Выбрать главу

“Orada bir şeyler yapıyorlar; ırmağın hem bu, hem öteki tarafında, tepelerde, oyuklarda, oluklar boyunca. Birkaç mil yarıçapında,” dedi Doktor. Mühendis de başını sallayarak onayladı.

“İlk seferde, hava henüz kararmamışken, şu koca topaçlardan bir grup gördük. V şeklini almışlardı, bir tür kazı yapıyor gibi toprağı püskürtüyorlardı. Dönüşümüzde dikkatimizi çekti; tepenin üstündeyken. Ama gördüğüm, hiç hoşuma gitmedi.”

“Ne hoşuna gitmedi?” diye sordu Kaptan.

“Üçgenin tepe noktası bizi gösteriyordu.”

“Ve siz tek kelime bile söylemeden oraya geri gittiniz?”

“Kabul ediyorum, çılgınlıktı,” dedi Mühendis. “Ama düşündük ki, kimin gideceği konusunda bir dolu tartışacaktık; kim hayatını tehlikeye atacaktı vesaire… Biz de en basit ve çabuk, bizim gidebileceğimize karar verdik. Ben topaçların, hava karardığında, çalıştıkları yeri aydınlatacağını düşünmüştüm.

“Sizi görmediler mi?”

“Hayır. En azından, gördüklerine dair bir işaret almadık. Bizi vurmadılar.”

“Nasıl gittiniz?”

“Tepelerin sırtlarından, daha doğrusu, sırtların biraz aşağısından; bu şekilde, görülmeyeceğimizi düşündük. Farlar sönüktü, elbette. Zaten bu yüzden bu kadar uzadı.”

“Kısacası su almak gibi bir niyetiniz yoktu? Tenekeleri de Kimyager’i kandırmak için aldınız, öyle mi?”

“Hayır, öyle değildi,” dedi Doktor. Cipin içinde bir yanıp, bir sönen ışıkta oturuyorlardı. “Irmağa yukarıdan yaklaşmak istedik, yani öteki taraftan. Ama yapamadık”

“Neden?”

“Orada da aynı şeyi yapıyorlardı. Ve şimdi, karanlık çöktüğünden beri hendeklere bir tür parlak sıvı döküyorlar. Bunun yaydığı ışıkla tam olarak görebildik”

“Neydi o?” diye sordu Kaptan, Mühendis’e.

Mühendis omuz silkti. “Belki de hendekler kalıptır. Gerçi, sıvı, metalik olamayacak kadar inceydi.”

“Nasıl taşıyorlar?”

“Taşımıyorlar, Oluklar boyunca bir şeyler uzatmışlar, bir boru hattı belki de, ama kesin olarak söyleyemem.”

“Ergimiş metali borulardan mı geçiriyorlar?!”

“Ben sana, karanlıkta ve dürbünle gördüklerimi söylüyorum. Işık çok zayıftı — her kazının ortası cıva lambası gibi kor ışığı yayıyordu, parıltı çok fazlaydı-ve biz de en az yarım mil uzaktaydık”

Işık yine sönmüştü, bir an için birbirlerini göremeden oturdular, sonra yeniden yandı. “Şu kahrolası şeyi çıkarmak gerekiyor,” dedi Kaptan.

Tünelden çıkan Kimyager’i gördüler. Kimyager cipin yanına geldi ve bir soru-cevap alışverişi başladı. Bu arada Mühendis, inip, yanar-söner lambaya giden akımın anahtarını kapattı. Sürüp giden karanlıkta, ufuktaki kızartı çok daha parlaktı. Daha çok, güneye doğru gidiyordu.

“Orada yüzlercesi vardı,” dedi Mühendis. Yukarı çıkmış, geminin yanında dikiliyor ve kızartıya bakıyordu. Işıkta yüzü gri olmuştu.

“Topaçlardan mı?”

“Hayır, İkicanlılardan. Siluetleri, döktükleri sıvıya yansıyordu. Çok hızlı çalışıyorlardı; maddenin yükselmesi açıkça görülebiliyordu ve bir tür kafesle yanlardan, arkadan destek yapıyorlardı. Ama ön, yani bize bakan taraf açık bırakılmıştı.”

“Ne yapacağız? Burada böyle oturup parmaklarımızı mı sayacağız?” diye sordu Kimyager. Sesi tiz ve kızgındı.

“Hayır,” dedi Kaptan. “Hadi, Savunucu’nun sistemlerine bir bakalım.”

Bir an, sessizlikte kızartıya baktılar. Ara sıra artıyor gibiydi.

“Suyu boşaltmak mı istiyorsun?” diye sordu Mühendis, endişeyle.

“Şimdilik, hayır. Üzerinde düşünüyorum. Kapağı deneyeceğiz. Eğer kilit mekanizması çalışıyorsa ve kapak açılırsa, hızla kapatacağız. En kötü olasılıkla, birkaç galon su dökülecektir, zaten bu sorun olmaz; bu kadarını temizleyebiliriz. Acil durumda da Savunucu’yu kullanıp kullanamayacağımızı göreceğiz.”

