Eşref bu davetten pek memnun döndü. Ömer Beyi göklere çıkarıyor; «sapma kadar kibar adam doğrusu» diyordu.
Bununla beraber davetten Halil Hilmi Efendinin de bir kârı oldu. Ömer Bey bu sefer de Ahmet Masumu davet etmemişti. Doktor Arif Bey bu fırsattan istifade ederek baş muallimi bir yaylı topaç gibi kurdu, kurdu, sonra ortalığı tarumar etmek üzere kasabanın ana caddesine salıverdi. Onu ve onunla beraber de mühendis Deli Kâzımı.
* * *
Fakat her şeyin bir hududu vardır. Kekeme reis günün, birinde:
— Ne yapacağız arkadaşlar, dedi. Aldığımız emir üzerin geldik, her tarafı arayıp tanyarak yorulduk. Fakat bir şey bulamadık. Kaza idaresi merkezi aldatmış demiye pek dilim varmıyacak ama, doğrusu işi çok mübalâğalandırnrşlar. Siz de belki okumuşsunuzdur; bugünkü posta ile gelen İstanbul gazetelerine göre burada taş yağıp kıyamet kopuyormuş. Bana kalırsa keyfiyeti telgrafla mutasarrıfa bildirip avdet müsaadesi istemeliyiz. Yoksa mes'ul oluruz.
Âzamn hemen hepsi geç bile kalındığı reyinde bulundular. İşsiz güçsüz çarşıda, pazarda dolaşmıya utanır olmuşlardı. Ahali kendilerine tuhaf tuhaf bakmiya başlamıştı. Hattâ ara : sıra lastikli sözler bile sarf ediliyordu. Hakikaten burada han odalarında ve şunun bunun evinde daha fazla sefil olmakta mâna yoktu. Hem sancağa dönmeli, hem de doğrusu, fol yok, yumurta yokken ortalığı velveleye veren ve hazineyi zarara sokan kasaba idaresinden hesap istenmeliydi.
Köylere yağ sipariş etmiş bir cerrah ile yerli zenginlerden | birinin kızını istetmiş ve henüz cevap alamamış bir genç me¬mura göre bir iki gün daha beklemekte pek bir mahzur yoktu ama, mademki kısmet zenbili kalkmıştı. Reis telgrafı yazmadan evvel bir kere de kaymakam vekili ile görüşmek muvafık olacağını söylerken kapı açıldı ve Eşref elinde bir telgrafla soluk soluğa içeri girdi:
— Mutasarrıf bey geliyor. Bugün öğle ile ikindi arasında burada bulunacak.
XIX. İstanbulda
îstanbulda heyecan gittikçe çoğalmakta idi. Nidayı Hak ile Millet Sesi'ne öteki gazeteler de katılmışlardı. Vazife başında ağır surette yaralanan Sarıpınar kaymakamı zelzeleden bir gün sonra öldürülmüş, yirmi dört saat sonra tekrar diriltilmişti. (Daha fenası bu yanlış haber Ispartadaki ailesine de aksetmiş ve Halil Hilmi Efendi henüz sağ olduğunu karısına ve kayın babasına anlatmak için iki beyaz mecidiye telgraf parası vermişti).
Yıkılan yerlere, yaralanan ve ölen insanlara dair Sarıpmar-dan tafsilât ve rakam almak mümkün olmadığı için gazetelerde zarurî olarak edebiyata kuvvet veriliyor; taş ve toprak yığını haline gelen meçhul mahallelerin, enkaz altından gelen yaralı iniltilerinin, kucaklarında ölü süt çocukları ile dağlara, kırlara kaçan meçhul anaların tasvirleri halkı dehşetten titretiyordu. Şair Selim Şevketin Tepebaşı tiyatrosunda ahalinin gözyaşları arasında okuduğu manzume «Verin zavallılara» nın pabucunu hakikaten dama atmıştı. O kadar ki, gece yarısından sonra Kadıköyüne dönmiye vasıta bulamıyan şair, tiyatronun karşısındaki otelde bir oda tutmıya mecbur olmuştu. Her akşam, Lorya Beyin; Fethi Kostantaniyye piyesi başlamadan evvel bonjuru ve rugan iskarpinlerile sahneye çıkıyor ve her akşam ayni gözyaşı sellerini akıtıyordu. Tiyatronun açtığı iane defterine rağbet büyüktü. O kadar ki, inşat esnasında açıkgöz bir Rum garson elinde sakladığı bir ufak tabakla galeride dolaşır ve «verin zavallılara» diye kendi hesabına iane toplarken suç üstünde yakalanarak dayak yemişti. İane işini gazeteler de kendileri için bir izzeti nefis meselesi yapmışlardı. Muhbirleri ve daha başkalarını kapı kapı, dükkân dükkân dolaştırıyorlar, her gün toplanan parayı baş sayfalarda ilân ediyorlardı.
Gazeteler hep bir telden çalmıya devam etseydiJer mesele yoktu. Merhamet salgını normal seyrini yapacak ve bir iki hafta içinde kendiliğinden sönüp gidecekti. Fakat Sanpmardan bu neşriyatı az çok besliyecek bir sermaye gelmemesi, işleri karıştırdı. Gazeteler biribirlerinin idarehanelerde ve Meserret kıraathanesinde kaleme alman telgraf ve muhabir mektuplarındaki bazı ölçüsüz mübalâğaları yalanlamıya başladılar; hattâ havadis vermekte geri kalmış bir iki gazete, namuslarını temizlemek için, meselenin esası hakkında tehlikeli şüpheler ortaya attılar. Kalem kavgaları günden güne şiddetleniyor, hele Nidayi Hak ile Millet Sesi, kedi ile köpek gibi biribirierini yiyorlardı.
Belediye reisi ile kaymakamdan şiddetli bir zaparta yiyen Rıfat gazetesinin yağdırdığı telgrafları iki gün cevapsız bıraktıktan sonra üçüncü gün «memuriyeti gazeteciliğe mâni olduğunu» bildirerek iistifa etmişti. Fakat Çopur Resmî kös dinlemiş adamdı; Sarıpinardaki yakın dostları vasıtasile kurduğu şebekeden her gün aldığı haberleri alabildiğine şişirerek Nidayi Hak'a gönderiyor ve Sancak büyükleri arasında canından bıkan bulunmadığı için kimse buna ses çıkarmıyordu.
Kendi keşfettiği kemiği Nidayi Hak'a kaptırdığını gören Millet Sesi bir yandan onunla hırlaşırken, öbür yandan da Sa-rıpmarda, böyle nazik bir zamanda gazetelere doğru haberler verilmesine kimlerin, hangi mürteci kuvvetlerin engel olmıya cesaret ettiklerini soruyor, mesele çıkarıyordu. Gazetelerdeki ahenk bozulup zihinler tehlikeli bir surette ' karışınca dördüncü kuvvet birinciye baş vurdu ve mesele hakkında henüz «her türlü tereddüdü ve yanlış zanları izale edecek resmî bir tebliğ» verilmemiş olmasından şikâyet etti.
Dahiliye nazırı kendisine gazetecilerin bu şikâyetini anlatan müsteşara:
— Yalan mı ya a iki gözüm? dedi. Herifler yalan mı söylüyorlar? Sarıpmar kazasında kaç ev yıkıldığını, kaç kişi yaralandığmı ben mi kovalıyayım bunca iş arasında? Verin bir tebliğ, bitsin gitsin.
— Bendeniz de düşündüm., fakat.... Nazır gülümsedi: