Выбрать главу

“Ama denemeliyiz, çünkü başaramazsak ödememiz gereken bedel çok yüksek olabilir,” dedi Kaptan. Bir sessizlikten sonra ekledi, “Ya sen ne yapmamızı öneriyorsun?”

“Şu ana kadar ne yaptıysak onu,” dedi Doktor, “Başarma şansımızın beş binde bir, yani Aden’in uygarlık yaşı kadarda bir olduğunu düşünmeme rağmen…”

Mühendis tünelden çıktı ve kumsaldalarmış gibi gölgede yatan arkadaşlarını görerek, tulumunu çıkarıp onlara katıldı. Kimyager başıyla onu selamladı.

“Nasıl gidiyor?” diye sordu Kaptan.

“Şey, dörtte üçü bitti sayılır… Ama sadece bununla uğraşmıyordum, çünkü şu ilk fabrikayı düşünüyordum, kuzeyde gördüğümüzü; terkedildiğine ve kullanılmadığına karar vermiştik… Komik olan nedir? Neden gülüyorsunuz?”

“Sana bir şey söyleyeceğim,” dedi Doktor, içlerinde ciddiyetini koruyan tek oydu. “Gemi havalanmaya hazır olduğunda isyan çıkacak. Hiç kimsenin bu işi çözmeden gitmeye niyeti yok… Sen bile, şimdi, makinaların başında ter dökmek yerine…”

“Ah, siz de mi varsayımlarda bulunuyordunuz?” dedi Mühendis. “Ne sonuca vardınız?”

“Hiç. Ya sen?”

“Ben de öyle, ama… ortak öğeler bulmaya çalışıyordum, orada karşılaştığımız şey için daha genel bir model demek istiyorum. Ve şu otomatik fabrikayla ilgili kafama takılan bir şey var, devirler halinde çalışmasına ve işlemi tekrar ediyor gibi görünmesine rağmen, ’son ürünler’ özdeş değildi… Hatırladınız mı?”

Diğerleri evet anlamında mırıldandılar.

“Ve dün Doktor, İkicanlıların birbirlerinden farklı olduklarına dikkat çekmişti — bir kısmının gözleri, bir kısmının burunları yok, ya da parmaklarının sayısı ve derilerinin rengi farklı. Buradaki her şey, belirli sınırların dışına çıkmamak üzere değişiyor, bu yüzden varyasyon, yapılan işlemdeki hem biyolojik, hem teknolojik aksaklıklardan kaynaklanıyor gibi görünüyor…”

“Evet, işte bu ilginç!” dedi, artan bir dikkatle onu dinleyen Fizikçi:

“Kafanda bir şeyler var senin. Devam et,” dedi Doktor, ona dönerek. Mühendis ise belli belirsiz başını sallıyordu.

“Hayır, aslında, aptalca bir düşünceydi. İnsan oturduğu yerde sürekli kendi kendine düşünürse, aklına olmadık…”

“Nedir şu düşüncen, söylesene!” diye bağırdı Kimyager, neredeyse hiddetle.

“Anlatmaya başlamıştın nasılsa,” dedi Sibernetikçi.

“Ben… şöyle düşündüm: Fabrikada devirli bir üretim ve yıkım işlemi gözledik ve sonra dün siz fabrikaya benzer bir mekanizma keşfettiniz. Eğer o fabrika ise, bir şeyler üretmiş olması gerek.”

“Ama orada hiçbir şey yoktu,” dedi Kimyager, “iskeletlerden başka. Elbette her yere bakmadık…” diye de tereddütle ekledi.

“Ve eğer bu fabrika İkicanlı üretiyorsa ne olacak?” diye sordu Mühendis, yumuşak bir sesle. Sessizlikte devam etti:

“Kitle üretimi ve bir montaj hattı var. Varyasyonun denetim eksikliğinden çok, işlemlerin kendi karmaşık bünyesinden kaynaklanıyor olması dışında, sistem paralel. İskeletler çeşitleniyor.”

“Ve sen… ’denetimden geçemeyenleri’ öldürdüklerini söylüyorsun?” dedi Kimyager. Sesi değişmişti.

“Kesinlikle hayır! Benim düşündüğüm, sizin bulduğunuz şu vücutların… aslında hiç yaşamamış oldukları! Yani sistem, organizmaları, her türlü kas ve iç organlarıyla donatıp yaratıyor, ama normdan sapmanın, fonksiyon göremeyecek kadar büyük olduğu vücutlara… hiç hayat verilmiyor, onlar üretim serisinden uzaklaştırılıyorlar…”

“Ya vücutlarındaki yarık, o neydi? ’Daha defolu olan mal’ mı?” diye sordu Sibernetikçi.

“Bilmiyorum, ama varolan bir olasılığı yok sayamayız.”

“Doğru, sayamayız,” dedi Doktor. Ufuktaki mavimsi pusa bakıyordu. “Senin söylediğine göre… şu kırık tüp…”

“Belki sentez sırasında yapılan, besin enjeksiyonu gibi bir şeydi.”

“Bu, buraya getirdiğin İkicanlının neden geri zekalı gibi göründüğünü de açıklıyor,” dedi Sibernetikçi. “Eğer tam gelişmiş olarak üretildiyse, hiç tecrübesi yok…”

“Hayır,” diye reddetti Kimyager. “Bizimki bir şeyleri biliyor. Taş tımarhaneye dönmekten korkuyordu — ki bunun için iyi bir gerekçesi olabilir-ayrıca şu ayna şeritten de ürkmüştü. Ve geçtiğimiz acayip, görüntülü sınır hakkında da bir şeyler biliyordu…”

“Bilemiyorum. Henry’nin hipotezi pek anlamlı gelmiyor,” dedi Kaptan, ayaklarındaki kumu seyrederken. “İlk fabrika, kullanılmayan parçalar üretiyor. İkinci de yaşayan varlıklar mı? Peki, neden? Ve sen bunların da hoplatıcıya geri atıldığım mı ileri sürüyorsun?”

“Ne korkunç bir düşünce?” dedi Sibernetikçi, ürpererek.

“Ama eğer yaşayan varlıklar hoplatıcıya geri atılıyor olsaydı,” dedi Kimyager, “Hayat verilemeyecek kadar defolu olanların düzenlenmesine gerek kalmazdı. Üstelik böyle bir ’yeniden işleme’ olayına kanıt olabilecek hiçbir şey görmedik biz…”

Sürüp giden bir sessizlikten sonra Doktor ayağa kalktı ve oturanlara şöyle bir baktı.

“Mühendis’in düşüncesini aldık,” dedi, “Ve şimdi gerçek; leri buna uydurmaya çalışıyoruz; bu ’biyolojik fabrika’ hipotezine. Bu, bir tek şeyi kanıtlıyor: Biz çok asil ve ahlâklı düşünüyoruz, ayrıca, fazlasıyla da bönüz…”

Diğerleri şaşkınlıkla ona bakarken, devam etti: “Bir dakika önce en kötü olasılığı tahmin etmeye uğraşıyordunuz, şimdi ise ancak bir çocuğun çizebileceği bir görüntü çıkardınız ortaya: Ürettiği canlıları tekrar öğütmek için üretim yapan bir fabrika… Dostlarım, gerçek çok daha kötü olabilir.”

“Gerçekten!” diye atıldı Sibernetikçi.

“Durun, bırakın konuşsun,” dedi Mühendis.

“Şu yerleşim bölgesinde neler olduğunu düşündükçe, gördüğümüzü sandığımız şeylerden bütünüyle farklı şeyler gördüğümüze inanıyorum.”

“O halde, sana göre ne oluyordu?” diye sordu Fizikçi.

“Ne olduğunu bilmiyorum, ama ne olmadığını biliyorum.”

“Açık konuş! Bilmece gibi değil!”

“Taş labirentte dolaşırken birdenbire bir kalabalığın hücumuna uğradık, sonra da dağılıp kaçtılar. Yerleşim bölgesine yaklaşırken ışıkların söndüğünü gördüğümüzden, oradakilerin bizden saklandıklarını düşünmüştük ve saklanacak yer arayan bir kalabalığın bizi ezdiğini de… Şimdi tüm olayları sırasıyla yeniden gözümde canlandırmaya çalıştım ve size şunu söyleyeceğim: Deliliğe karşı verilen savaş gibi gerçeğe de direnilir.

“Sonuca gel!”

Sonuç şu: Durumumuza bir göz atalım; bazı yabancılar uzaydan gelip, üstün zekâlı varlıkların yaşadığı bir gezegene iniş yapıyor. Gezegen sakinlerinin tepkisi ne olabilir?”

Kimse cevap vermeyince Doktor devam etti: “Bu gezegenin varlıkları test tüplerinde veya daha garip başka yöntemlerle yaratılmış olsalar bile ben, mümkün olan sadece üç davranış biçimi görüyorum: Bu yabancılarla iletişim kurmaya çalışmak, onlara saldırmak, ya da kaçmak. Ancak du rum, bir dördüncü olasılığı ortaya çıkarmışa benziyor: Toplu ilgisizlik!”