Выбрать главу

“Biri bana yardım etsin!” Bunu söylerken, tıkanmış gibiydi.

“Yapamam,” diye inledi Kimyager. Gözleri kapalı, ayakta duruyordu. Alnında boncuk terler birikmişti. Kendi kendini boğazlamaya hazırlanıyormuş gibi, iki eliyle gırtlağına yapışmıştı.

Ama Doktor, Kaptan’ın imdadına yetişerek kömür olmuş parçaları fırlatmasına yardım etti. Parçalardan, habire aşağı yukarı zıplayan iki tanesi, aslında komik görünüyordu. Yanık yumruları toprağa gömdükleri yerleri, geriye hiçbir iz kalmayıncaya dek, jektörlerinin saplarıyla tırmıkladılar.

“Nasıl oluyor da biz hâlâ onlardan iyi durumdayız?” diye sordu Doktor, mola verdiklerinde; terle yıkanmış ve soluk soluğaydılar.

“Önce o bize saldırdı,” diye ters ters baktı Mühendis, jektörünün üstündeki isi silerken. Öfkeliydi.

’Tamam, bitti!” diye diğerlerini çağırdı Kaptan. Yavaşça yaklaştılar. Havada kesif bir koku vardı ve bitki örtüsü, geniş yarıçaplı bir daire şeklinde kömür olmuştu.

“Ya şunu ne yapacağız?” diye sordu Sibernetikçi. Dört katlı bir bina gibi üzerlerinde yükselen gök mavisi aracı gösteriyordu.

“Bir bakalım, çalıştırabiliriz belki,” dedi Kaptan.

Mühendis gözlerini koca koca açtı. “Yapabileceğimizi mi düşünüyorsun?”

“Şuraya bakın!” diye bağırdı Doktor.

Korunun üzerinde birbiri ardına üç disk belirmişti. Her zamanki gibi, kendilerini yere attılar. Kaptan batarya şarjö rünü kontrol ederek bekledi, dirseklerini kalın yosunun üstünde iki yana iyice açmıştı. Diskler geçip gittiler.

“Benimle geliyor musun?” diye sordu Kaptan, Mühendise. Başıyla, yerden altı metre yukarıda asılı duran vagonu göstermişti.

Mühendis bir şey söylemeden, aracı tutan kollardan birine koştu ve bunun üzerindeki deliklerden, hızla yukarı tırmandı. Kaptan onu izledi. Vagonun çıkıntısına ulaşan Mühendis, orada bir şeyleri yerinden oynattı ve o her ne idiyse, adamlar iki metalin birbirine sürtündüğünü duydular. Sionra kendini yukarı çekerek Kaptan’a elini uzattı. Kaptan yakaladı ve her ikisi de gözden kayboldular. Uzun bir süre hiçbir şey olmadı; sonra vagonun beş açık parçası yavaşça, ama gürültüyle kapandı. Aşağıdakiler sarsıntıyla, geri çekildiler.

“O top neydi?” diye sordu Doktor, Fizikçi’ye yukarı bakarlarken. Vagonun içinde gölgeler hareket ediyordu.

“Küresel bir yıldırım gibi görünüyordu,” dedi Fizikçi, biraz tereddüt ettikten sonra.

“Ama onu püskürten, bir hayvandı.”

“Evet, gördüm. Belki lokal elektrik akımı sözkonusuydu… Bak!”

Mavi poligon birden titredi, çınladı ve dönmeye başladı. Yerde dengesini sağlayan destek kolları yayılıp büküldü ve az daha düşüyordu. Tehlikeli bir şekilde böyle sendelerken son anda, bu kez çok daha yüksek ve kulak tırmalayıcı bir çınlama çıkardı. Aracın tümü, bir bulanıklığın ardında görünmez oldu ve bir rüzgâr aşağıdakilerin üzerinden geçti. Disk bir hızlı, bir yavaş dönüyordu ama kıpırdamıyordu. Dev bir uçağın motoru gibi gümbürdüyordu; adamlar iyice gerilediler. Alttaki destek kolları birer birer yükselip parlak anaforun içinde kaybolmaya başlamıştı. Sonra, bir ateşleme gibi, disk, oluğun üzerinde hızlandı, oluğu geçti ve birden bire yavaşlayarak toprağı savurdu. Korkunç bir gürültü çıkarmıştı ama biraz ilerlemişti. Sonunda oluğa geri döndüğünde akıl almaz bir hıza ulaştı ve on beş saniye içinde ormanın olduğu çayırın üzerinde küçük bir ışığa dönüştü.

Geri dönüş yolunun üzerinde oluktan tekrar ayrıldı ve süründüğü söylenebilecek kadar yavaşladı; güçlükle ilerlediği belliydi. Havaya karışan bir pislik bulutu alt tarafını örtmüştü.

Destek kolları çınlayarak yere uzadı ve disk yeniden görünür hale geldi. Vagon açıldı, Kaptan aşağı eğilerek bağırdı: “Herkes binsin!”