“Eğer nükleer saldırı olursa Savunucu ne işe yarayacak?” diye sordu Kimyager.

“Seramit, patlama noktasından itibaren üçyüz metre kadar dayanabilir.”

“Ya yüz metre de dayanabilir mi?”

“Evet, Savunucu yüz metrede bir patlamaya dayanabilir.”

“Yalnızca toprak siper olduğunda,’’ diye düzeltti Fizikçi.

“Eğer gerekirse, toprağı kazıp aşağı ineceğiz.”

“Ama beşyüz metreden bile, kapak ergiyip kaynaşacak ve biz de içerde kalıp, ıstakoz gibi kızaracağız!”

“Aptallık bu: Şu anda tepemize bomba yağmıyor. Ayrıca, şunu kabul et, gemiyi terkedemeyiz. Eğer gemi zarar görürse yenisini neyle yapacağız?” Mühendis’in sorusu sessizlikle karşılandı.

Fizikçi’nin aklına bir şey gelmişti. “Durun bir dakika, Savunucu eksik. Sibernetikçi diyodlarını çıkardı.”

“Yalnızca gözlem sistemindekileri. Onlar olmadan da nişan alabiliriz. Zaten antriprotonlar kullanılırsa direkt isabete gerek yok…”

“Bir şey sormak istiyorum,” dedi Doktor. Herkes ona döndü. “Aslında… pek önemli değil. Sadece şeyi öğrenmek istiyorum… İkicanlı ben yokken…”

Önce sessizlik oldu, sonra da kahkahalar yükseldi; sanki bütün tehlike yok olmuştu.

“Uyuyor,” dedi Kaptan. “Ya da en azından, saat sekizde baktığımda uyuyordu. Bütün yaptığı uyumak galiba. Hiç yemek yiyor mu?” diye Doktor’a sordu.

“Burada yemiyor. Verdiklerimin hiçbirine dokunmadı.”

“Ah, evet, hepimizin bazı sorunları vardır,” diye alayla karanlıkta sırıttı Mühendis.

“Merhaba!” Ses aşağıdan geliyordu. “Lütfen dikkat!”

Arkalarını dönmeleriyle birlikte büyük, koyu bir şekil tünelden çıktı ve hafif bir gıcırtıyla dimdik durdu. Arkasında, boynuna feneri asmış, Sibernetikçi belirdi.

“İlk ’evrensel’!” dedi gururla. Sonra arkadaşlarının yüzle ri dikkatini çekti. “Bir şey mi oldu?”

“Henüz değil,” dedi Kimyager. “Ama düşündüğümüzden fazlası olabilir.”

“Şey… İşte bu robotumuz tamam,” dedi Sibernetikçi, biraz yarım ağızla.

“Harika. Ona derhal işe başlamasını söyleyebilirsin.”

“Ne yapacak?”

“Mezarlarımızı kazacak!” Ve Kimyager, arkadaşlarını bırakıp yürüdü gitti. Kaptan onun arkasından bakarak bir süre durdu, sonra gittiği yöne yürüdü.

“Nesi var bunun?” diye sordu Sibernetikçi. Sersemlemişti.

Mühendis açıkladı: “Buraya göre doğuya düşen vadilerde bize karşı hazırlık yapıyorlar. Irmağa gittiğimizde farkettik Belki de saldıracaklar ama nasıl olacağını tahmin edemiyoruz.”

“Saldıracaklar mı?”

Sibernetikçi’nin kafası, saatlerce uğraştığı işiyle hâlâ öylesine doluydu ki, Mühendis’in söylediklerini pek anlamışa benzemiyordu. Adamlara baktı, sonra düzlüğe döndü. Kızıllıkta iki figür yavaş yavaş yaklaşıyordu. Sibernetikçi, taştan yontulmuş gibi hareketsiz duran robotuna baktı.

“Bir şeyler yapmalıyız…” diye fısıldadı.

“Savunucu’yu harekete geçiriyoruz,” dedi Fizikçi. “lşe yarasın veya yaramasın; en azından, yapacak bir şeyimiz olur. Kaptan’a Kimyager’i aşağıya göndermesini söylersiniz. Biz filtreleri. onarıyor.olacağız. Elektrik işini robot yapabilir. Hadi gidelim, baylar.”

Fizikçi ve Sibernetikçi tünele girdiler, evrensel robot da döndü ve onları izledi.

Mühendis hayranlıkla bu üstün makinaya baktı ve Doktor’a döndü, “Biliyorsun, Blackie işe yarayacak; su altında çalışabilir.”

“Ama nasıl komut vereceksin? Ses ulaşmayacaktır,” dedi

Doktor dalgın dalgın, sadece konuşmayı sürdürmek için. Karanlıkta iki adama bakıyordu. Yine uzaklaşıyorlardı. Yıldızların altında hoş bir yürüyüşe çıkmış gibiydiler.