Выбрать главу

Reşit Bey, burnundaki et benini tekrar kanatıp iltihaplandırarak, dolambaçlı bir yoldan, meseleyi mutasarrıfa açmıya mecbur oldu:

— Fakirhanemin şerefi şimdi iki muhterem misafirle dübala olacak. Vali beyi başka yere göndermek nezaketsizlik olur değil mi? O halde kendilerini de karşıki odaya misafir ederiz. Biraz küçükçedir ama, rahattır. Ayıp olmaz değil mi? Zatıâliniz daha iyi takdir buyurursunuz.

Valinin adını işitince zaten kaçacak delik arayan Hâmit 103

Bey, buradan çıkıp gitmek lüzumundan başka hiçbir şeyi tak-.JA. dir buyuracak halde değildi.

' — Aman birader, zatıâliniz bana izin verin, dedi. Ben sıkın¬

tılı bir adamım. Teklifli tekellüflü insanlarla bir evde kalamam. Ben gideyim. Neresi olsa müsavi. Otel de olur, bizim yardım heyeti reisinin yattığı evde bir oda da olur. Elverir ki» Ni-kolaki Efendi ile beraber bulunayım. Hemen bir çaresine bakalım.

Mutasarrıfın artık zincirle bağlasan burada durmıyacağına kanaat getiren belediye reisi, riyakâr bir üzüntü ile okunmıya başladı:

— Olmaz beyefendi, olmaz. Ben hani sanki vali beyle bir evde bulunmaktan daha memnun olursunuz diye söyledim. Vali beyi başka yere misafir ederiz efendim...

Reşit Bey bunları söylerken göz ucu ile de mutasarrıfı kontrol ediyor, onun telâş ve dehşetinin arttığım gördükçe kendisi de ısrarını arttırmakta bir tehlike görmüyordu.

Belediye reisi, bu yer değiştirme hâdisesini mutasarrıfın kendi aklına, gelmiş bir şey, onun valiye karşı bir cemilesi gibi izah ederek dışarıya karşı da vaziyeti idare etti.

Mutasarrıf iki saat içinde bavulları, Taşdelen damacanası ve ilâç şişelerile beraber bir otele değil, fakat Nalcızadenin yukarı sokaktaki evine geçiyordu. Kaymağı alınmış bir şerefin artığını, ikinci elden bir dosta devretmekte Reşit Bey için zaten korkulacak bir şey kalmamıştı.

Yalnız vali daha şehir dışında kendini karşılamıya gelenler arasında Ömer Beyi görünce ötekileri birdenbire bırakarak ona doğru yürüdü:

— Vay Ömer Bey... Şükür görüştüğümüze. Senin hâlâ ih-tiyarlamıya niyetin yok mu? dedi. Ve bir pehlivan elense eder gibi avucu ile onun kırışık ensesini, traşlı başını sarsıp şakır-datmıya başladı.

— Sayende demir gibiyim beyefendi.

— Yine atıyor musun?

— Atmam olur mu? Atın ölümü arpadan olsun.

— Aferin sana Ömer Bey., hay Ömer Bey hay...

Vali birkaç adım yürüdü, başkalarile üç, beş kelime konuştuktan sonra tekrar arkasına dönerek Ömer Beyi aradı:

— Bana bak., kaçayım deme Ömer Bey., sana misafir geliyorum.

XXVIII. Sanpınara gidiş

Vali, halkın «öperken ısırır» dedeği cinsten ortası olmıyan bir adamdı. Ya son derece kalender ve uysal, yahmt barut gibi sertti.

Her gün münasebette bulunduğu insanlar esasen «ne verseler ona şakir» ne küsalar ona şad» nevinden ufak adamlar oldukları için, bir keman veya piyano virtüözü süratile bir salisede, bu gamların en aşağısından en yukarısına fırlar ve karşısındakini, oynarken burnuna fiske yemiş kedi. yavrusuna çevirirdi.

Vali mutasarrıf Hâmit Beye:

— Nasılsınız beyefendi, dedi. Rahatsız olmadınız ya... Maa-mafih iyi görüyorum zatıâlinizi maşallah... Arasıra sefer vaziyeti yarar insana...

Sonra onun hem derin minnet ve şükranını, hem de 3arı-pmar havasını iyi bulduğunu anlatan dolambaçlı bir cümlesini yarıda keserek:

— Zahmet etmişsiniz buraya kadar, dedi. Zatıâliniz tekrar arabanıza binin, yorulmayın... Biz arkadaşlarla bir parça yürürüz, değil mi?

Hâmit Beyin yüzü sarardı, uzadı ve sesi hafifçe incelmiye ve dızlamıya başladı:

— Müsaade buyurursanız bendeniz de yürürüm beyefendi hazretleri

Fakat mutasarrıfın tozdan ağarmıya başlıyan rugan iskarpinleri, valinin her adımda onlardan en aşağı iki misli fazla yol yapan arşın arşm bacaklarına yetişemiyor, gittikçe geriliyerek kalabalığın en arkasında, bastonuna dayanarak, topalliyan Halil Hilmi Efendi safma yaklaşıyordu.

Bir de bu olursa kepazeliğin dik âlâsı idi. Mutasarrıf, hiç olmazsa yolun kenarına çekilerek, kendini hendeklerdeki ot ve çiçekleri tetkike dalmış göstermiye çalışırken Halil Hilmi Efendi de, umulmaz bir incelikle adımlarını daha ağırlaştırıyor, sürüsünü kaybetmiş bir çoban yalnızlığı ile yolun ortasında duruyordu.

Belediye reisi Reşit Bey valinin bir aralık kendisine «gözüm kardeşim» diye iltifat etmesinden ve yumruğu ile sırtını okşamasından ümitlenerek bir hamle yaptı ve kendisi için evinde yapılan hazırlıktan bahsetti: Ömer Bey daha sonra da taltif edilebilirdi. Muhterem valinin hiç olmazsa bir gece kendisine misafir olması yalnız şahsı için değil, belediye reisi sıfatile âcizane temsil ettiği kasaba için de cihan değer bir şeref olacaktı.

Fakat valinin gözü, sokağın kenarındaki çukurlardan birine ilişmişti. Arkada, önde, karşıda bu çukurlardan daha birçoğu sıralandığı halde nedense yalnız ona ehemmiyet vererek birdenbire çehre değiştirdi:

— Sen onu bırak da şuna bak... Yahu bu ne? Karanlıkta bir bacağını kırarsa mesuliyeti kime ait? Emrinde tekadami olmasa insan bunu kendi kapar. Sermayesi üç, beş kürek toprak... Ayıp, ayıp... Davetten evvel bunu düşünmeli. Asıl davet bu.,, ayıp, çok ayıp...

Birdenbire baskına uğrayan belediye reisi çehresindeki memnun ifadeyi süratle değiştiremediği için tebessümü âdeta dudaklarile burnuna yapışıp kalıyor, adamcağızı, hakarete karşı sırıtan bir yüzsüz vaziyetine düşürüyordu.

Biraz ilerde bir meydan kahvesi halkı, kalabalığı görünce | hep birden ayağa kalkmış ve valiyi selâmlamak için kaldın- ' mın kenarına dizilmişti.