Halil Hilmi Efendi kaşlarını kaldırarak telâş etti:
— Pek üzüldüm buna beyefendi. Neleri var hanımefendinin?
Hâmit Bey tereddüt etti:
— Sinir, merak gibi bir şey.
Kaymakam işi anladığı için hastalığın üzerinde fazla durmadı:
— Çocuklarınız?
— Çocuklarım mı? Benim çocuğum yok ki... Allah vermedi. Bizim viran olası hanede yalnız ayal var ama, sağ olsun, bir düzüne çocuğun yerini tutuyor.
Halil Hilmi Efendi hayretle yerinden kalkarak:
— Nasıl, çocuklarınız yok mu zatıâlinizin? diye sordu.
— Var mı diye biliyorsunuz siz?
— Hayır, yalnız yetişmiş bir kerimeniz, yahut kerimeleriniz var, diye işittim de...
— Keşke öyle olsaydı, fakat yanlış.
Halil Hilmi Efendi bir türlü kendine gelemiyordu. Demek mutasarrıfın kızı yoktu. Böyle olunca Eşrefi kendine damat yapmak hikâyesi baştan başa uydurma idi. Bu hikâye uydurma olunca da Eşrefi, kendi yerine Sarpmara kaymakam tayin ettirmek... Aman yarabbü
O esnada kapı bir iki kere hafif hafif vurulduktan sonra aralanmış, ev sahibi Reşit Beyin başı içeri uzanmıştı:
— Efendim, rahatsızlığınızı merak ettim de., şöyle bir uğ-rayıvereyim dedim, belki bir emiriniz varsa diye...
— Aman efendim, ne zahmet., cidden mahcup olmıya başladım.
— Vazifemiz efendim, vazifemiz. Muhterem misafirsiniz, emanetullahsmız.
— Buyursanıza içeriye.
— Rahatsız etmiyeyim.
— Rahatsız olacak bir şey yok, buyurun canım.
Reşit Bey mutasarrıfın kaymakamla halvet olduğunu bildiği ve sırf bir şeyler öğrenebilmek merakile eve uğradığı halde bundan haberi yokmuş gibi görünerek:
— Huzurunuzda beyefendi bulunduğunu bilseydim bu kadar da rahatsız etmezdim! dedi.
— Estağfurullah., buyurun, oturun. Belediye reisi odanın ortasında durmuştu:
— Müsaade buyurun. Meşgulsünüz, tş arasında olmaz, dedi ve Hamit Beye hiç bir eksiği ve ricası olmadığını bir kere daha temin ettirdikten sonra - sürahideki ısınmış olması lâzım gelen suyu hizmetçiye değiştirterek - dışarı çıktı.
XXIV. Hava değîşiyor
Hava başkalaşmlştı. Kaymakamla yarenliği fazla ileri götürdüğünü farkeden mutasarrıf, kapı kapandıktan sonra çehreyi değiştirdi; parmakları ile düzeltilecek bir yaka arayıp bulamayınca pijamanın düğmesini ilikliyerek değişik bir sesle:
— Gelelim meselemize kaymakam bey, dedi.
Biraz evvelki havadisin neş'esile hâlâ gülümsemiye devam eden Halil Hilmi Efendi de derhal kendisini toparlamış, imtihana giren bir çocuk gibi bacaklarını yanyana getirerek ellerini dizlerine koymuştu.
Kaymakam bey, boynunu kısıp omuzlarını kaldırarak dua edecek gibi ellerini açtı; sonra avuçlarını hafifçe biribirine vurarak:
— Ne diyeyim bilmem ki, mutasarrıf beyefendi, dedi ve sustu.