“Ne?” diye bağırdı Kimyager hayretler içinde, ama Doktor durumu kavramıştı.

“Gezintiye çıkıyoruz.”

“Hepimiz sığacak mıyız?” diye sordu Sibernetikçi, metal bir halkaya tutunurken. Ama Doktor çoktan yukarı ulaşmıştı bile.

Birçok disk korunun üzerinden uçmuştu ama hiçbiri adamların farkına varmışa benzemiyordu. Vagonda dört kişinin oturabileceği bir boşluk vardı; böylece iki kişi içbükey tabanda uzanmak zorunda kaldı. Tanıdık, acı bir koku burun deliklerine ulaşıp onlara bütün olup biteni hatırlatınca bir anda keyifleri kaçıverdi.

Yerde yatan Doktor ve Kimyager hiçbir şey göremiyordu. Altlarındaki uzun paneller bir botun portatif merdiven basamaklarına benziyordu. Bir başka tiz çınlamadan sonra hareket ettiklerini hissettiler. Üstünde yattıkları paneller çok çabuk şeffaflaştı ve altlarındaki açık alanı görebilmeye başladılar. Bir balonun içinde süzülüyorlardı sanki. Ses çok yüksekti. Vagonun önündeki, kontrolu sağlayan, yüzgece benzer nesnenin yanında sıkışıp kalan Kaptan ve Mühendis yorucu ve olmadık pozisyonlara girmek zorunda kalmışlardı ama Kaptan hâlâ Mühendise hararetle bir şeyler anlatı yordu. Birkaç dakikada bir yer değiştirmek zorunda kalmaları, sonunda Fizikçi ve Sibernetikçi’nin de yerde yatan iki adamın üzerine uzanmalarına neden oldu.

“Nasıl çalışıyor?” diye sordu Kimyager Mühendise. O sırada Mühendis iki elini de yüzgecin derin oyuklarına sokmuş, rotayı kaydırmamaya çalışıyordu. Bir oluk boyunca hızla gidiyorlardı ama vagonun içinde hızlı deviri hissettirecek en ufak bir hareket yoktu; adeta süzülüyorlardı.

“Hiçbir fikrim yok,” diye inledi Mühendis. “Kramp girdi, şunu tutsana!” O diğer tarafa geçip, Kaptan da girintiye sıkışmaya çalışırken disk sarsılıp oluktan çıktı ve şiddetle fren yaparak sert bir dönüş yapmaya başladı. Kaptan ellerini kontrol mekanizmasının içine soktuktan bir dakika sonra dev topacı, dönüşünü durdurarak oluğa geri yöneltmeyi başardı. Artık daha hızlı gidiyorlardı.

“Neden oluğun dışındayken yavaş gidiyor?” diye sordu Kimyager. Dengesini korumak için Mühendis’in omuzlarına tutunuyor, açık bacaklarının arasında da Doktor yatıyordu.

“Sana söyledim, hiçbir fikrim yok,” dedi Mühendis. Dümenin iz bıraktığı bileklerini ovuşturuyordu. “Bir jiroskopla ilgisi olabilir. Kimbilir?”

İkinci bir tepe zincirini geçtiler. Aşağıdaki alan tanıdık görünüyordu; önceden yürüyerek geçmişlerdi. Diskin onları çevreleyen dış hatları flu bir şekilde görülebiliyordu. Oluk birdenbire yön değiştirdi. Gemiye gidebilmek için bu rotadan ayrılmalar gerekiyordu. Hızları saatte on beş milin altına düştü.

“Bu araçlar olukların dışında kullanılmaya elverişli değil, bunu unutmamamız gerekiyor!” diye bağırdı Mühendis gürültünün arasından.

“İdareyi al!” diye bağırdı Kaptan.

Bu kez, yer değiştirmeleri sorun yaratmadı. Dik eğimli bir bayırda, yürüyüş hızından biraz daha yüksek bir hızla yükseliyorlardı. Mühendis manzaranın içinde çamur duvarlı kanyonu gördü. Akciğerağaçlara ulaştıklarında ise yeniden kramp girdi. “Al şunu!”

Ellerini çekerken Kaptan, onun yerini almak üzere atıldı. Disk tehlikeli bir biçimde kayalığın yakınında yan yattı. O anda keskin bir darbe sesi geldi; vızıldayan aracın kenar bir ağacın tepesine çarpmıştı. Kırılan dallar uçuştu ve vagon korkunç bir patırtıyla yandan çatladı. Kökünden sökülen bir başka ağaç, dallarıyla gökyüzünü süpürdü ve toprak, aracın altından kayıp onu yukarıya kadar içine gömdüğünde, kabarcık yapraklar, üzerinde bir ıslıkla patladı. Beyaz tohumlardan bir bulut havayı doldurdu, ardından sessizlik başladı. Çökmüş vagon, kayalıklara gömülmüştü.