Выбрать главу

munîs: Cana yakın, sevimli.

musaddak: Geçerli olduğu resmî yazı ile bildirilmiş.

mutaassıp: Bağnaz, tutucu.

mutasarrıf: Tanzimattan sonra idare bölümlerinde vilayetle kaza arasındaki bölümün idare amiri.

mutat: Alışılan, alışılmış şey.

muteber Saygın, inanılır.

muvaffak olmak: Başarmak.

muvaffakiyet: Başarı.

muvafık: Uygun.

muvakkat: Geçici.

muvazene: Denge.

muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse.

mücedded: Yeni, yenilenmiş.

müceddet: Yeni, yenilenmiş.

nıüdde i umumî: Savcı.

müdür-i umumi: Genel müdür.

müebbeden: Ömür boyu.

mükedder: Üzgün, kederli.

mülazım: Teğmen.

münasebet almak: Uygun düşmek.

münasebetsizlik: Uygun olmayan, yakışıksız davranışlarda bulunma, saygısızlık yapma.

münasip: Uygun, yerinde.

münhal vukuunda: (Metinde) Boş kadro olduğunda.

münhaclass="underline" Boş olan, açık bulunan.

münhasıran: Yalnız, özellikle.

münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.

müptedi: Bir şeyi öğrenmeye yeni başlayan.

mürdumgiriz: Çürümüş. Metinde içi geçmiş anlamında kullanılmış.

mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitimi ve bakımı verilmiş kadın.

mürüvetsiz: insanlığı olmayan.

müsamaha: Hoşgörü.

müstaceclass="underline" Çabuk yapılması gereken.

müstahak: Bir kimsenin layık olduğu ödül veya ceza.

müstakim: Temiz, doğru, namuslu.

müstebit Zorba, despot.

müsterih olmak: tçi rahat etmek.

müsvedde: Yazı taslağı, karalama.

müşkül mevki: Zor durum.

müşküclass="underline" Zor.

mütalaa: Okuma, ders çalışma, etüt.

mütalaahane: Okuma odası.

müteessir: Üzüntülü.

müteferrika senetleri: Çeşitli küçük harcamaların para senetleri.

mütehayyir: Şaşkın, şaşırmış olan.

mütekaid: Emekli.

mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak.

müyesser: Kolaylıkla ortaya çıkan, kolaylıkla elde edilen.

müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler.

müzakere etmek: (Metinde) Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.

müzakere etmek: Öğrencilerin ders hazırlamaları için çalışmaları.

müzakkere: (Müzekkere) Bir iş hakkında üst makama sunulan yazı.

müzmin: Uzun süreli.

-N-

nadide: Az görülür, değerli.

nadir: Seyrek, az.

nafîa: Bayındırlık.

nafile: Yararsız, boşa giden.

nalça: 1) Ayakkabılar çabuk eskimesin diye altına çakılan demir. 2) Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnakları altına çakılan demir parçası.

namünasip: Uygun olmayan.

nan: Ekmek.

nasihat: Öğüt.

nazın Bakan.

nedamet: Pişmanlık.

nefer: Asker.

nekahat: Hastalık sonrası sağlıklı duruma geçme dönemi.

nekin Bilmezlik.

neşretmek: Yaymak.

netice itibarıyla: Sonuç olarak.

netice: Sonuç.

nev'i: (Nevi) Çeşit, cins, tür.

nihayetinde: Sonunda.

nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek.

nimetşinas: İyilik bilir.

nispet: (Metinde) Kıyaslama.

nispet: (Metinde) Oran, kıyaslama.

nizam: Düzen. numune: Örnek.

- P - parloir: (Fr.) Dışarıdan gelen-

lerle konuşma odası. payzen: Ayağına pranga vu-

rulmuş.

pederane: Baba gibi. peyda olmak: Ortaya çıkmak. podösü et: Yumuşak, prezante etmek: Tanıtmak. pusetmek: Öpmek. puşide: Örtü.

rastık: Kadınların kaşlarını veya saçlannı boyamak için sürdükleri siyah bya.

raşe: Titreyiş.

rehavet: Vücutta görülen gevşeklik, ağırlık, tembellik.

rezzak-ı âlem: Bütün yaratıkların rızkını veren.

riayet etmek: Uymak.

rikkat: İncelik, yufkalık.

riyaset âlisi: Yüksek başkanlı-

ğı- • riyaset: Başkanlık.

riyaziyat: (Riyazziyat) Mate-matik. nzk: Yiyecek, içecek şey, ni-met.

römark: (Fr. Remarque) Dikkate alma. (Metinde: Tespit, dikkat çekme anlamında kullanılmış.)

ruhani: Ruhla ilgili.

rüştiye: Ortaokul.

-S-

sadakar Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş.

saffet: Saflık.

sahih: Gerçek, hakiki.

sair. Başka, öteki, diğer.

saliha: (Metinde) Din buyruklarına uygun davranan.

salisen: Üçüncü olarak.

sallapati: Düşünmeden, saygısızca, kaba saba, patavatsızca.

sefaret: Elçilik.

sekerat: Can çekişirken kendinden geçme.

selametlemek: Yolcuyu, konuğu uğurlamak.

serasker kapısı: Seraskerin resmî görev yeri.

serasker: Sadrazamlık göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlı ordusunun komutanlığını yapan vezirin unvanı.

sıraca: Deride ve daha çok boyunda görülen değişiklik, lenf düğümlenmelerinin şişkinliğiyle beliren bir tüberküloz türü.

sirayet: Yayılma.

sitem: Bir kimseye, yaptığı hareketin veya söylediği bir sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.

soeun (Fr.) Kız kardeş, rahibe. Metinde "Ma sor" sözcüğü aynı zamanda "rahibe" olan öğretmenlere bir hitap şekli olarak geçiyor.

souvenir d'amour: (Fr.) Aşk hatırası.

souvenir: (Fr.) Hatıra.

spleen: (tng.) Terslik, huysuzluk, kin.

sülüs: Bir çeşit yazı.

süperiyor: (Fr. Superieur) Üst. Manastır, dinsel kurum vs. başkanı.

sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya.

-ş-

şahadetname: Diploma. şayan: Uygun, yaraşır. şefkat: Acıyarak ve koruyarak sevme.

şekerrenk: İki kişi arasındaki dostluk, arkadaşlık ilişkisinin bozuk olduğunu belirtmek için kullanılır.