Выбрать главу

Yaklaşan bir ıshk hepsinin yüreğini hoplattı. Bir saniye içinde çalılığa geri koşarak bitkilerin arasına daldılar ve jektörlerine sarıldılar. Fırıldak gibi dönen bir kolon karşılarındaki ağaçların arasında parlayarak alana girdiğinde, saplar hâlâ sallanıyordu.

Araç, hendeğe üç, dört metre kala yavaşladı ama ıslık daha da yükseldi ve etrafında güçlü bir ıslık dolandı. Hendeğin çevresinde döndü. Ansızın, çamur, yerden havaya doğru patladı ve kızılımsı bir bulut parlak diski yarıya kadar sardı. Parçalar çalılığın üzerine ve yere yapışmış adamların tepesine yağmur gibi püskürmüştü. Korkunç bir ses duydular; dev bir mahmuz ıslak bir yelken bezini yırtıyordu adeta. Sonra disk, alanın diğer ucuna vardı ve geri gelmeye başladı. Bir an için durdu, fırıldak sütun nişan alıyor gibi yavaşça sağa ve sola kaydı, sonra birdenbire hızlandı. Hendeğin öteki tarafı patlayan çamur bulutuyla örtülmüştü. Diskten bir homurtu çıktı, genleşiyormuş gibi sarsıldı. Adamlar, her iki yandaki ağaçların ve çalılığın küçülmüş yansımasını gösteren ayna gibi kabarcıkları gördüler. İçindeyse ayıya benzer bir şey kımıldıyordu. Keskin, titreşimli ses hafifledi ve kolon geldiği oluktan hızla uzaklaştı.

Taze çamurdan oluşan çıkıntılı sırt şimdi meydanın üzerinde yükselmişti ve yanında bir metre derinliğinde bir siper açılmıştı.

Adamlar yavaşça ayağa kalktılar; tulumlarındaki bitki liflerini temizlediler. Sonra, sanki önceden konuşulmuş gibi, geriye bir dönüş yaptılar. Oyuktan ayrılıp direk dizilerini ve ağaçları geçtiler. Dönen ayna-kubbe yönünde, bayırın yarı yoluna geldiklerinde Mühendis, “Belki de sadece hayvandılar,” dedi.

“Ya biz neyiz?” dedi Doktor, yankı gibi ifadesiz bir tonla. “Hayır, ben yalnızca…”

“Diskin içinde oturanın ne olduğunu da tam olarak gördün mü?”

“Ben bir şey görmedim,” dedi Fizikçi.

“Ortadaydı, bir balonun vagonuna benzer bir şeyin içinde oturuyordu. Gördün mü?” diye sordu Kaptan, Doktor’a.

“Gördüm. Ama emin değilim…”

“Yani emin olmamayı tercih ederdin?”

“Evet.”

Daha yükseğe tırmandılar, sırtı ve ırmağı sessizlik içinde geçtiler. Bir sonraki korudan birkaç parlak disk daha çıktı ğında yere yattılar.

“Çok ilginç, ama, bize fazla dikkat etmediler,” dedi Mühendis, ayağa kalkıp tekrar yürümeye başladıklarında.

Kaptan birden durdu. “Alçak RA kanalı zarar görmemişti, öyle değil mi, Henry?”

“Evet, sağlam. Neden?”

“Reaktörde yedek var. Bir kısmını alabiliriz.”

“Beş galon kadar!” dedi Mühendis. Yüzüne kurnaz bir gülücük yayılmıştı.

“Ne demek bu?” diye sordu Doktor.

“Silahı yüklemek istiyorlar,” diye açıkladı Fizikçi.

“Uranyumla mı?” Doktor sararmıştı. “Sakın bana aklımdan geçeni düşündüğünüzü…”

“Düşünmüyoruz,” dedi Kaptan sertçe. “O şeyi gördüğüm dakikadan beri düşünmeye son verdim. Daha sonra da düşünebiliriz. Ama şu anda…”

“Şuraya bakın!” diye bağırdı Kimyager.

Parlak bir disk uçarak geçti, sonra yavaşlayarak onlara doğru döndü. Beş jektör namlusu yerden kalktı; pınltısıyla göğün yarısını kaplayan koca şeyin karşısında çocuk tüfekleri gibi görünüyorlardı.

Disk dolandı; gürültünün şiddeti önce arttı, sonra tamamen kesildi. Dönüş yavaşlamıştı. Geniş, gök mavisi bir poligon gördüler; yana eğilmişti, neredeyse devrilecek gibiydi, ama onu tutmak üzere iki kol yere doğru uzadı. Merkezdeki, ayna pırıltısını kaybetmiş vagonun içinden küçük koyu renkli, tüylü bir şey çıktı ve birbirine gevşek zarlarla bağlı organlarnın seri hareketleriyle eğik, delikli kenardan aşağı inip yere zıpladıktan sonra, yarı çömelmiş bir şekilde adamlara doğru gelmeye başladı.

