Ulvi arkadaşlığımızda o, erkekliğini unutmuştu. Fakat, ben kadınlığımı unutmamıştım. Erkeklerin büyük kısmı çok fena, çok zalim, bu muhakkak. Kadınların hepsi iyi, hepsi mazlum, bu da muhakkak. Fakat erkeklerin, sade kalbiyle ve dinamiğiyle yaşayan pek az kısmı var ki, onlardaki gönül temizliğini her kadında bulmak mümkün değil.
Feride, o gece sabaha doğru uyuyabilmişti. Akşamkinden daha kırgın ve yorgun bir halde uyandığı vakit, güneşin hayli yükselmiş, saatin on biri geçmiş olduğunu gördü. Mektebe geç kalan çocuklar gibi, hafif bir telaş çığlığı ile kendini yataktan attı.
Müjgân, sofrada bir işle meşguldü. Feride, dargın bir sesle:
- Aferin sana Müjgân, dedi. Yola çıkacağım gün niye beni böyle geç bıraktınız?
Müjgân, her günkü soğukkanlılığıyla cevap verdi:
- Birkaç defa odana geldim, o kadar yorgun uyuyordun ki, kıyamadım. Korktuğun kadar geç değil Hem galiba vapur biraz şüpheliymiş, Marmara'da fırtına var.
- Ne olursa olsun artık gideceğim.
- Ben de babama söyledim, senin işinle meşgul olmak için limana indi Hazır olsun, vapur gelirse ya araba gönderirim, ya kendim gelir alırım, dedi.
Feride, bu ayrılık gününü böyle düşünmemişti. Müjgân'ın çocukla meşgul olduğunu, teyzelerinin her günkü gibi konuştuğunu, güldüğünü gördükçe mahzun oluyor, kendine bu kadar az ehemmiyet vermeleri kalbini kırıyordu. Kâmran da görünürlerde yoktu. Müjgân, söz arasında gizlice:
- Feride, sana bir iyilik ettim. Kâmran'ı evden uzaklaştırmaya muvaffak oldum. Seni fazla mustarip etmemek için bu fedakârlığa razı oldu.
- Şimdi hiç gelmeyecek mi?
- Galiba iskelede seninle vedaya gelecek... Tabii memnun oldun.
Gözleri dalgın, hafifçe dudakları tireyerek düşünüyor, parmağıyla şakağının ağrıyan bir noktasına basıyordu:
- Tabii, teşekkür ederim, iyi ettin, dedi.
Müjgân'a bir sürü kırık, manasız kelimelerle teşekkür ederken sevgili çocukluk arkadaşının da gönlünde müebbeden öldüğünü, bir daha onunla barışmayacağını hissediyordu.
Öğle yemeğine oturacakları vakit, komşu bağlarının birinden haber geldi. Şehirde kışlık evlerine inmeye hazırlanan belediye reisleri, hem bağ komşularına, hem Feride'ye son bir ayrılık ziyafeti vermek istemişlerdi.
Feride:
- Nasıl olur? Beni almaya gelecekler, diyordu. Teyzeler:
- Ayıp olacak Feride, beş dakikalık yer. Zaten, senin ne hazırlığın var ki, çarşafını şimdiden giyersin, dediler.
Kendisine evvela bir hasta kedi kadar ehemmiyet vermeyen teyzelerin, bu yarı annelerinin yüzüne bakmamak için başını önüne indirdi:
- Peki, olsun, dedi.
Saat üçe gelmişti, yaprakları sararmış bir çardağın yanından yolu gözleyen Feride, Müjgân'a:
- Bir araba geliyor, Müjgân, zannederim benim için, dedi.
Fakat tam bu dakikadaa, sahildeki bir ağaçlığın az ötesinden birdenbire bir vapur görünmüştü.
Feride, yüreği ağzına gelerek:
- Geliyor! diye haykırdı. Bağa bir telaş düştü. Yeldirmeleri getirmek için ahretli kızlar koşuyorlardı. Feride, teyzelerine:
- Ben, daha evvel gideyim, siz yetişirsiniz, dedi.
Müjgân'la beraber bağların arasındaki kestirme bir yoldan koşmaya başladılar. Çitlerden atlıyor, bahçelerin içinden geçiyorlardı.
Bahçe kapısının önüne aşçıya tesadüf ettiler. İhtiyar kadın:
- Küçükhanımlar, ben de size geliyordum. Beyler araba ile geldiler, sizi istiyorlar, dedi.
Aziz Bey'le Kâmran, onları ikinci katın sofasında karşıladılar. Aziz Bey, eliyle odayı göstererek:
- iki münasebetsiz misafir geldi, gürültü etmeyin, dedi. Sonra, Feride'yi süzerek:
- Bu ne hal küçükhanım, kan ter içinde kalmışsın? dedi. Sonra gülerek ona yaklaştı, çenesinden tutup gözlerine bakarak:
- Vapur geliyor amma sana hayrı yok. Kocan razı olmuyor. ..
Feride, süratle geri çekilerek, şaşkın şaşkın:
- Enişte, ne diyorsun? dedi.
- Kocan o kızım, ben karışmam!
Feride, hafif bir feryatla ellerini yüzüne kapadı. Düşecekti, fakat bir el bileklerinden tuttu. Gözlerini tekrar açtı... Kâm-ran'dı.
Azız Bey, heyecanlı bir kahkahayla:
- Ha şöyle, nihayet kafese girdin mi Çalıkuşu? Haydi bakayım, çırpın bakalım, çırpın! Bak, artık para eder mi?
Feride, yüzünü kapamak istiyor, fakat bileklerini Kâm-ran'dan kurtaramıyor, başını sallamak için kıvranıyor, onun göğsünden, omzundan başka bir yer bulamıyordu. Aziz Bey, aynı heyecanlı bir kahkahayla:
- Etrafındakiler sana tuzak kurdu, Çalıkuşu; bu Müjgân haini esrarını sattı. Allah gani gani rahmet eylesin, merhum senin defterini Kâmran'a göndermiş. Ben onu aldığım gibi Kadıya gittim. Kaleminden çıkmış bazı parçaları gösterdim. Kadı, geniş kafalı adam, hemen nikâhı kıyıverdi; anlıyor musun Çalıkuşu? Bu adam, artık kocan, seni bir daha da bırakacağa benzemiyor.
Feride o kadar kızarmıştı ki, yüzünün rengi ela gözlerine vuruyor, gözbebeklerinin içinde kızıl yıldızlar titreşiyordu.
- Haydi Çalıkuşu, nazlanma artık, görüyoruz ki, saadetten bayılıyorsun, "Fena etmedin enişte, ben bunu istiyordum de!" dedi.
Aziz Bey, yarı zorla ona bu sözleri tekrar ettirdi. Sonra oda kapısını açarak muzaffer bir kahkahayla:
- Şeriat vekilliğine sahibim efendim. Çalıkuşu, pardon Feride Hanım namına işte şu Kâmran Bey'i evlendiriyorum. Duayı edin, biz âmini burada deriz, dedi.
Sonra, Feride'ye:
- Nasıl Çalıkuşu? Parmak kadar yumurcak, bizi senelerce oynatırsın ha! Gördün mü, kaç türlü hile yaptım sana? Bahçeden çocuk sesleri geliyordu. Aziz Bey: