Выбрать главу

" ’Neredeyse kaburga kemiklerimi kıracaklardı’ diyen sendin. Bu mu ilgisizlik?!” diye dudak büktü Sibernetikçi. Ama Kimyager, başını salladı; gözleri parlıyordu.

Doktor cevap verdi: “Eğer sen de kendini yangından kaçan bir sığır sürüsünün yolu üstünde bulsaydın, durumun bizden daha kötü olabilirdi. Ama bu, sürünün seni farkettiği anlamına gelmezdi. Size İkicanlı sürüsünün bizi kesinlikle görmediğini söylüyorum. Bizimle ilgilenmediler. Evet, orada korku vardı, ama nedeni biz değildik. Biz yalnızca yollarının üstündeydik.”

Kimyager konuşmaya başladı. “Evet,” dedi yavaşça. “Bütün bu geçen sürede beni rahatsız eden bir şey var; kendimi, yanlış cümlelerin olduğu bir metni okumaya çalışır gibi hissediyorum. Bazı şeyler şimdi anlam kazanıyor. Evet, Doktor haklı. Beni görmediler. En yakınımda olanlar hariç, ama onlar paniğe kapılmayan birkaçıydı; beni görmek, üzerlerinde neredeyse sakinleştirici bir etki yapmıştı sanki. Bana bakarlarken, sadece, yabancı bir yaratık görüp şaşırmış gezegen sakinleri gibiydiler. Bana zarar vermek gibi bir niyetleri yoktu. Hattâ, yeniden gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum da, sürüden kendimi kurtarmam için bana yardım bile ettiler…”

“Ya sürüyü üstünüze salıp çıkışı bulmanızı sağlayan bir başkası ise?”

Kimyager, ’Hayır’ anlamında başını salladı. “Orada böyle birileri yoktu. Ne uçan diskler, ne nöbetçiler, ne de bir organizasyon — yalnızca kaostu oradaki; kargaşa… Evet, tam anlamıyla buydu.” Sonra ekledi, “Çok garip, ama bunu ancak şimdi farkedebiliyorum! Benimle ilgilenenler sanki kendilerini toparlamaya çalışıyor gibi görünüyorlardı, diğerleri ise korkudan çılgına dönmüştü!”

“Ama, o halde,” dedi Kaptan, “Neden ışıklar tam oraya vardığımız anda söndürüldü?”,

“Benim kafaını karıştıran, paniğin kendisi,” dedi Doktor. “Evet… Sebebi ne olabilir?”

“Belki gezegenin uygarlığı sona yaklaşıyor,” dedi Sibernetikçi, bir anlık sessizlikten sonra. “Bir gerileme, çözülme dönemi ya da toplumu saran bir tür kanser olabilir.”

“Bu, tatmin edici değil,” dedi Kaptan. “Bizim Dünya’mızda — ki ortalama olarak alınabilecek bir gezegen-gerileme süreçleri olmuştur ve birçok uygarlık yükselip çökmüştür; ama tarihimizi bütün olarak ele alırsan, durmaksızın artan bir karışıklığın ve hayatın büyüyen değerinin resmi çıkar karşına. Biz buna ’ilerleme’ diyoruz. İlerleme normal bir fenomendir. Ama büyük rakamlar söz konusu olunca, kural olarak, normdan istatistik bir sapma olacaktır; hem pozitif, hem negatif yönde. Biz bu dağılım eğrisinin negatif ucunda bir dünyaya iniş yapmış olabiliriz.”

“Matematiksel mistisizm,” diye homurdandı Mühendis.

“Ama şu fabrikanın varlığı bir gerçek,” dedi Fizikçi.

“İlk fabrika, evet. İkincinin varlığı ise bir hipotez, yalnızca.”

“Diğer bir deyişle, bir araştırma gezisi daha yapmamız gerekecek,” dedi Kimyager.

Mühendis çevreye baktı. Güneş batıda alçalmıştı; kumdaki gölgeler uzuyordu. Hafif bir rüzgar esti.

’’Bugün mü?” diye sordu Kaptan’a bakarak.

“Bugün sadece su için gideceğiz, başka bir şey için değil,” Kaptan ayağa kalktı. “İlginç bir tartışma oldu,” dedi ama, aklının başka yerde olduğu belliydi. Tulumunu aldı.

“Bu akşam,” diye devam etti, “Su için kaynağa gideceğiz. Hiçbir şekilde bunun dışına çıkmak yok, tabiî, doğrudan bir saldırıyla karşılaşmadığımız sürece.” Kurnda oturan adamlara döndü, bir süre düşündü, sonra, “Bu hoşuma gitmedi,” dedi.

“Nedir hoşuna gitmeyen?”

“İki gün önceki ziyaretlerinden sonra bizi rahat bırakmaları. Hiçbir toplum, gökten düşen yabancı bir uzay gemisi karşıs’ında böyle davranmaz.”

“Böyle bir aldırmazlık benim söylediğimi destekliyor,” dedi Sibernetikçi.

“Aden’i etkileyen bir ’kanser’ konusu mu? Bizim görüş açımıza göre, olabilecek en kötp. şey bu değil. Ancak…”

“Ancak ne?”

“Hiç. Hey, beyler, şu Savunucu’yu kazıp çıkaralım; Diyodları sağlam olsa gerek.”

İKİ SAAT boyunca alt bölmeyi, robot parçalarından ve Savunucu’nun kaplamasını saran birbirini geçip sıkışmış kısımlardan kurtarmakla uğraştılar. Daha ağır cisimleri kaldırırken küçük bir yük asansörü kullandılar. Mühendis ile Kaptan kapıdan sığmayacak ne varsa ayırıp kopardı. Savunucu’nun tareti ile bir kurşun ağırlık kutusunun arasına sıkışmış iki metal plakayı bir elektrik yayıyla kesmek zorunda kaldılar; bunun için gerekli kabloları motor odasındaki kontrol panelinden indirdiler. Sibernetikçi ve Fizikçi hurda yığınındaki parçaları ayıkladılar. Onarılamayacak şeyler ufalandı. Kimyager kırıntıları metal ve plastik diye ikiye ayırdı. Arada bir, ağır bir kütle kaldırılırken ellerindeki işi bırakıp birbirlerine yardım etmek zorunda kaldılar. Saat altı civarında Savunucu’nun yassı kafasına ulaşabilecekleri ve üst kapağını açabilecekleri bir geçit oluşturmayı başarmışlardı.

Karanlık girişten içeri ilk adayan Sibernetikçi oldu. Ona, tele bağladıkları bir lambayı ulaştırdılar. Yukarıya çıkan sesi bir kuyudan gelir gibi boğuktu.

“Hepsi burada!” diye bağırdı zaferle. “Her şey çalışıyor! İçeri girer girmez kullanabilirsiniz!”

“Savunucu bütün bunlara dayanabilecek şekilde inşa edildi,” dedi Mühendis, parlayan gözlerle. Kollarında bir iki sıyrık vardı.

“Beyler, saat altı. Eğer su alacaksak şimdi tam zamanıdır,” dedi Kaptan. “Sibernetikçi ve Mühendis’in işleri var; bu yüzden, dünkü takım gidecek.”

“Ben kabul etmiyorum!”

“Bak…” diye başlamıştı Kaptan, ama Mühendis sözünü kesti:

“Benim burada yapacağım şeyi siz de yapabilirsiniz. Bu kez ben gidiyorum.”

Bir süre tartıştılar ve sonunda Kaptan pes etti. Gidecek grup Mühendis, Fizikçi ve Doktor’dan oluşacaktı. Doktor tekrar gitmek konusunda ısrar etmişti.

“Tenekeler hazır,” dedi Kaptan. “Irmak buradan iki mil kadar ötede.”

“Eğer yapabilirsek, iki sefer yaparız,” dedi Mühendis. “Yüz galon kadar getirebiliriz bu şekilde.”

“Bakarız.”

Kimyager ve Sibernetikçi bir süre için onlara eşlik etmek istediler ama Mühendis reddetti. “Refakatçiye ihtiyacımız yok. Aptalca bu.”

“Ben ne olursa olsun dışarıda olmam gerektiğini düşünüyorum,” dedi Kimyager.

Çelik merdivenden çıktılar.

Güneş alçalmıştı. Süspansiyonu, dümeni ve benzin deposunu kontrol ettikten sonra Mühendis direksiyona geçti. Ama Doktor bindiği anda, geminin gölgesinde uzanmış yatıyor olan İkicanlı ayağa kalktı ve ona doğru yürümeye başladı. Cip hareket ettiğinde ise, dev yaratık mızmızlanarak arkalarına takıldı. Hızı Kimyager’i hayrete düşürmüştü.

Doktor Mühendis’e seslendi ve cip durdu.

“Yine ne var?” diye söylendi Mühendis. “Onu yanımıza alacak değiliz!”

Doktor sıkıntıyla, ne yapacağını bilemeden, tepesinde yükselen koca omuzlara ve başa baktı. İkicanlı da ağırlığını bir sağ, bir sol ayağının üstüne vererek ve hırıltılı sesler çıkararak Doktor’a dik dik bakıyordu.

“Onu gemiye kilitle. Yoksa peşinden gelecek,” dedi Mühendis.

“Ya da uyut,” dedi Kimyager. “Eğer bizimle uğraşırsa dikkati başka yöne çekilebilir.”

Bu kadarı Doktor’u razı etmeye yetmişti. Cip gemiye geri döndü ve İkicanlı da kendine özgü adımlarıyla onların arkasından geldi. Doktor onu tatlı sözlerle tünele soktu, ama hiç de kolay olmadı bu. Bir çeyrek saat sonra tepesi atmış bir halde geri dönmüştü.