“Hâlâ oradalar mı?” diye sordu Kaptan ve hepsi ona baktılar: Soru, rutin kalkış sorularından değildi.
“Hâlâ oradalar,” dedi Doktor. Öncekilerden daha yakındaki bir patlama gemiyi salladı.
“Kalkış!” diye bağırdı Kaptan. Mühendis, katı bir yüz ifadesiyle kumandaya geçti. Küçük, boğuk bir ses çıktı; sanki bir başka dünyadan geliyordu. Sonra, derece derece arttı ve her şeyi yuttu… Sallanarak ve yavaşça, karşı konulmaz bir gücün içinde buldular kendilerini. Gemi kalkmıştı. “Normaldeyiz,” dedi Kaptan.
“Kalkış tamam,” dedi Sibernetikçi. Naylon şeritler gerildi. Amortisörler homurdanmaya başladı.
“Oksijen maskeleri,” dedi Doktor, uykudan uyanır gibi ve kendi plastik ağızlığını ısırdı.
On iki dakika sonra atmosferden çıktılar. Hızı sabitleyerek, yıldızlı boşlukta uzayıp giden spiralde yerlerini aldılar. Panellerdeki yedi yüz kırk lamba ve kadran sessizce yanıp sönüyordu. Kemerlerini çözdüler ve kontrolların yanına gittiler. Kurşunların aşırı ısınmadığından emin olmak ya da, varsa, bir kısa devrenin zayıf çıkırtısını duymak için düğmeleri, şalterleri yokladılar. Yanık kokusu olup olmadığını hissetmek için havayı koklayarak astrodesik bilgisayarların kadranlarına dokundular. Ama her şey olması gerektiği gibiydi: Hava temizdi, derece doğruydu; distribütör sanki hiç, kırık parçalar yığını olmamıştı.
Kumanda odasında Mühendis ve Kaptan, haritaların üstüne eğilmişlerdi. Masadan daha büyük, kenarları yırtılmış yıldız şemaları aşağı sarkıyordu. Uzun zaman önce kumanda odası için daha büyük bir masa gerektiğini söylemişlerdi; çünkü haritalara basmak zorunda kalıyorlardı. Ama masa değiştirilmemişti.
“Aden’i gördün mü?” diye sordu Mühendis.
Kaptan ona baktı, anlamamıştı. “Ne demek istiyorsun?”
“Yani, şimdi gördün mü?”
Kaptan arkasını döndü. Ekrandaki pırıltılı opal kürenin yanında, komşu yıldızlar sönük kalıyordu.
“Güzel,” dedi Mühendis. “Dikkatimizi çekti, çünkü çok güzeldi. Yalnızca yanından geçmek istemiştik.”
“Evet,” dedi Kaptan, “…yalnızca yanından geçmek…”
“Bütün bu renkler… Öteki gezegenlerin hiçbiri böyle değil. Sadece Dünya, mavi bir bilye gibi.” Birlikte ekranı izlediler.
“Demek İkicanlı kaldı ha?” dedi Kaptan, yavaşça.
“İstediği buydu.”
“Sence.”
“Eminim. Yalnızca, derdini bize anlatmak istedi, onlara değil. Onun için yapabildiğimiz tek şey buydu.”
Bir süre hiçbiri konuşmadı. Aden giderek küçüldü.
“Çok güzel,” dedi Kaptan. “Ama, biliyorsun, olasılık eğrisinin üstünde, çok daha güzel olan başkaları da olmalı.”