“Ne tür bir şekil değiştirmeymiş bu? Hangi yönde?” diye sordu Kaptan.
“Bunu öğrenmedik,” dedi Fizikçi.
“Ama bir şeyler öğrendik,” dedi Sibernetikçi. “Biyolojinin — özellikle psikolojinin-onlar için özel, hatta kuramsal bir önemi var, bilimin diğer alanlarından farklı olarak.”
“Dinsel olabilir,” dedi Doktor. “İnançlarının transandantal bir teolojisinden çok, yasaklar ve kurallara dayanan bir sistem olmasına rağmen.”
“Bir yaratıcıya asla inanmamışlar mı?” diye sordu Kaptan.
“Bilmiyoruz. Unutma; din, Tahrı ve\ruh gibi soyutlamaların bilgisayarda analojisi yapılamaz. Olaylara dayanan bir sürü soru sormamız ve cevaplardan — ya da yarım cevaplardan-mantıklı bir teori oluşturmaya çalışmamız gerek. Doktor’un din dediği, sanırım, gelenek olabilir, tarih sürecinde üst üste gelmiş alışkanlıklar ve töreler.”
“Ama, din olsun, gelenek olsun, biyolojik bir araştırmayla ne ilişkisi olabilir ki bunların?” diye sordu Mühendis.
“Bilmiyoruz. Ama bir bağlantı var gibi görünüyor.”
“Belki bu, kesin biyolojik gerçekleri kendi inançlarına ve hükümlerine uydurma meselesidir.”
“Hayır. Iş, bu dediğinden çok daha karışık.”
“Konuya dönelim,” dedi Kaptan, “Bu biyolojik programın sonuçları ne olmuş?.”
“Gözsüz veya farklı sayıda gözlerle, bazen burunsuz, deforme olmuş şekilde… Kısacası, yaşama uyum sağlayamayacak durumda dünyaya gelen bireyler. Ayrıca, küçümsenmeyecek sayıda zihinsel özürlü.”
“Tamam! Bizimki de bunlardan ve diğerleri!”
“Evet. Dayandıkları teorinin yanlış olduğu açık. On iki yıllık bir süre içinde, mutasyona uğramış onbinlerce deforme birey ortaya çıkmış. Bugün de, bu deneyin trajik meyvelerini topluyorlar.”
“Plandan vazgeçilmiş, öyle mi?”
“Bunu sormamıştık,” dedi Sibemetikçi. Mikrofona döndü. “Biyolojik şekil verme planı, hâlâ var mı? Gelecekte ne olacak?”
Bilgisayar, gırtlağını temizliyor gibi, zayıf sesler çıkaran İkicanlıyla tartışıyor gibiydi.
“Durumu kötü mü?” diye sordu Kaptan, Doktor’a, alçak sesle.
“Hayır. Umduğumdan daha iyi. Bitkin, ama bırakmak istemedi. Ve ona transfüzyon da yapamadım, çünkü bizimki nin kanı uymayacak gibi görünüyor…”
“Şşşt!” diye fısıldadı Fizikçi. Hoparlör takırdamaya başlıyordu.
“Plan. Var, var değil. Ara. İlk önce vardı, şimdi var değildi. Şimdi mutasyonlar, hastalık. Ara. Bilgi doğru. Plan vardı, şimdi var değildi.”
“Ben anlamadım,” dedi Mühendis.
“Sanırım, planın varlığı şimdi inkar ediliyor ve sanki böyle bir plan hiç olmamış gibi, mutasyonların suçu bir hastalığa yükleniyor. Diğer bir deyişle, talihsizlik, toplumun onayına sunulmuyor.”
“Onaylayan kim?”
“Sözde yok olan hükümetleri.”
“Durun,” dedi Mühendis. “Eğer son anonim yönetimin geçmesinden bu yana bir ’anarşi dönemi’ olmuşsa, planı kim ortaya koymuş?”
“Sen de duydun. Kimse ortaya koymamış. Plan yoktu. Bugün söyledikleri bu.”
“Evet, ama elli yıl önce ne söylemişlerdi?”
“Başka bir şey:”
“Bu çok anlamsız!”
“Hiç de değil. Dünya’da bile, herkesin bildiği ama buna rağmen toplum olarak kabul edilmeyen kesin şeyler var. Sosyal yaşamda, örneğin, bu ikiyüzlülüğün belli bir kısmının zorunlu olduğu bile söylenebilir. Bizde sınırlı bir fenomen olan şey, onlarda merkezcil ve evrensel, hepsi bu.”
“Buna inanmak zor,” dedi Mühendis. “Peki kuzeydeki fabrikayla ne ilgisi var?”
“Fabrika, plan için gerekli olan bir şeyi üretmek için düşünülmüş. Belki de sadece, gelecek için, yeniden yapılanmış nesiller için kullanılabilecek bir şey.”
“Başka fabrikaların da olduğu kesin mi?”
