Выбрать главу

Gelin yavrularım, gelin kuzularım... Sizi bana Allah gönderdi. Biraz sonra görüşürüz... Bu güzel mehtap gecesinden sizde unutulmaz bir hatıra bırakmaya elden geldiği kadar gayret ederiz.

Tam bu esnada ağustosböceği cırlamaya başlamaz mı? Çıldıracağım. Kuzenimin mesut dula çektiği nutku işitemiyorum... Elimden gelse: "Miskin, korkacak ne var? Buralarda kim olur?... Sesini çıkarsana!" diye bağıracağım.

Bu nutuk arasından kulağıma yalnız: "Neriman, cicim, meleğim," diye birkaç kelime geldi. Zangır zangır titremeye başladım. Düşmesem bile gürültü edeceğim, yaprakları hışırdatacağım diye korkuyorum. Arada Neriman Hanım'ın da bir iki kelimesini yakalıyordum... "Rica ederim, Kâmran Bey, rica ederim..." diyor.

Nihayet, sesler kesildi. Neriman yavaş yavaş duvara yürüyor, komşunun bahçesinde karanlıkta başka bir şey varmış da görmek istiyormuş gibi ayaklarının ucuna basarak kalkıyordu.

Bu vaziyette tabii arkası, ne yapacağını bilemiyor gibi görünen Kâmran'a dönüktü.

Kuzenimin birdenbire ona yürüdüğünü, ellerini kaldırdığını görüyorum... Yüreğim oynuyor, "Nihayet aklı başına geldi, bu fena kadına güzel bir tokat atacak!" diyorum. Kâmran bunu yapsa ben de ağlayarak kendimi ağaçtan atacağım, onunla ölünceye kadar barışacağım. Fakat o canavar, bunu yapmadı. Sıska kollarından, bembeyaz kız ellerinden umulmaz bir kuvvetle onu evvela omuzlarından, sonra bileklerinden yakaladı. Kucak kucağa, soluk soluğa boğuşuyorlardı. Çınar yaprakları arasında kaçan ay ışıklarından saçlarının birbirine karıştığını görüyordum.

Ne rezalet Yarabbi, ne rezalet! Bütün vücudum zangır zangır titriyordu. Biraz önce onlara güzel bir oyun oynamaya karar verdiğim halde şimdi beni sezmelerinden ödüm kopu-yordu. Sahici bir kuşla yer değiştirip bu dalların üstünden gökyüzüne kanatlanmayı, yukarıdaki ay illerinde kaybolup giderek bu dünyadaki insanların yüzlerini artık görmemeyi ne kadar istiyordum.

Dudaklarımı parmaklarımla sıkmama rağmen, ağzımdan bir ses çıktı. Bu, galiba bir feryattı. Fakat aşağıdakiler tarafından duyulunca hemen bir kahkahaya döndü. Namussuzların o dakikada şaşkınlıklarını görmeliydiniz!

Biraz önce ay ışığı gibi ayaklarını yere dokundurmadan yürüyor hissini veren mesut dul şimdi ağaçlara çarparak, topuklarını burkularak alabildiğine kaçıyordu.

Kuzenim de öyle yapmak istemişti. Fakat o hızla biraz gittikten sonra ne düşündüyse düşündü, süklüm püklüm geri döndü.

Ben yapacak başka şey bulamadığım için hâlâ gülmeye devam ediyordum. O, meşhur "karga ile tilki" masalındaki tilki gibi ağacın altında sinsi sinsi dolaşmaya başladı.

Nihayet utanıp sıkılmayı bırakarak bana:

- Feride, çocuğum; azıcık aşağı iner misin? dedi. Ben, gülmeyi kestim; ciddi bir sesle:

- Ne münasebet? dedim.

- Hiç... Seninle konuşacağım var da...

- Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok... Rahatımı bozmayınız...

- Feride, şakayı bırak!...

- Şaka mı? Ne münasebet?

- Ama sen de çok oluyorsun... Sen aşağı gelmek istemezsen ben yukarı çıkmayı bilirim.

Ölür müsün, öldürür müsün? Yürürken yolunda bir incecik su birikintisi gördüğü zaman telaş eden, atlamaya karar vermeden evvel üç, dört kere iskarpinlerine ve suya bakan, bir sandalyeye oturacağı zaman pantolonunu parmaklarının ucuyla dizkapaklarından tutup yukarı çeken nazlı ve nazenin kuzenimin ağaca çıkmak istemine gel de gülme.

Fakat o, bu gece sahiden canavar kesilmişti. Yakın dallardan birini tutarak ağacın gövdesine atlıyor, daha yukarılara çıkmaya hazırlanıyordu...

Bu gece ağacın üstünde onunla yüz yüze gelmek fikri nedense beni çıldırttı. Böyle bir şey olursa felaketti. Onun yeşil, yılan gözlerinin yakından baktığını görürsem, ağaç dalları arasında çarpışa çarpışa boğuşan iki yırtıcı kuşa döneceğiz. Gözlerini oyduktan sonra muhakkak aşağı atacağım. Ya onu, ya kendimi. Fakat nedense bu çılgınlığı göstermeyi doğru bulmı^ yordum.

Yerimden doğrularak sert bir emir verdim:

- Durunuz bakalım orada...

O, aldırmadı, hatta cevap vermedi. Çıktığı dalın üstünde

doğrularak daha yukarılara bakmaya başladı. '

- Durunuz, dedim. Netice fena olacak... Bilirsiniz kij ben Çalıkuşu'yum. Ağaçlar benim mülkümdür. Oralara bejden başkasının ayak basmasına tahammül edemem.

- Bu ne garip konuşma Feride?... Hakikaten bu ne garip konuşmaydı!... Çaresiz, alaycı bir tavır aldım. Gelirse daha yukarılara ç\k-maya hazırlanarak:

- Biliyorsunuz ki, size hürmetim vardır, dedim. Sizi ağa' tan aşağı yuvarlamaya mecbur olursam pek üzülürüm. Biraz evvel şiir okuyan sesiniz birdenbire değişerek "aman aman aman" diye bağırmaya başlarsa feci olur.

Onun sesini taklit ederek kahkahalarla gülüyordum.

- Şimdi görürsünüz.

Korku, onu cesur ve çevik yapmıştı. Tehdidime aldırmadan akımdaki dallara tırmanmaya devam ediyordu.

Ağaçta adeta bir kovalamaca oyununa başladık. O yaklaştıkça ben yukarılara çıkıyordum. Fakat dallar gittikçe inceliyordu. Bir aralık duvarın üstüne atlayıp kaçmayı düşündüm. Ancak, bunu yaparsam kaçamayıp, bir yerimi kırarak kuzenimin yerine benim haykırıp bağırma ihtimalim vardı.

Mamafih ne pahasına olursa olsun, bu gece birbirimize yaklaşmamalıydık. Politikayı değiştirerek sordum:

- Benimle konuşmayı niçin bu kadar istediğinizi anlayabilir miyim acaba?

Benim bu sözlerim karşısında o da değişti, ciddi bir tavır alarak durdu: