Onları en çok şaşırtan karanlıktı. Kesinlikle bu gezegende yaşayanların gözleri vardı ve geldikleri de biliniyordu. Bu sakinlik huzursuz ediciydi; herhangi bir nöbetçiyle, ya da en azından bir hareketle karşılaşmaları gerekirdi. Çünkü yukarıdan gördükleri ışıklar burada birilerinin olduğunun kanıtıydı.
Artık bu araştırma daha çok, bir kabusa benzemeye başlamıştı. Işığı özlemişlerdi, fenerleri etraflarındaki kasveti arttırmaktan başka işe yaramıyor gibiydi ve tek gördükleri, anlaşılmaz cisim parçalarıydı.
Birden, çok belirgin bir hareket sezdiler ve o yöne doğru koşmaya başladılar. Dar sokağı koşturmacanın kapalı duvarlara çarpıp kırılan yankıları doldurdu. Adamlar, önlerinde fenerleri koştukça, gri gölgeler tepe kemeri boyunca geziniyor, iyice yakınlaşana kadar alçalıyordu. Hareketin gürültüsü sustu, sonra yeniden başladı. Karanlık ara sokak girişleri geride kaldıkça, tavan, dalgalar halinde inip çıkıyordu. Adamlar, bitkin, durdular.
“Baksana… sence bizi… tuzağa mı sürüklüyorlar?” diye soludu Kimyager.
“Aptallaşma!” dedi Doktor, kızgın kızgın.
Duvarları siyah deliklerle dolu bir kuyunun yanında duruyorlardı. Deliklerin birinden solgun, yassı bir yüz göründü, ama fenerlerini oraya çevirdiklerinde delik boştu.
Devam ettiler. Diğerlerinin varlığı artık bir tahmin değildi, onları her yerde hissedebiliyorlardı. Doktor ise, karanlıkta olabilecek bir saldırı veya çarpışmayı, bu, hiçbir sonuç çıkmayacak anlamsız araştırmaya tercih edebileceğini düşünmeye başladı. Saatine baktı. Neredeyse yarım saat geçmişti; az sonra geri dönmeleri gerekecekti.
Birkaç metre ötede, duvardaki bir dirsekte, tepesinde sivri, belirgin bir kemerin durduğu bir giriş bulunuyordu. Eşiğin her iki tarafında yumru biçimli taş gövdeler yükseliyordu. Kimyager fenerini içeri tuttu. Işık bir sıra oyuğu atladıktan sonra hareketsiz bir çıplak vücut yığınının üstüne düştü.
“Oradalar!” dedi, nefes nefese geri çekilirken. Doktor, arkasında Kimyager’in ışığı, içeri girdi. Çıplak gövdeler birbirine kenetlenmiş, donmuş halde duvara yapışmıştı. Önce ölü olduklarını düşündüler, ama parıldayan su damlacıkları sırtlarından aşağı süzülüyordu.
“Hey!” dedi Doktor yavaşça, durumun anlamsızlığını hissederek Dışarıdan ve yukarıdan uzun, tiz bir ıslık geldi; arkasından, birçok sesin oluşturduğu bir inilti taş odada tekrarlandı. Yaratıkların hiçbiri kıpırdamıyor, yalnızca inliyorlardı. Ama sokakta hareket vardı; adamlar ayak sesleri duyuyorlardı, birileri koşuyordu ve birçok karanlık şekil büyük sıçrayışlarla geçiyordu. Yankılar durduğunda Doktor dışarı baktı; yolda hiçbir şey yoktu. Şaşkınlığı kızgınlığa dönüşmüştü. Fenerini söndürerek girişte dışarıyı dinlemeye başladı.
Karanlıkta yine ayak sesleri duyuldu.
“Geliyorlar!”
Doktor, Kimyager’in silahına yapıştığını görmedi ama hissetti ve “Ateşleme!” diye bağırdı.
Sokak birdenbire doldu. Hörgüçler, Kimyager’in fenerinin ışığında sağa sola, yukarı aşağı atlayıp zıplıyor, vücutların birbirine çarpışının yumuşak gümbürtüsü duyuluyordu. Dev gölgeler uçuşuyor ve kanat gibi çırpınıyordu. Boğuk seslerin feryatlarına bir hırıltı karıştı ve ağır bir şey Kimyager’in ayaklarına düşerek onu yere devirdi. Bir saniye için gözü, küçük bir yüze ilişti, beyaz gözler ona bakıyordu. Yere çarpan feneri sönmüştü, şimdi her yer koyu karanlıktı. İşlek bir caddenin ortasında kalmış, elleriyle soğuk asfaltı yoklayan kör bir adam gibi, korkudan deliye dönmüş, el yordamıyla feneri aramaya başladı.
Doktor’u çağırdı ama sesi yetmedi. Birbirine toslayan düzinelerce vücut geçmeye devam ediyordu.
