olabilir, ama jeneratörü çalıştıracak kadar değil,” dedi, hâlâ tünelde duran Doktor. “Tek problem şu ki, bizdeki anlamıyla bir sinir sistemi yok.”