“Ama hiç kimse iniş yapmamıştı, öyle değil mi?”
“Evet. Hiç kimse.”
İç kapak tepedeydi, eğimli duruyordu. Ortama yabancılıkları — duvarlar yer olmuştu, tavan da duvar-yavaş yavaş geçti.
“Bunun için canlı bir merdiven gerekecek,” dedi Kaptan. Doktor’un el feneriyle iç kapağı dikkatle incelemeye başladı. Hava geçirmez mühür sağlamdı.
“İyi görünüyor,” dedi Sibernetikçi, boynunu uzatarak.
“Evet,” diye onayladı Mühendis. Direkleri büken ve aralarındaki ana kontrol tablosunu ezen korkunç gücün iç kapağı da sıkıştırmış olmasından korkuyordu. Ama düşüncesini kendine sakladı. Kaptan, Kimyager’e duvarın yanında durup eğilmesini söyledi.
“Bacaklar açık, eller dizlerde; böylesi senin için daha rahat olacak.”
“Her zaman bir sirkte çalışmayı istemişimdir,” dedi Kimyager, yere çömelirken. Kaptan bir ayağını omuzuna koyarak yükseldi ve duvara yaslanarak nikel kaplı manivela kolunu parmaklarıyla yakaladı.
Önce sıkıca tuttu, ardından kendini koyvererek sallandı. Ezik cam parçalarının kilit mekanizmasına dolduğunu düşündüren bir gıcırtı çıktı ve kol, bir çeyrek dönüş yaptıktan sonra durdu.
“Doğru yöne mi çeviriyorsun?” diye sordu el fenerini tutan Doktor. “Gemi onunla aynı yönde.”
“Bunu hesaba katmıştım.”
“Biraz daha güçlü çekemez misin?” Kaptan yanıt vermedi. Diğer elini de manivela koluna getirmeye çalışıyordu. Tek eliyle sallanırken, bu oldukça zordu, ama sonunda başardı, altında duran Kimyager’e çarpmamak için bacaklarını topladı ve kendini iyice yukarı çekip vücudunun bütün ağırlığıyla aşağıya bırakarak kolu birkaç kez çekti. Bu arada vücudu duvara çarpınca, homurdandı.
Üçüncü ya da dördüncü defada manivela biraz daha kıpırdadı. Hala iki inç kadar dönmesi gerekiyordu. Kaptan, bütün gücünü toplayarak kendini bir kez daha saldı. Manivela korkunç bir gıcırtıyla kilit diline geçti; sürgü çekilmişti.
“Mükemmel, mükemmel,” dedi Fizikçi keyifle.
Mühendis hiçbir şey söylemedi, aklı başka yerdeydi.
Sıra iç kapağın açılmasına gelmişti; bu, daha da zor bir işti. Mühendis bölme kapısının kolunu denedi, ama hiç umut yoktu; borular çeşitli yerlerinden yarılmış ve bütün sıvı dışarı akmıştı. Doktor’un fenerinin aydınlığında, çark, üzerlerinde bir ışık halkası gibi parıldadı. Jimnastik yetenekleri için fazla yüksekteydi: üç buçuk metreden fazla. Kırık eşyaları, minderleri, kitapları biraraya getirdiler. Kütüphane, kalın gökyüzü atlaslarına kadar, sarsıntıdan tamamıyla sağlam çıkmıştı. Mühendis’in komutasında, birkaç yanlış girişimden sonra, adamlar bunlardan tuğla gibi yararlanarak bir piramit inşa ettiler. Altı ayak yüksekliğindeki bu yığını oluşturmaları yaklaşık bir saatlerini aldı.
“Bedensel işlerden nefret ederim,” diye soludu Doktor. Havalandırma birimindeki bir boşluğa sıkıştırdıkları fener, kütüphaneye gidip kolları kitaplarla dolu dönerlerken yollarını aydınlatıyordu. “Daha önce, sınırlı olanaklarla böyle icatların ortaya çıkarılabileceğine inanmazdım. Hele yıldız yolculuklarında…” Şimdi tek konuşan oydu. En sonunda Kaptan, arkadaşlarının yardımıyla, piramite dikkatle tırmandı ve çarka parmaklarıyla dokundu.
“Henüz yeterli değil,” dedi. “İki inç kısa. Eğer zıplarsam hepsi devrilecek”
“Bende şans eseri Tachyon Teorisi var,” dedi Doktor, elinde bir kütleyi kaldırarak “Bu, işimizi görür.”
Kaptan çarka sıkıca tutundu. El feneri kıpırdayınca, gölgesi, şimdi tavan olan beyaz plastik kaplamanın öbür tarafına atladı. Kitapların birkaçı aniden yer değiştirince Fizikçi, “Dikkat et,” diye bağırdı.