Aynı anda vagon, bir çiçeğin açılması gibi her yandan ayrıldı. Büyük, parlak bir gövde sonradan hızla büzülüp yok olacak kalın, ova! bir yüzeyin üzerinden yere süzüldü. Ya vaşça düzelip gerçek boyutlarına geldiğinde, ilginç bir değişikliğe uğramış olmasına rağmen, onu tanıdılar; gümüşi bir madde, gövdesini helezonik olarak tamamen, siyah çerçeveli bir delikten küçük, yassı bir yüzün göründüğü tepesine kadar sarıyordu.

Artık hareket etmeyen diskten zıplayan kürklü şey yerle bağlantısını kesmeden, çevikçe ve hızla üzerlerine doğru gelmeye devam ediyordu. Arkasında çok büyük, yassı, spatüla biçimli bir kuyruk sürüklediğini gördüler.

“Onu vuruyorum,” dedi Mühendis alçak sesle. Yüzünü jektörünün yatağına yasladı.

“Hayır!” diye bağırdı Doktor.

Kaptan, “Bekle!” diyecek oldu, ama Mühendis, sürünen yaratığa ateş edip ıskalamıştı bile. Elektrik ışını görünmedi; yalnızca zayıf bir tıslama duydular. Mühendis’in parmağı hâlâ tetikteydi. Gümüşi dev yaratık hareket etmemişti ama sonra birden, bir ıslık çıkararak kımıldadı, sürünen diğeri ise zıpladı; aşağı yukarı dört, beş metre katetmişti bu tek zıplamada. Yere indiğinde bir top halini aldı, tüylerini kabarttı ve garip bir şekilde şişti. Spatüla kuyruğu sertleşip dimdik olduktan sonra yayıldı ve istiridye kabuğu gibi vantuzlanmış yüzeyinden pırıltılı bir şeyler, rüzgâr getiriyormuş gibi, mürettebata sürüklendi.

“Vur!” diye haykırdı Kaptan.

Ceviz büyüklüğünde bir alev topu sağa sola hafifçe kayarak ve durmaksızın havada süzülerek onlara yaklaşıyor, bu arada, kızgın metale düşen su damlaları gibi tıslıyordu. Hiç vakit kaybetmeden, hep birlikte ateş ettiler.

Birkaç vuruştan sonra, küçük yaratık yere düşmüş ve üstünü tamamen örten yelpaze kuyruğun altında kıvrılıp kalmıştı. Hemen hemen aynı anda alev topu, yolunu kaybetmiş gibi yön değiştirdi. Adamlar üç, dört metre kadar geçerek gözden kayboldu.

Büyük gümüş yaratığın tepesinde ağa benzer bir şey belirdi ve yaratık buna tırmanarak açık vagona doğru yükselmeye başladı. Adamlar onun vücuduna isabet eden vuruşların sesini duyabiliyorlardı. Sonra büküldü ve gümbürtüyle yere düştü.

Hepsi kalkıp ona doğru koştu.

“Yukarıya bakın!” diye bağırdı Kimyager.

Ormandan çıkan iki parlak disk tepelere doğru uçuyordu. Adamlar her şeye hazır olarak oyuğa daldılar, ama garip bir şey oldu ve diskler, yavaşlamadan geçip kayboldu.

Bunu boğuk bir gümleme izledi. Arkalarına baktılar; nefes alan ağaçların korusundan gelmişti. Ağaçlardan biri ikiye bölünmüş ve dalları çatırdayarak yere devrildikten sonra bir buhar bulutu kusmuştu.

“Acele edin!” diye bağırdı Kaptan. Tüysüz, etsi kuyruğunun altından pençeleri çıkmış küçük yaratığa doğru koştu; namluyu onun üstüne doğrultup on beş saniye boyunca aralıksız ateş etti. Yanık parçalarını botlarıyla sağa sola dağıtıp toprağa bastırdı. Mühendis ise, çıkıntı oluşturan hörgüce yaklaşıp dokundu; genişliyor gibiydi.

“Yak onu!” diye bağırdı Kaptan, onlara doğru koşarken. Rengi bembeyaz olmuştu.

“Çok büyük,” dedi Mühendis.

“Göreceğiz!” dedi Kaptan, kenetlenmiş dişlerinin arasından ve yarım metrelik bir mesafeden ateşledi. Jektörünün yatağının çevresindeki hava ışıldadı. Gümüş gövdenin üstünde oluşan siyah yamalardan dönerek yükselen isin ardından, berbat bir koku havayı sardı ve yaratığı etinde kabarcıklar oluşmaya başladı. Kimyager bir süre baktıktan sonra arkasını döndü. Sibernetikçi de geriledi. Kaptan silahını boşalttıktan sonra, tek kelime etmeden Mühendis’inkine uzandı.

Ceset siyah, çökük ve yassıydı. Duman, üzerinde daireler çiziyor ve küller havaya yükseliyordu. Kabarcıklar şömine deki kütükler gibi çıtırdamaya başladı, ama, Kaptan, uyuşmuş parmağıyla, önünde parlak köz parçalarından bir yığın oluşana kadar tetiğe asıldı. Sonra jektörünü yukarı kaldırarak yığının üstüne zıpladı ve parçaları öteye doğru tekmelemeye başladı.