“Biyolojik planla ilgili fabrikalar — onlardan çok mu var dı, az mı?” diye sordu Sibernetikçi. İkicanlı gırtlağını temizledi ve bilgisayar hemen cevap verdi:
“Bilinmiyor. Fabrikalar. Olasılık, çok fazla. Bilgi. Fabrika yok.”
“Ne biçim toplum bu? Dehşet verici!” dedi Mühendis.
“Neden? Sen hiç askeri sır diye bir şey duymadın mı? Ya da başka tür sınıflandırılmış bilgi?”
“Bu fabrikaları ne tür bir enerji çalıştırıyor?” dedi Mühendis, Sibernetikçi’ye, ama mikrofona çok yakın konuştuğundan, bilgisayar soruyu anında çevirdi. Hoparlör vızıldadı ve başladı:
“İnorganik. Var olmayan terim. Biyo. Biyo. Ara. Entropi. Sabit. Biyo. Sistem.” Panelde kırmızı ışık yandı.
“Bilgisayarın sözlüğü yetmedi,” diye açıkladı Sibernetikçi.
“Semantik filtreleri neden çıkarmıyoruz?” dedi Fizikçi.
“Bir şizofren gibi saçmalamasını mı istiyorsun?”
“Daha çok şey anlayabilirdik.”
“Neden söz ediyorsunuz?” diye sordu Doktor.
“Bilgisayarın seçicilik oranını düşürmek istiyor,” diye açıkladı Sibernetikçi. “Bir sözcüğün kavram tayfı, semantik dağılımı belirsizleştiğinde, bilgisayar, ona karşılık gelen terimin olmadığını söylüyor. Eğer filtreleri çıkarırsam, dilbilimin başka alanlarını da karıştırır ve insan dillerinde olmayan sözcükler üretir.”
“Bu şekilde İkicanlıhın diline yaklaşmış oluruz,” dedi Fizikçi.
“Pekâlâ. Deneyebiliriz.”
Sibernetikçi ’birkaç anahtarın yerini değiştirdi. Kaptan, gözlerini artık kapatmış, yatıyor olan İkicanlıya baktı. Doktor onun yanma giderek durumuna baktı ve tek kelime etmeden koltuğuna geri döndü.
Kaptan mikrofona eğildi, “Buranın güneyinde bir vadi var. Orada büyük binalar var. Bu binalarda iskeletler var ve yüzeyde de, her tarafta, mezarlar,” dedi.
“Dur, mezar diyemezsin.” Sibernetikçi mikrofonu esnek kolundan tutup kendine yaklaştırdı. “Güneyde mimari yapılar var ve onların yanında, topraktaki deliklerde, ölü bedenler var. İkicanlıların bedenleri. Bu ne demektir?”
O sırada bilgisayar İkicanlıyla uzun bir öksürük ve ciyaklama serisinin değiş-tokuşunu yapmış ve bu da adamlara, makina kendi sorusunu soruyor ve tekrar ediyor gibi görünmüştü. Sonunda, hoparlör monoton bir sesle konuşmaya başladı.
“İkicanlı. Fiziksel iş, hayır. Ara. Elektrikli organ. Organ işi, evet, ama artan belirsizlik dejenerasyon aşırı yüklenme. Ara. Güney kendi kendini yönelten prokrustiklerin örneklemesi. Biyo ve sosyo-özümseme ölümden arınmış. Ara. Sosyal izolasyon güçle değil, zorla değil. Gönüllü. Ara. Grup mikro-uyumu birey-merkezcil çekim. Üretim, evet. Hayır.”
“Çok parlak öneriydi,” dedi Sibernetikçi, Fizikçi’ye. “Birey-merkezcil çekim, ölümden arındırma, biyo ve sosyo-özümseme… Seni uyarmıştım.”
“Bir dakika,” dedi Fizikçi. “Bunun zorla çalıştırmayla bir. ilgisi var.”
“Tam tersi. ’Güçle değil, zorla değil,” dedi. Gönüllüymüş.”
“Tamam, yine soralım.” Fizikçi mikrofona eğildi. “Açık değil,” dedi. “Bize söyle, çok basit olarak, güneydeki vadide ne var? Sürgün yeti? Çalışma kampı? Ne üretiyorlar? Ve neden?”
Bilgisayar İkicanlıyla bir başka konuşma faslma girişti. Cevabı almaları hemen hemen beş dakika sürdü.
“Mikrogrup gönüllü. Zorla grup içi birleşme, hayır. Her İkicanlı mikrogruba karşı. Başkan ilişkisi merkezcil Bağlayıcı etken öfke. Ara. Bozan cezalandırılır. Cezalandırma gönüllü mikrogrup belirlenmesi. Mikrogrup ne? Karşılıklı ilişkilerde geribesleme çok bireyli. Öfke kişisel amaç. Öfke kişisel amaç. Ara. Dolaşım sosyo-iç psiko. Ölümden arınmış.”