“Bir başka gezi gerekecek,” dedi Mühendis. “Hatta birkaç gezi. Geceleri çıkabiliriz. Ama bazılarımız — iki ya da üçümüz-gemide kalsa iyi olur. Bu arada, neden yalnız biz konuşuyoruz?” diye sordu, bir süredir çıtı çıkınayan üç adama dönerek.
“Gemide mümkün olduğunca sıkı çalışmamız iyi olur, ama şu İkicanlı uygarlığı üzerinde de durmamız gerekiyor,” dedi Fizikçi alçak sesle. “Ve bu iki çalışma birbiriyle çakışıyor. Bilinmeyenlerin sayısının çokluğu ise bir strateji belirlememize engel. Kesin olarak tek bir şey var: Hangi yönde hareket etmeye karar verirsek verelim, büyük riskle karşı karşıyayız.”
“Sanırım tüm söylediklerini anlıyorum,” dedi Doktor, aynı yorgun, alçak sesle. “Şu anda güçlü atom saldırıları yapabilecek durumda olduğumuzu gözönüne alarak — elbette kendimizi korumak için-daha derin araştırmalar yapmak istiyorsunuz. Bu, gezegenin tümünü kapsayacak anlamına geliyorsa, ben yokum beyler. Büyük kayıplarla kazanılacak bir Pirüs zaferinde yeralmaya hiç niyetim yok, ki onlarda atom enerjisi olmasa da bu böyle olacak…. Haa, ayrıca, olmadığını da iddia edemem. Diskleri ne tür bir motor çalıştırıyordu, sizce?”
“Bilmiyorum,” dedi Mühendis. “Ama atom enerjisi değildi. Bundan hemen hemen eminim.”
“Bu ’hemen hemen’ bize pahalıya patlayabilir.” Doktor geriye uzandı, gözlerini kapattı ve yere düşmüş bir kitap çantasının üstünde başını dinlendirmeye başladı. Daha fazla konuşmak istemiyor gibiydi.
“Boşa kürek çekmek bu,” diye mırıldandı Sibernetikçi.
“Peki, biz… iletişim kurmayı denesek?” dedi Kimyager.
Doktor doğrulup dimdik oturdu, ona baktı ve “Teşekkür ederim. Bunu hiç kimse söylemeyecek sanıyordum!” dedi.
“İletişim kurmaya kalkışmak, kendimizi onların insafına bırakmak demek!” diye haykırdı Sibernetikçi ayağa kalkarak.
“Neden?” diye sordu Doktor donuk bir sesle. “Örice silahlanabiliriz, hatta atom atıcıları da dahil olmak üzere. Ama bir gece sinsice, kasabalarına ve fabrikalarına sokulmamız gerekmez.”
“Pekala… İletişimi hangi yolla kurmayı planlıyorsun?”
“Evet, onu söyle,” dedi Kaptan.
“Bunu şimdi deneyemeyeceğimizi kabul ediyorum,” diye yanıtladı Doktor. “Gemide elimizden geldiği kadar çok aleti onardıktan sonra gerçekleşmesi daha iyi olur, şüphesiz. Atom ateşleyicileri ile olması gerekmese de, elbette silahlanacağız… Sonra bazılarımız gemide kalacak ve bazılarımız da, örneğin üçümüz diyelim, şehre yaklaşacak. Bunlardan biri onlarla iletişim kurmaya çalışırken, diğer ikisi de yakın mesafede kalıp izleyecek…”
“Her şeyi hesaplamışsın. Bahse girerim ki, şehre hangimizin gireceğini de biliyorsundur,” dedi Mühendis, sert bir sesle.
“Evet, biliyorum.”
“Güzel. Ama, sen intihar etme girişiminde bulunurken ben arkanda olmayacağım!” Mühendis ayağa kalkıp Doktor’un tepesinde dikildi. Doktor ise, ona bakmıyordu bile. Hiçbiri Mühendis’i böyle hırçın görmemişti. “Eğer bu kazadan kurtulabildiysek ve mezara dönen bir gemiden dışarı çıkabildiysek — özellikle, bu gezegen, bir parkmış gibi gezinti yapmaya kalkışmanın büyük riskini göze aldıysak-bu kahrolası, saçma sapan laflar edilsin diye değil…” Öfkeden soluğu tıkanmıştı. “Bu filmi gördüm ben. İnsanlık görevi! Yıldızlarda barış ve iyi niyet! Sen delinin tekisin! Sakın bana bugün birilerinin bizi öldürmeye çalışmadığını söyleme! Ya da gördüğümüzün bir toplu mezar olmadığını!”
Doktor başını kaldırdı. “Evet, bizi öldürmeye çalıştılar. Ve o ölüler de büyük olasılıkla katledilmişlerdi.” Herkes onun sakinliğini korumak için nasıl çaba harcadığını görebiliyordu. “Ama şehre gitmeliyiz.”
“Bundan önce halletmemiz gerekenler nelerdir?” diye.sordu Kaptan.
