“Henüz değil!” diye bağırdı Mühendis. Ama tekerlek şaşılacak bir kolaylıkla dönüverdi. Herkes havalara zıpladı. Tekerlek giderek artan bir hızla dönüyordu. Mühendis, kapağı emniyete alan üçlü sürgünün ana kolunu yakaladı ve çekti. Kalın camın ezilmesine benzer bir ses duyuldu. Ve kapak, önce kademeli hareket edip, sonra aniden en yakında durana çarparak içeriye düştü. Siyah bir çığ içeriyi diz boyu doldurdu. Fırlatılan, Kimyager’di; kapak onu yan duvara yapıştırmış, ama hırpalamamıştı. Kaptan son anda güç bela fırlamayı başararak Doktor’u neredeyse devirmişti. Birden hepsi dondular. Doktor’un darbe yiyen el feneri sönmüştü; tek ışık Mühendis’in göğsündeki reflektörden geliyordu.
“Bu da ne?” diye sordu Sibernetikçi titrek bir sesle. Diğerlerinin arkasında, platform çıkıntısının yanında duruyordu.
“Aden gezegeninden bir parça,” diye yanıtladı Kaptan. Açık kalan kapağın arkasından Kimyager’i kurtarmaya çalışıyordu.
“Evet,” dedi Mühendis. “Çıkış yolunun tamamı toprağın altında.”
“Bizimki de, bilinmeyen bir gezegene gerçekleştirilen ilk toprakaltı iniş olmalı,” diye düşüncesini belirtti Kaptan.
Herkes gülmeye başladı. Özellikle Sibernetikçi, gözlerinden yaşlar gelene kadar güldü.
“Bu kadar yeter,” dedi Kaptan. “Sabaha dek böyle devam edemeyiz. Aletlerinizi alın baylar. Kazmamız gereken koca bir delik var.”
Kimyager eğilerek yerdeki yığından ağır, yoğun bir parça aldı. Toprak oval açıklıktan çıkıntı yapıyordu. Ara sıra tepenin üzerinden siyahımsı parçacıklar koridora kadar dökülüyordu. Adamlar koridora doğru geri çekildiler; platform üzerinde yeteri kadar uzun bir oda yoktu. Kaptan ve Mühendis aşağıya en son atladılar.
“Ne kadar derindeyiz dersin?” diye Mühendis’e fısıldadı Kaptan. Koridorun ilerisinde bir parça ışık kımıldadı. Mühendis, reflektörü Kimyager’e vermişti.
“Birçok şeye bağlı olarak değişir. Tagerssen 75 metrelik mesafeyi delmişti.”
“Evet, ama ondan ve gemisinden geriye hiçbir şey kalmadı.”
“Ya da Ay araştırmasını düşün. Çıkabilmek için kayalarda tünel açmak zorunda kalmışlardı. Bir düşünsene! Kayalar!”
“Ama Ay’da süngertaşı var…”
“Burada ne olduğunu kim bilebilir ki?”
“Marn gibi görünüyor.”
“Kapak tarafında öyle, ama ya ötesinde?”
Aletler başlı başına bir sorundu. Bütün uzun menzilli araçlar gibi, gemide de, kopyalı bir robot seti ve çeşitli gezegen koşullarındaki yeraltı işlerini de kapsayan her türlü çalışma için uzaktan kumandalı bir yarı-otomat vardı. Ama makinalar ölüydü ve akım olmadığı sürece de onarma şansı yoktu. Ellerindeki tek büyük çaplı ünite, bir mikro reaktörün güçlendirdiği ve yine, elektrik olmadan çalıştıramayacakları bir kazma makinasıydı. Kısacası bu işi ilkel aletler kullanarak yapmak zorundaydılar: Kazma kürekle. Bu da, başka sorunların ortaya çıkması demekti. Birkaç saat uğraştıktan sonra mürettebat geri döndü ve tünelin duvarlarını takviye için, uca doğru yassılaşıp meyillenen üç çapa, iki çelik sırık ve geniş metal levhalar getirdi. Toprağı, kovalarda ve kısa alüminyum borularla desteklenmiş, çöp kutusu benzeri büyük plastik kutularda taşıdılar.
Kazadan bu yana yaklaşık olarak on sekiz saat geçmişti ve adamlar yorgunluktan tükenmek üzereydiler. Doktor, en azından birkaç saatlik bir uykuya ihtiyaçları olduğunu seziyordu. Uyuma bölmelerindeki kuşetleri yerlerinden fırlayıp şu anda dikey durduğundan, önce ellerindeki ıvır zıvırdan yatak icat etmeleri gerekiyordu. Kuşetleri çözmek için çaba harcamaktansa hava şiltelerini, hemen hemen yarısı boş olan kütüphaneye sürüklemeyi ve yerde yan yana., yatmayı tercih ettiler.