îkisinin de söyliyecek bir şeyleri yoksa biribirine veda edip ayrılmaları lâzım gelirdi ki, bu olamazdı. Hâmit Bey gözlerini tavana kaldırıp düşündükten sonra: — Herhalde işler iyi gitmemiş kaymakam bey, dedi. Birbirini takip eden yanlış haberler yüzünden hepimiz telâşa düştük, yardım heyetleri gönderdik. İstanbul gazeteleri bu havadisleri telleyip pulladılar. Sarıpmarda taş üstünde taş kalmamış gibi bir yanlış zan hâsıl oldu memlekette. Hâsılı bir bardak suda bir fırtına ki, demeyin gitsin. Herhalde işler iyi gitmemiş. Bunu siz de tasdik edersiniz elbette değil mi kaymakam bey? Bu gibi hallerde bir kelimenin, rasgele ağızdan çıkan bir «evet» veya «hayır» m insanın başına ne işler açabileceğini tecrübelerile bilen Halil Hilmi Efendi yutkundu, yüzü ve elle-rile ancak «talih, kader» mânasını ifade edebilecek müphem bir işaret yaptı.
— Gerçi siz yaralı idiniz, vazife başında değildiniz ama...
— Orası öyle mutasarrıf beyefendi. Hükümet doktorunun ifadesine göre âdeta bir ölüm tehlikesi atlatmışım. Hûda bilir, günlerce kendimden haberim olmadı.
— Halbuki telgrafınızda hiç bir şeyiniz bulunmadığını söylüyordunuz.
— O da bir dereceye kadar kendinden haberi olmamak değil midir beyefendi? Vazife aşkı bırakmadı, yaralı halimde belki bir hizmette bulunurum diye düşündüm. Ateşler ve ağrılar içinde sokakları, köyleri dolaştım.
Konuşma, fazla bir şey ifade etmiyen bu şekilde sual ve cevaplarla bir müddet devam etti.
Halil Hilmi Efendi işi az çok sigortaya almıştı. İcraatın iyi taraflarını kabulleniyor, ötekileri - doktor raporu ile sabit -hastalığına yüklüyordu.
Bu konuşmayı mutlaka bir neticeye bağlamiya mecburiyet gören mutasarrıf sıkılmıya başlamıştı. Kaymakamı sözlerinden yakalamak kabil değildi. Fakat o Halil Hilmi Efendiyi yakalamazsa, sağı solu olmıyan İttihatçı vali kendisini yakalıyacak-tı. Çünkü işin nihayetinde bu kadar rezalet için mutlaka bir mes'uJ» bir kefaret keçisi lâzımdı.
Mutasarrıf için işin asıl güç tarafı, yakasına yapışmiya mee-bur bulunduğu adama karşı duymıya başladığı muhabbetti. Evet, dört sene sonunda Anadoluda anlaşıp koklaşabüeceği tek bir adam bulmuştu. Ne yazık ki, onun da ipini elüe çekmiye mecburdu. Fakat elden ne gelir? Vazife vazifedir. Hâmit Bey ona suallerinden birçoğunu sorduktan sonra dayanılmaz bir nezaket ve tatlılıkla:
— Doğru mu değil mi beyefendi, diyordu.
Halil Hilmi Efendi «doğru, haklısınız» diye tasdik etse mutasarrıf için mesele yoktu. Yüreği şüphesiz yine yanacak, fakat kaymakam suçu kendi ağzı ile ikrar etmiş olduğu için duyacağı azap yüzde telli eksilecekti.
Halil Hilmi Efendinin kızması, küstah bir tavırla: «hayır, haksızsınız» gibi bir şey söylemesi de aşağı yukarı ayni neticeyi hâsıl edecekti. Çünkü o zaman kendisi de kızıp köpürecek ve mesele daha kolaylıkla halledilmiş bulunacaktı.
Fakat kaymakam, garip bir şevki tabiî ile karşısındakinin bu halini sezmiş gibi, suçu, üstüne almıya bir türlü yanaşmıyor, merhum lalaya benziyen kaba yüzünde gözyaşlarından daha hüzün verici terlerle mutasarrıf beyin vicdanına, insanlığına müracaat ediyordu.