Выбрать главу

- Kim bilir belki söylenmemesi lâzım gelen bir sırdır. Güneş, o kadar güzeldi ki, kaybolmak tehlikesini göze alarak otelin biraz ilerisindeki köprüyü geçtim, karşıma çıkan dik bir yokuşa vurdum, sonra, bir çayır, bir ağaçlık ve ikinci bir köprüden geçtim. Daha da dolaşacaktım, fakat kaybolmaktan daha büyük bir tehlike baş gösterdi. Babayani çarşafıma, sımsıkı kapalı peçeme rağmen kılıksız birtakım erkekler peşime takılmaya, söz atmaya başlamışlardı.

Hacı Kalfa'nın nasihatlerini hatırlayarak korktum ve tekrar tersyüzü geri döndüm.

Maarif Müdürlüğü'nde kuşaklı başkâtibin: "Hâlâ İstanbul' dan bir ses seda yok, hemşire hanım" cevabıyla karşılaşacağıma emindim. Fakat, sokağa çıkmışken bir kere oraya da uğramak zaruriydi.

Müdürün hademesi merdivende beni görünce: "isabet ki, geldin hocanım," dedi. Ben de seni arıyordum, birazdan otele gelecektim."

Bey dediği Maarif Müdürü idi. Hayret! O, yine kırmızı çuha kaplı yazıhanesinin önünde, ebedi yorgunluğunu dinlendirir gibi elini, kolunu salıvermiş, yakasını gevşetmiş, gözleri yarı kapalı düşünüyordu.

Beni görünce, esnedi, gerindi ve tane tane söylemeye başladı:

- Hanım kızım, Nezaret-i Celile'den henüz bir cevap almış değiliz. Ne irade buyurulacağmı kestiremiyorum. Ancak, Huriye Hanım kıdemli bir muallime olduğu için sanırım ki onu iltizam ederler. Aksi bir cevap geldiği takdirde müşkül mevkide kalacaksınız. Aklıma bir çare-i tesviye geldi. Buraya bir, iki saat mesafede bir "Zeyniler" nahiyesi var. Havası, suyu güzel, menazır-ı tabiiyesi ferahfeza, ahalisi haluk ve müstakim, cennet gibi bir yer. Orada bir Vakıf Mektebi vardı. Geçen sene, bir-hayli fedakârlıkla tamir ve tecdit ettik. Birçok levazım-ı tedrisi-ye ve ikmal-i nevakısına muvaffak olduk. Mektebin içinde muallimlerin ikametine mahsus daire de var. Şimdi bir genç muallimimizin himmet ve fedekârlığına muhtacız. Gönül ister ki, oraya sizin gibi güzide bir hanım gitsin. Cidden iyi bir yer. Hem de aynı zamanda ecirli bir hizmet-i vataniye olur. Gerçi, maaşı sizin burada alacağınız maaştan noksan. Fakat buna mukabil, et, süt, yumurta vesaire fiyatları, buradakiyle nispet kabul etmeyecek kadar ucuz. isterseniz bol para da biriktirebilirsiniz. Mamafih, ilk fırsatta maaşınıza zam yaparak bugünkü miktara iblağ ederim. O takdirde buradaki İdadi Müdürlüğü'nden daha kârlı bir vaziyete gelirsiniz.

Bu teklif karşısında ne söyleyeceğimi bilmeyerek susuyordum.

Maarif Müdürü devam etti:

- Mektepte ihtiyar bir hatun var. Hem derslere devam ediyor, hem mektebin hizmetlerini görüyor. Kendi halinde, namazında, niyazında bir kadıncağız. Yalnız, yeni tedris usullerine vâkıf değil. Gayri, siz onu da çeker çevirirsiniz. Maahaza, Zeyniler'i beğenmeyecek olursanız bana iki satır bir şey yazarsınız, derhal sizi buraya münasip bir yere alırım. Hoş, siz orayı gördükten sonra merkeze tayin edilseniz de "istemem" diye ayak direyeceksiniz ya.

Hava güzel, manzara güzel, yiyecek içecek ucuz, ahalisi iyi. Şöyle böyle isviçre köyleri gibi bir şey. insan, Allah'tan daha ne ister?

Gözümün önüne güneşli yollar, bahçeler, dereler, ormanlar geliyor, yüreğim şiddetle çarpıyordu.

Bununla beraber, birdenbire "evet" demeye cesaret edemedim. Hiç olmazsa bu işi Hacı Kalfa'ya bir kere danışmalıy-dım.

- Şimdi müsaade buyurunuz, iki saat sonra gelir, cevabımı veririm efendim.

Müdür Bey biraz canlanır gibi oldu:

- Aman kızım, bu iş müstacel. Başka talipleri de var, elden kaçırırsan karışmam sonra.

- O halde, yalnız bir saat beyefendi, dedim.

Maarif Müdürü'nün yanından çıkınca, sofada ortağım Huriye Hanım'la burun buruna gelmeyeyim mi? B.'de bizim ismimizi, iki ortaklar koyduklarını birkaç gün evvel, yine Hacı Kal-fa'dan öğrenmiştim. Bu kadın gözümü o kadar yıldırmıştı ki, yüzünü görünce korktum, görmezliğe geldim ve acele acele oradan sıvışmak istedim. Fakat yolumu kesti, şımarık bir dilenci gibi çarşafımın ucunu tutarak benimle konuşmaya başladı:

- Hanımefendi kızım, geçenlerde size karşı bir terbiyesizlik ettim. Allah aşkına kusuruma bakmayınız. Sinir hali, pek fazla müteessirim de... Ah kızım, benim neler çektiğimi bilseniz, halime acırsınız. Ne olur terbiyesizliğimi affedin.

Ben korkarak:

- Ziyanı yok efendim, dedim ve geçmek istedim.

Fakat nedense o, yakamı bırakmamaya karar vermişti. Evvela halinden şikâyet etti, başındaki beş canın sokak ortasında kalacağını ve dileneceğini anlattı.

Huriye Hanım gittikçe coşuyor, perde perde sesini yükselterek iğrenç bir tarzda yalvarıyordu. Ne söyleyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım.

Daha fenası, bu garip komedyayı gören yanımıza geliyor, etrafımızda kalem odacılarından, kâtiplerden, kahve, şerbet taşıyan peştemallı esnaf çıraklarından bir daire çevriliyordu.

Yüzüm, ellerim ateş gibi kesilmişti. Utancımdan yerlere giriyordum.

Bu defa, ben yalvarmaya başladım:

- Rica ederim hocanım, yavaş konuşun. Herkes bize bakıyor.

Fakat o, inadına kameti artırdı. Şimdi adeta saçlarını yolarak, yakasının düğmelerini kopararak ağlıyor, ellerimi dizlerimi öpmeye kalkıyordu.

Etrafımızdaki kalabalığın gittikçe büyümekte olduğunu dehşetle gördüm. Hani İstanbul'da sokak ortasında diş çeken, leke sabunu, nasır ilacı satan yaygaracı esnafın etrafına nasıl üşüşürler, biz de öyle bir kalabalığın ortasında kalmıştık.

Etraftan: "Yazıktır zavallıya, ağlatma fukarayı küçükha-nım," yolunda sözler de işitilmeye başlamıştı. Birdenbire omuz başımda peyda olan yeşil sarıklı, ak sakallı, iri yarı bir hoca, doğrudan doğruya bana hitap etti:

- Kızım, yaşlılara hürmet ve muavenet bir vazife-i diniye ve insaniyedir. Gel, şu hatunun rızkına mani olma. Allah'ı da, Peygamber'i de hoşnut etmiş olursun. Cenab-ı Hak rezzak-ı âlemdir. Elbet, sana da garip hazinesinden başka bir kapı açar, dedi.