Doktor bir an ürperdi. “Doğru,” dedi. “Yaktığımız ceset… evet. Sence doğru olan neyse, onu yap. Sen karar ver. Ben gidiyorum.” Kalktı, kapının yatay çerçevesinin üzerinden geçerek çıkıp gitti. Ötekiler, onun fikrini değiştirip geri ı dönmesini beklediler.
“Kendini kaybetmemelisin,” dedi Kaptan Mühendise. Sesi sakindi.
“Sizler çok iyi biliyorsunuz ki…” diye başlamıştı Mühendis, ama onun gözlerine baktıktan sonra, “… evet, kaybetmemeliyim,” dedi.
“Doktor bir konuda haklı,” dedi Kaptan, aşağı kayan bandajını düzeltirken. “Kuzeyde bulduğumuz şey, doğuda gördüklerimize uymuyor. Şehirle aramızdaki mesafe, fabrikayla aramızdakinin aşağı yukarı aynı. Kuşbakışı, on beş ya da yirmi mil olduğunu söyleyebilirim.”
“Daha fazla,” dedi Fizikçi.
“Belki. Şimdi bu yarıçap dahilinde güneyde veya batıda başka şeyler olup olmadığından kuşkulanıyorum. Çünkü, böyle bir durumun sözkonusu olması, bizim, şehir alanı içinde aşağı yukarı kırk mil çapında bir tür ’çöl’ adanın ortasına iniş yaptığımız anlamına geliyor. Bu, çok büyük ve inanılmaz bir rastlantı olurdu. Sizce de öyle değil mi?”
“Evet,” dedi Mühendis yere bakarak.
Kimyager başını sallayarak, “Bunları işin başında konuşmalıydık,” dedi.
“Doktor’un kuşkularını paylaşıyorum,” diye devam etti Kaptan. “Ama önerisi bu şartlar altında safça ve uygunsuz düşüyor. Yabancı bir uygarlıkla temasa geçmenin kuralları, şu anda, kendimizi içinde bulduğumuz duruma hiç uygun değil; toprağa gömülmüş bir enkazın içinde yaşayan savunmasız kazazedeler. Şurası çok açık ki, gemideki arızaları gidermemiz şart, ama aynı zamanda, ortada bir bilgi toplama yarışı var; onlarla bizim aramızda. Şu ana kadar, biz öndeyiz. Bize saldıran canlıyı yok ettik. Neden saldırmıştı, orasını bilmiyoruz. Belki onların düşmanlarından birine benziyoruz. Bunun da doğrusunu bulmamız gerekecek, eğer yapabilirsek. Gemi yakın bir zamana kadar onarılamayacal< olursa, her şeye hazır olmalıyız. Etrafımızı saran uygarlığın ileri düzeyde olduğu açık. Benim yaptığım — daha doğrusu yaptığımız-yalnızca, bizi bulmalarını biraz olsun geciktirecek Bu yüzden şimdi bütün gücümüzü silahlanmak için kullanmalıyız.”
“Bir şey söyleyebilir miyiz?” dedi Fizikçi.
“Evet, tabi!.”
“Ben Doktor’un bakış açısına dönmek istiyorum. Duygusal olmakla birlikte, ortada lehimize olabilecek bir tartışma var. Bu ilk temas konusu kesinlikle tarafsız değil. Bizi bul duklarında, bu, bizi aradıkları için olacak. Ve o saatten sonra, bir anlaşmaya varmak çok zorlaşacak. Kuşkusuz, bir saldırı gerçekleşecek ve biz, hayatta kalmak için savaşacağız. ’Ama, diğer taraftan, eğer biz onlarla karşılaşmaya çalışırsak anlaşmaya varma şansımız yüksek olmamakla birlikte, en azından doğacak. Bu nedenle, sadece tedbirli olmak adına, ’erdemli davranmak bir yana, önceliği bizim almamız iyi olacaktır.”
“Pekâlâ, ama bunun pratikteki anlamı nedir?” diye sordu Mühendis.
“Pratikte şimdilik farklı bir şey olamaz. Silahlanmamız gerek, hem de mümkün olduğunca çabuk. Ama bunu yapar yapmaz, ilk iletişime, şu ana kadar araştırdığımız arazinin dışında bir yerde geçmemiz iyi olur.”
“Neden başka yerde?” diye sordu Kaptan.
“Çünkü çok büyük olasılıkla, şehre ulaşamadan saldırıya Uğrarız. Diskleri kullanan yaratıklar tarafından.” i” Başka taraflarda daha barışçı canlılar bulacağımızı nereden biliyorsun?”
“Bunu bildiğimi iddia etmiyorum. Ama kuzeyde ve doğuda bize göre bir şey olmadığı ortada. En azından şimdilik. Bundan eminim.”
“Ağırlığı on dört ton. Sibernetikçi’ye sor.”
“Kontrolu iki gün sürer. En azından…” dedi Sibernetikçi. “Ama ondan önce, işlem robotlarına ihtiyacımız var.”