Ne güzel tesadüf! Eve gelirken odama kaçarak kapıyı kilit-lemeyi düşünmüştüm. Fakat onlar, muhakkak arkamdan gelecekler, zorla kapıyı açtırmak isteyerek, sofada rezalet çıkaracaklardı. Halbuki şimdi, çocukların arasına karışır, işi deliliğe vurarak onların yanıma sokulmalarına mani olabilirdim Arkadaşlarım arasında salıncağa önce binmek yüzünden kavga çık-" mıştı. Ben, hemen aralarına atıldım, kollarımla onları iki tarafa dağıtarak:
- Hepiniz kenara sıralanın, bakayım... dedim. Ben, sizi birer birer kendim sallayacağım.
Salıncağa atladım, küçüklerden birini de karşıma alarak, yavaş yavaş sallamaya başladım.
Çok geçmeden onlar sökün ettiler ve çocukların arkasında durdular.
Müjgân, hızlı hızlı soluyor, ara sıra eliyle göğsünü bastırı-yodu. Kuzenim, onu fazlaca koşturmuş olacaktı.
içimden: "Daha beter ol!" dedim ve salıncağı hızlandırdım.
Kenarda nöbet bekleyen çocuklar titizlenmeye, "Çok oldu ama, bizi de, bizi de!" diye bağrışmaya başlıyorlardı. Fakat ben, kulak asmıyor, basımdaki gürgenin sık yapraklarını hışırdatarak, gittikçe artan bir hızla havalanıyordum.
Bu hal, çocukları büsbütün hırslandırmıştı. Sabırsızlıklarından, çizdiğim sınırı aşarak, kendilerini salınacağın önüne atıyorlar, Müjgân'la Kâmran, onları kollarından çekerek yüzlerini, gözlerini çarpıp dağıtmalarına mani oluyorlardı. Daha fenası, benimle beraber sallanan küçük de kesilmişti. Dizlerimin arasında çığlık çığlığa haykıran bu yumurcağın ipleri bırakmasından, yere düşüp ölmesinden korkmaya başlamıştım.
Çaresiz salıncağı durdurdum ve çocuğa çıkışmaya başladım. Bir parça hızlı sallanmaktan korkacak çocuğun, kolan salıncağında ne işi vardı? Bunlar evde küçük kardeşlerinin beşiğinde sallansalar daha iyi olurdu. Daha buna benzer birtakım sözler. Yani açıkçası, Kâmran'ın bana lakırdı söylemesine fırsat vermemek için şirret bir yaygara. Bereket versin öteki çocuklar da ayrı perdeden, ayrı tempodan başka yaygaralar koparıyorlar, bahçeyi cehenneme çeviriyorlardı.
- Beni de, Feride Abla. Beni de. Beni de.
- Hayır, hiçbirinizi almayacağım, korkuyorsunuz.
- Korkmayız Feride Abla, korkmayız, korkmayız, korkmayız.
Bu esnada evin penceresinden teyzemin sesi işitildi:
- Feride, onların da biraz gönlünü ediver, canım.
- Teyze, böyle söylüyorsunuz ama, düşerlerse, bir yerleri kırıhrsa sonra beni haşlarsınız.
- A kızım, çocukları düşürtmek şart değil ya. Yavaş sal-layıver.
- Teyze, bilmez gibi söylemeyin, rica ederim. Kırk yıllık Çalıkuşu'nu daha tanımadınız mı? Bana güven olur mu? Uslu uslu başlarım. Sonra salıncak gidip geldikçe şeytan yavaş yavaş dürteler: "Haydi, haydi. Biraz daha!" diye. "Etme, eyleme, yanımda çocuklar var!" diye cevap veririm. Fakat o: "Haydi Feride, haydi Feride!" diye tekrar eder. Bu kadar teşvike bir zavallı Çalıkuşu nasıl dayanır, insaf etsenize!
Gevezeliğim tükeniyor, fakat arkam dönük olduğu halde, kuzenimi omuz başımda hissediyordum. Sesim kesilir kesilmez onun başlayacağına hiç şüphem yok. Ne yapmalı? Onunla yüz yüze gelmeden nasıl kaçmalı?
Eteklerime bir çocuğun sarıldığını görüyorum, koltuklarının altından tutarak havaya kaldırıyorum. Bu, misafirlerimin en miniminisi, yedi, sekiz yaşında bir bebekti. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak:
- Hatırın kalmasın ama, seninle hiç olmaz diyorum. Bu tombul yanacıkları kanatırsak ne olur?
Çocuğun arkasını bir gölge kaplıyor. Bu, Kâmran'dır. Bu başı başımdan ayırır ayırmaz onunla yüz yüze, göz göze geleceğime hiç şüphe yok. Artık kurtuluş çaresi kalmadı. Ondan kaçınmak, korkmak dünyada kibrime yediremeyeceğim şey, onun için küçüğü kollarımdan indiriyorum ve dimdik Kâm-ran'ın gözlerine bakıyorum:
- Haydi küçük, Kâmran ağabeye yanaş, o, hanım gibi nazlı, nazik bir çocuktur. Ninnisi eksik bir sütnine gibi seni sarsmadan, yormadan uslu uslu sallar. Yalnız, fazla kıpırdama. Çünkü nazik kollan seni zapt edemez, tkiniz de düşersiniz.
Niyetim, gözlerim gözlerine dikili, ona baş eğdirip neticeye kadar bu küstah ve zalim alaya devam etmek. Fakat o, gözlerini kaçırmıyor, mendilimle tozlu avuçlarımı silmeye başlıyorum.
Kâmran:
- Eğleniyorsun öyle mi yaramaz? dedi. Şimdi görürüz, beraber sallanacağız.
Çevik bir hareketle ceketini çıkardı. Müjgân'ın kollarına fırlattı.
Teyzem pencereden:
- Aman, Kâmran, çocukluk etme. O canavarla başa çıkamazsın, bir yerini kırar, diye bağırıyordu.
Çocuklar, eğlenceli bir şey seyredeceklerini anlayarak geri çekildiler. Biz salıncağın yanında yalnız kaldık.
Kuzenim gülerek:
- Ne bekliyorsun, Feride? dedi. Korkuyor musun? Bu sefer yüzüne bakmaya cesaret edemeyerek:
- Ne münasebet, dedim ve salıncağa atladım.
İpler gıcırdadı, salıncak yavaş yavaş hareket etti.
Ben, ihtiyatlı davranıyor, çok zorlu olacağını hissettiğim bu sallanmada kuvvetimi muhafaza etmek için dizlerimi hafif çe bükmekle iktifa ediyordum.
Gitgide süratimiz artmaya, gürgen, gittikçe çoğalan yaprak hışırtılarıyla sarsılmaya başladı.
ikimiz de dişlerimizi sıkıyor, bir kelime bize biraz kuvvet zayi ettirecekmiş gibi susuyorduk. Hareketin sarhoşluğu yavaş yavaş beni sarıyor kendimden geçiyordum. Alaycı bir sesle:
- Pişman olmaya başladınız mı acaba? diye sordum. O da, gülerek.
- Kimin pişman olacağını görürüz, dedi.
Dağınık saçlarının arkasından, pırıl pırıl yanan yeşil gözleri bende garip bir kin; bir zulüm meyli uyandırıyordu. Kuvvetle dizlerimi bükerek salıncağa çılgın bir sürat verdim. Şimdi, her gidiş ve gelişte başımız yaprakların içine dalıp çıkıyor, saçlarımız birbirine karışıyordu. Bir aralık, bir rüya içinde gibi teyzemin "Yeter, yeter!" diye bağıran sesini işittim.