“Bırak!” diye komut verdi Mühendis. Blackie beceriksizce, ayaklarını kumdan çıkarıp, hareketsiz, durdu.
Filizler şimdi hemen hemen yarım metre boyuna ulaşmışlar, bir engel oluşturmuşlardı. Köke yakın yerleri renk değiştirmeye, daha koyu bir maviye boyanmaya başladı.
“Evet,” dedi Kaptan, sakin bir sesle. “Anlaşılan, bizi içeri kıstırmak niyetindeler.”
Bir süre hiçbiri konuşmadı.
“Ama bu çok ilkel değil mi? Yani hala gidebiliriz buradan,” dedi Kimyager.
“Şu keşif kolları işlerini iyi yapmış olmalı. Baksana, çevremizi saran engel neredeyse kusursuz,” dedi Kaptan.
“Mekanik tohumlar,” dedi Sibernetikçi, ellerindeki kumu temizlerken. Biraz sakinleşmişti. “Topçu sınıfının ektiği inorganik sporlar.”
“Ama madde metal değil,” dedi Kimyager. “Öyle olsaydı Blackie en azından bükebilirdi. Supranite gibi bir şey olmalı.”
“Hayır, kum bu, sadece kum!” dedi Sibernetikçi. “Görmüyor musun? Bu, inorganik bir metabolizmanın ürünü. Kum katalitik olarak, silikona dayanan bir makromoleküle dönüşüyor. Bu sürgünler bundan oluşuyor — tıpkı bitkilerin topraktan tuz özümlemesi gibi.”
Kimyager çöküp parlak cisme dokundu. Diğerlerine baktı. “Peki ya farklı bir tür toprakta olsalardı?” diye sordu.
“Uyum sağlarlardı. Bundan kesinlikle eminim! Bu kadar karmaşık olmalarının nedeni de bu: Kendi düzenleri içinde ellerinde olanlarla en dayanıklı maddeyi üretmek üzere planlanmış ve programlanmış.”
“Eğer bu sadece silikon ise, Savunucu’nun bunu yarması hiç sorun olmaz,” dedi Mühendis, gülümseyerek:
“Acaba bu gerçekten bir saldırı mıydı?” dedi Doktor, düşünceli bir yüzle. Diğerleri hayretle ona baktılar.
“Sen nasıl tanımlıyorsun peki?”
“Belki… bir savunma girişimiydi. Bizi izole etmek için.”
“Ya sonrası? Burada böyle, kavanozdaki solucanlar gibi oturup durmamız mı beklenecek?”
“Neden Savunucu’ya ihtiyaç duyuyorsunuz?”
Bu soru üzerine duraksadılar. Doktor konuşmasını sürdürdü: “Artık su eksiğimiz yok. Geminin işi, nereden baksanız bir hafta, on günde biter. Birkaç saat içinde nükleer birleştiriciler faaliyete geçecek. Ben bunu bir kavanoz olarak görmüyorum. Daha çok, yüksek bir duvar. Onlar için aşılamayacak bir bariyer bu ve bu yüzden, bizim için de öyle olduğunu sanıyorlar. Birleştiriciler sayesinde yiyeceğimiz her zaman olacak. Onlara ihtiyacımız yok, ayrıca bizi istemediklerini bundan daha açık anlatamazlardı, herhalde…”
Hepsi, çatık kaşlarla dinledi. Mühendis, dönüp baktığında, filizlerin diz boyuna yaklaştığını ve birleşerek kaynaştığını gördü. Hışırtı artık çok yüksekti; yüz tane arı kovanının çıkarabileceği bir ses olabilirdi bu ancak. Duvarın tabanındaki mavimtrak kökler ağaç gövdeleri kadar şişmişti.
“İkicanlıyı buraya getirebilir misin?” diye sordu Kaptan birdenbire, damdan düşer gibi.
Doktor ona tuhaf tuhaf baktı. “Şimdi? Buraya mı? Ne için?”
“Bilmiyorum. Sen getir… Lütfen.”
Doktor başını salladı ve gitti. Ötekiler o dönene kadar Güneş’in altında dikildiler. Çıplak dev güçlükle tünelden dışarı sürünüp arkasına takılmıştı. Çıkardığı hafif ciyaklamalarla Doktor’u takip ederken, eğleniyor gibi, hatta mutlu görünüyordu. Sonra, yassı küçük suratı gerildi, mavi gözü büyüdü ve hırıltıyla solumaya başladı. Arkasını döndü, sanki feryat ediyordu. Büyük sıçrayışlarla parlak duvara koştu, kendisini fırlatacak gibiydi, ama bunun yerine, ağlayıp sızlayarak ve öksürerek daire boyunca garip bir şekilde hoplamaya başladı. Sonra Doktor’a koştu, bir yandan küt parmaklarıyla onu tulumunun göğsünden çekiştiriyor, bir yandan gözlerinin içine bakıyordu. Vücudundan ter boşanmıştı. Doktor’u iteledi, geriye zıpladı, tekrar etrafına bakındı ve küçük gövdesini pek kötü bir sesle büyüğünün içine çektiğinden sonra karanlık tünele daldı. O emeklerken adamlar, yassı tabanlarının hızla uzaklaşmasına bakakaldılar…
“Bunu bekliyor muydun?” diye sordu Doktor, Kaptan’a.