Ama Kimyager ve Mühendis dışında hiçbirini uyku tutmadı. Böylece Doktor tekrar kalktı ve feneri alarak uyku hapı aramaya gitti. Aşağı yukarı bir saat, ilkyardım odasına giden koridor boyunca duvar kompartımanlarından dökülen kırık alet ve aracın kapattığı yolu açmakla geçti. Sonunda, gemi saatine göre sabahın dördü olduğunda haplar işe yaramıştı. Işık söndü ve düzensiz nefes alıp vermeler az sonra karanlık odayı doldurdu.
Birdenbire uyandılar. Çok yüksek doz alan ve sarhoş gibi Sibernetikçi dışında hepsi kalktı. Mühendis, ensesindeki keskin ağrıdan yakınıyordu. Doktor burada bir şişkinlik gördü; boynunu büyük olasılıkla kapak tekerleğiyle boğuşurlarken incitmişti.
Canlılıkları azalmıştı. Doktor bile pek konuşmuyordu. Hava uyum odasındaki yiyecek stoku yanına yanaşılmaz durumdaydı; bir pislik tepesinin altında kalmıştı. Bu yüzden Fizikçi ve Kimyager bir kez daha, yorgunluktan adeta sürünerek, teneke kutulardaki yiyecekleri getirmek üzere ambara gittiler. Tünel işine, kaldıkları yerden başladıklarında ise saat dokuzdu.
Salyangoz hızıyla ilerliyorlardı. Oval delikte, yalnızca kıpırdayabilecekleri bir küçük oda oluşmuştu. Öndekiler çapalarıyla toprak kütlesini kırıyor, arkadakiler de koridora götürüyorlardı. Daha sonra toprağı en kısa mesafede olan ve içinde, yakın zamanda ihtiyaç duyabilecekleri bir şey bulunmayan kumanda odasına yığmaya karar verdiler.
Dört saat sonra kabindeki toprak diz yüksekliğine gelmişti ama tünel henüz yalnızca iki metre uzunluğundaydı. Marn yoğun ama o kadar da sert olmamasına rağmen, sırık ve çapaların keskin yüzleri saplanmaya devam etti ve adamların deli gibi çalışmaları yüzünden saplan eğrildi. Kaptan’ın kullandığı çelik çapa en sağlam olanıydı. Bu arada çökme olasılığından korkan Mühendis, sürekli olarak tavanın iyi desteklenmesine dikkat etti. Akşam olduğunda, baştan aşağı balçığa bulanmış bir durumda yemeğe oturdular. Kapaktan hemen hemen yetmiş derecelik bir açıyla dikine uzanan tünel ise altı metreden ileri gidememişti.
Mühendis alt kata uzanan şaftın içine baktı. Ama, ana kolun otuz metre kadar gerisindeki yükleme platformunun çelik açma mekanizmasının olması gereken yerde yalnızca siyah bir su vardı. Seviye önceki güne oranla daha yüksekti; tankerlerden biri hâlâ sızıntı yapıyor olmalıydı. Suya radyasyon bulaşmıştı. Bunu küçük radyoaktivite ölçüm aracıyla da doğruladıktan sonra şaftı kapattı ve arkadaşlarının yanına döndüğünde onlara bundan söz etmedi.
“Her şey yolunda giderse yarın dışarıda olacağız. Bir terslik çıkarsa iki günümüzü daha alır,” diye düşüncesini açıkladı Sibernetikçi, termostan üçüncü kahvesini içerken. Herkes kahve içiyordu.
“Nereden biliyorsun?” diye şaşkınlıkla sordu Mühendis.
“Yalnızca bir önsezi.”
“Robotlarında olmayan şeye o sahip,” dedi Doktor gülerek
Gün ilerledikçe Doktor’un keyfi yerine gelmişti. Kazma işini bıraktığında işe yarar bir şeyler aramak üzere geminin çeşitli bölümlerine gitti. Döndüğünde, ellerindeki malzemeye iki manyetolu fener, portatif bir tıraş makinası, vitamin katkılı çikolata ve bir dizi havlu ekledi. Adamlar oldukça kirlenmişlerdi, giysileri leke içindeydi ve elektrik yokluğundan ötürü, elbette tıraşsızdılar.
Ertesi günün tamamı tüneli kazmakla geçti. Kumanda odası artık çok doluydu, kapıdan toprağı atmak güçleşmişti. Ardından kütüphaneyi kullandılar. Doktor’un bu konuda kuşkuları vardı ama, icat ettikleri el arabasını birlikte taşıdıkları Kimyager, koca bir toprak yığınını kitapların üstüne tereddütsüz boşaltıverdi.