Kimyager fenerinin metal silindirini yakalayıp ayağa fırladı, ama çok güçlü bir esinti onu duvarlardan birine savurdu. Yukarıdan bir yerden bir ıslık yine çınladı ve vücutlar durdu. Onlardan gelen ısıyı hissediyordu. İtilip kakılmaya başladı; iyice sersemlemişti, kaygan vücutları ve onların soluklarını her yanında duydu. Çaresizlik içinde bağırmaya başladı. Fenerin düğmesine tekrar dokundu, ortalık tekrar aydınlandı.
Gördüğü, dev cüsseler ve minik yüzlerin afallamış gözleriydi. Sonra, arkasından çıplak yaratıklar yaklaşmaya başladı. Sıcak, ıslak bedenlerin arasında sıkışıp kalmıştı ama kendisini savunmak için hiçbir çaba göstermedi ve onların sürüklemesine bıraktı. Et kokusu nefesini tıkıyordu. Yanındaki yaratıklar ona korkuyla bakıyorlardı; kaçışmaya çalıştılar ama oda veya başka bir şey yoktu. Boğuk ulumalar sürüyordu. Küçük bedenler, göğüs kaslarının tümsekleri arasında tere benzer bir sıvıya bulanmışlardı.
Onu saran grup birdenbire çıkışa yöneldi. Birbirine dolanmış organların arasından, bir saniye için, bir ışık çizgisi ve Doktor’un yüzünü farketti; ağzı, bağırıyormuş gibi açıktı. Kimyager’in, göğsüne bastırdığı feneri yukarı aşağı hareket ediyor ve her biri halsiz, terli, gözsüz, burunsuz, ağızsız küçük yüzleri gösteriyordu. Bir an için basınç azalır gibi oldu; sonra yeni bir darbeyle omuzları hızla duvara çarptı; bir kolundu bu, bir yerini yakaladı ve bütün gücüyle yapışmaya çalıştı. Ayaklarını bir yere koyması gerekiyordu, çünkü düşerse ezilerek öleceği kesindi. Taşta bir basamak hissetti; bir çıkıntıydı bu. Ayaklarını ona koyarak nihayet yükseldi ve fenerini ortalığa tuttu.
Manzara korkunçtu: Başlardan oluşan bir sel duvardan duvara sürükleniyordu. Durduğu oyukta ona sonuna kadar açılmış gözlerle bakıyorlardı. Kendisinden kaçmak için çaresizlikle çırpınmalarını izledi. Ama sokak boyunca sürüklenen ve en dıştakileri duvara sıkıştıran kalabalıkta bir şey yapamıyorlardı. Kimyager Doktor’u gördü; etrafını saran dev gölgelerin akıntısına kapılmış, sürükleniyordu. Kimyager’in feneri yeniden düşüp söndü. Gürültü, karanlıkta devam ediyor, gövdeler birbirine çarparak inliyordu. Sırtını soğuk taşa dayayarak nefesini tutmaya çalıştı. Ama şimdi ayak seslerini ve sıçramaları ayrı ayrı duyabiliyordu; bu, cehennem kalabalığının azaldığı anlamına geliyordu. Dizlerinde artık güç kalmamıştı. Doktor’a seslenmek istedi ama sesi çıkmadı. Birden karşı duvarın tepesinden bir aydınlık göründü. Bunun, bir magnezyum ateşlemesiyle dönüş yolunu gösteren Kaptan olduğunu ancak birkaç dakika sonra anlayabildi.
Eğilip fenerin nerede olabileceğini düşündü ama aşağıdaki hava öylesine berbat kokuyordu ki hemen ayağa kalkmak zorunda kaldı. Bir an sonra uzaktan gelen bir bağırış duydu, bir insan sesiydi bu.
“Doktor! Buradayım!” diye bağırdı Kimyager. Bir başka bağırış, bu kez daha yakından geldi ve bir ışık siyah duvarların arasından göründü. Doktor ona doğru geliyordu ama düzgün yürüyemiyordu; sarhoş gibi yalpalıyordu.
“Ah,” dedi, “… demek buradasın. İyi…” Kimyager’in kolunu yakaladı. “Bir ara beni sürüklediler ama kurtulmayı başardım… Sen fenerini mi kaybettin?”
“Evet.”
Doktor hâlâ kolunu tutuyordu. “Baş dönmesi,” diye açıkladı, nefesini kontrol etmeye çalışarak. “Önemli değil… Az sonra geçer…”
“Neydi bu?” diye sordu Kimyager, fısıltıyla.
Doktor konuşmadı.
Birlikte karanlığı, uzaktaki ayak seslerini, arasıra ortaya çıkan uğultuyu dinlediler. Gökyüzü ikinci kez üzerlerinde ışıldadı, yatay çıkıntıları gördüler. Ve ışık, kısa bir gün doğumu ve günbatımı gibi sarararak alçaldı.