“Hayır… Doğrusu beklemiyordum. Yalnızca, duvarın ona çok yabancı olmayacağını düşünmüştüm. Bir tepki umuyordum, tanıdığını gösteren bir işaret. Ama böyle bir şey değil…”
“Bunun ’tanıma’ olduğu kesin, evet,”. diye mırıldandı Fizikçi.
“Evet,” dedi Doktor. “Bunu daha önce görmüştü. En azından buna benzer bir şeyi. Aklı başından gitti.”
“Aden usulü infaz mı?” dedi Kimyager, yavaşça.
“Bilmiyorum. Her ne olursa olsun, bu ’canlı duvar’ı sadece, uzaydan gelip gezegeni istila eden yabancılara karşı kullanmadıklarını gösteriyor.”
“Belki de parlak şeylerden korkuyordur yalnızca,” diye bir fikir attı ortaya Fizikçi. “Ayna şeritten korkması da buna bağlı olabilir, pekala.”
“Hayır. Gemide ona bir ayna gösterdim ve ilgisini çekmedi,” dedi Doktor.
“Demek o kadar aptal değilmiş,” dedi Fizikçi. Artık beline ulaşan cam engelin yanında duruyordu.
“Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer.”
“Dinleyin,” dedi Kaptan. “Bu bizi hiçbir yere götürmeyecek. Şu anda ne yapıyoruz? Onarım mı? Evet, tamam, ama ben düşünüyordum ki…”
“Bir başka keşif gezisi mi?” dedi Doktor.
Mühendis pişmanlıkla gülümsedi. “Ben her zaman cesurum. Nereye? Şehre mi?”
“Bu savaş demek olur,” dedi Doktor. “Çünkü oraya gitmenin tek yolu Savunucu’yu kullanmak. Ve onun antiproton fırlatıcısıyla, biliyorsunuz ki, bilgi toplamak yerine ortalığı yakıp yıkıyor olacaksınız.
“Ben karşı karşıya gelmeyi düşünmüyordum,” diye cevap verdi Kaptan. “Gördüğümüz her şey Aden’in nüfusunun kesin bir şekilde sınıflandırıldığını kanıtlıyor. Şimdiye kadar, zeka ürünü aktivitelerin yaratıcısı olan sınıfla iletişim kurma olanağı bulamadık. Evet, onların, şehre gitmemizi bir saldırı olarak değerlendireceklerini görüyorum. Ancak, batıyı hâlâ araştırmadık Savunucu olduğu sürece iki mürettebat yeterli olur. Kalanı gemide çalışmaya devam edebilir.”
“Sen ve Mühendis mi?”
“Hayır, şart değil.”
“Üç kişi daha iyi olur,” dedi Mühendis. “Kim gitmek istiyor?” Hepsi gönüllüydü.
Kaptan gülümsedi. “Toplar susunca merakınız canlandı ha?”
“Kimyager ve ben gidelim,” dedi Mühendis, Kaptan’a. “Doktor da bize aklın ve erdemin temsilcisi olarak arkadaşlık edebilir. Sen kal. Prosedürleri biliyorsun. Blackie’yi asansörlerin bakımına hemen gönder, ama biz dönene kadar geminin altını kazmaya başlamasın. Önçe statikleri kontrol etmem gerekiyor, çünkü.”
“Aklın ve erdemin temsilcisi olarak, bu araştırmanın amacını bilmek istiyorum,” dedi Doktor. “Kapağı açtığımız andan itibaren hoşumuza gitse de gitmese de sahneye çıkmış olacağız.”
“Karşı öneride bulun, o halde,” dedi Mühendis.
Arkalarındaki bariyer melodik seslerle başlarının üstünde yükseliyordu. Günışığı camsı çizgi lifleri halinde gökkuşağına bölünmüştü.
“Bir karşı fikrim yok,” diyerek yenilgiyi kabul etti Doktor. “Olaylar çok hızlı gelişiyor ve şimdiye kadar bütün planlarımız sürprizlerle sonuçlandı. En rasyonel olan, bana göre, başka araştırma yapmamak. Bir ya da iki hafta içinde gemi uçuşa hazır olacak. Gezegenin üstünde alçaktan dolaşabiliriz ve belki de şimdi yapabileceğimizden daha çok şey öğreniriz. Tabiî, daha kolay da olur.”
“Buna inanıyor olamazsın,” dedi Mühendis. “Eğer burada çok yakından bile bir şey öğrenemiyorsak, atmosferin üstünden yapılan bir uçuş bize ne öğretebilir? Şu ’rasyonel’e gelince…Eğer insanlar rasyonel olsalardı, burada olmazdık bir kere. Yıldızlara uçmanın rasyonellik neresinde, söyler misin?”