“Elimizde itebilecek bir şey yok,” diye yakındı Kaptan hırıltılı bir sesle. “Kahretsin!” Çark ellerinden kaydı. Bir an dengesini kaybetti ama toparlandı. Diğerleri de artık yukarıya bakmaktan vazgeçip, kollarını birleştirerek, devrilmesini önlemek için dengesiz yükseltiyi bütün yönlerden sardılar. Kaptan çarkın kolunu yeniden tuttu. Bir kazınma sesinin ardından birdenbire kitaplar devrildi. Kaptan havada asılı kaldı ama çark bir tam dönüş yapmıştı.
“On bir kez daha,” dedi kitap yığınının üstüne atlarken.
İki saat sonra iç kapak sorunu çözülmüştü. Açılmaya başladığında bütün mürettebat alkış tuttu.
Koridorun ortasında yukarıdan sarkan açık kapak, bölmeye girmeyi kolaylaştıracak bir platform oluşturuyordu. Giysiler sağlam çıkmıştı; içlerinde durdukları kilitli dolaplar şimdi yataydı. Adamlar bunların arasından geçtiler.
“Hepimiz çıkacak mıyız?” diye sordu Kimyager.
“Önce dış kapağı açıp açamayacağımızı görelim…”
Ama dış kapak, manivela ana gövdeyle kaynaşmış gibi, kımıldamadı bile. Altısı birden omuzlarıyla yüklenip ittiler, ardından vidalan değişik yönlere çevirmeye çalıştılar, ama vidalar da dönmedi.
“Ulaşmak kolay, zor olan, karaya çıkmak,” diye bir sonuç ortaya attı Doktor.
“Çok zekice,” dedi Mühendis. Ter gözlerini yakıyordu. Kilitli dolapların üzerlerine oturdular.
“Açlıktan ölmek üzereyim,” dedi Sibernetikçi sessizlikte.
Fizikçi, “Bir şeyler yesek iyi olacak,” dedikten sonra ambara girmeyi önerdi.
“Mutfağı denesek daha iyi olur. Dondurucuda yiyecek var…”
“Ben yalnız beceremem. Yolda bir ton hurda var. Başka gönüllü yok mu?”
Doktor gitmeyi kabul etti. Kimyager de istemeyerek kalktı. Yarı açık iç kapağın çıkıntısında kafaları kaybolduğunda ve yanlarına aldıkları fenerin son ışığı da yok olduğunda Kaptan fısıltıyla konuştu:
“Hiçbir şey söylemek istemedim. Durumun farkındasınız, değil mi?”
“Evet,” dedi Mühendis. Karanlıkta Kaptan’ın ayakkabısına dokundu ve elini üstüne koydu. Bir desteğe ihtiyacı vardı. “Dış kapağı kesebileceğimizi düşünüyor musun?”
“Ne ile?” diye sordu Mühendis. “Bir lehim bekimiz var.”
“Sen hiçbir lehim bekinin bir buçuk ayaklık bir seramiti kestiğini duydun mu?”
Sessiz kaldılar. Geminin derinliklerinden yankılı bir ses duyuldu; bir mahzenden geliyormuş gibiydi.
“Bu ne?” dedi Sibernetikçi. Sesi sinirliydi, ayağa kalktı.
“Otur,” dedi Kaptan, nazik ama kesin bir sesle.
“Sence kapı… gövdeyle kaynaşmış mıdır?”
“Bilmiyorum,” diye yanıtladı Mühendis.
“Peki, neler olduğu hakkında bir fikrin var mı?”
“Atmosfere yaklaştığımızı düşünmediğimiz bir anda kozmik hızla atmosfere daldık. Ama otopilot hata yapmış olamaz.”
“Hatayı biz yaptık, otopilot değil,” dedi Kaptan. “Kuyruğu hesaba katınayı unuttuk.”
“Ne kuyruğu?”
“Atmosferi olan her gezegenden hareket yönünün tersine doğru kuyruk şeklinde bir gaz tabakası uzanır. Bunu bilmiyor muydun?”
“Evet, tabii biliyordum. Demek böyle bir kuyruğun’içine düştük? Ama yoğunluğu oldukça azalmış olmalı.”
“On üzeri eksi altı,” dedi Kaptan. “Ya da o civarda. Ama biz saniyede kırkbeş milin üzerinde gidiyorduk dostum. Bizi bir duvar gibi durdurdu. İlk darbe buydu, hatırlıyor musun?”
“Evet,” dedi Mühendis. “Ve stratosfere girdiğimizde hâlâ altı ya da yedi mil yapıyorduk Gerçekten de parçalara bölünmeliydik. Geminin buna dayanmış olması çok garip.”
“Garip mi?”
“Bu gemi, yirmilik bir akım yükleme oranına göre tasarlandı. Ve ben ekran patlamadan önce okun göstergede nasıl fırladığını kendi gözlerimle gördüm. İbre otuza çıktı.”