Выбрать главу

Vali babacan bir tavırla: ,

— Merhaba hemşeriler, dedi, ne haldesiniz? Size «geçmiş olsun» demıye geldim.

Ahaliden bazıları:

— Hoş geldiniz, Allah ömürler versin, diyorlar ve hayretle biribirlerine bakıyorlardı.

Valinin bu «geçmiş olsun» ile zelzeleyi kasdettiğini neden sonra anladılar.

— Sarıpmann uğradığı zelzele felâketi yalnız kendi vatandaşlarımızı değil, ecnebileri de müteessir etmiştir. Neyse maşallah görüyorum ki. hepiniz sıhhattasınız, demir gibisiniz. Yalnız ah şu kahvede tembel tembel tavla atacağınıza biraz fazla çalışarak şu şirin kasabanızı bir şeye benzetseniz. Hatırınız kalmasın ama, şu hani hayvanlarınızı bağladığınız ahır, sokaklarınızdan daha temizdir. Aşağıda yol kenarında çukurlar gördüm. Gece evlerinize giderken nasıl bacaklarınızı kırmadığınıza hayret ederim. Mucize buna derler. Her biriniz tavla atacak yerde birer kürek toprak atıverseniz bitti, gitti. Ne sakala minnet, ne bıyığa, ne belediye reisine!... Darılmadınız ya bana. Doğru söze darılmak ayıptır. Ayıpların en büyüğüdür. Ben açık konuşurum. Hadi bakalım, hoşça kalın, yine görüşürüz... Alayı hâlâ alargadan takip eden mutasarrıf Hâmit Bey çok büyük bir sıkıntı içinde idi.

Vali kendisini fena karşılamıştı. Beyhude yorulmamasmı, arabaya binerek dönmesini tavsiyesi alaydı, istiskaldi. Halk arasında koca bir mutasarrıfın kredisini sıfıra indirmişti. Adam diye kendini karşılamıya çıkmış bir büyük memuru arkada bırakıp yürüyüvermesi yenilir, yutulur şey miydi?

Fakat ne çare ki, yenilecek, yutulacaktı.

Mamafih kendisi de bu* hakareti karşılıksız bırakmamıştı. Öyle ya valinin yanında, yahut iki adım gerisinde gitmiyerek, böyle bir akşam gezintisine çıkmış gibi, iki, üç yüz adım arkadan sallana sallana yürümesi az şey miydi? Elbette değildi. Ancak adam olana!

Kasabanın merkezine doğru yaklaşılıp sokaklar kalabalık-laştıkça Hâmit Beyin sinirliliği artıyordu. Sarıpmara geldi geleli ancak bir, iki kere araba ile sokağa çıktığı ve muayyen beş, on kişiden başka kimse ile görüşmediği için şahsını tanıyan yok gibiydi. Olsa da insan azmanı boyu ile kalabalığın önünde yürüyen valiyi gördükten sonra onun biraz geriden kendi kendine yürümesine mâna verecek kimse çıkmazdı. Fakat Hâmit Bey herkesin kendine baktığı ve bıyık altından güldüğünü zannediyordu. Bir, iki kere öfke ile kendi kendine:

— Tahammül edilmez buna, dedi, bu teres iyi bir dersi haketti. îlk önüme çıkan sokağa sapıp yerime gitmeliyim. Hakarete hakaretle mukabele edilir. Benim de izzeti nefsim var. Hâmit Bey, hakikaten dediğini yapıyor, fakat meçhul sokakta beş, on adım gittikten sonra valinin arkasına dönerek;

«Nerede mutasarrıf bey? Gitmiş öyle mi?.. Ya!!.. Pekâlâ» dediğini görür gibi olarak dehşet içinde kalıyor ve arkasından t kovalanıyormuş gibi âdeta koşarak caddeye dönüyordu.

Hâmit Bey bu tahmininde isabet etmişti. Bir eski çeşmenin üstündeki beyitleri okuyamıyan ve etrafmdakilerin de okuyamadığını gören vali:

— Nerede mutasarrıf bey, dedi, bu bilmecenin olsa olsa o altından kalkar...

• Hâmit Beyin, kalabalığın takımı ile kendisine döndüğünü ve valinin el salladığın! görerek adımlarını sıklaştırmış olmasına rağmen birkaç kişi ona karşıcı gitti.

Vali: — Mutasarrıf beyefendi, dedi, kitabet ve inşa cihetinden hepimizin alaylı olduğumuz meydana çıktı. Aramızda mektepli bir siz varsınız, çıkaramadık şu beyiti de...

Hâmit Beyin kanı, çehresinin her tarafına kâfi gelmediği için ancak burnunun ucu ile elmacık kemiklerinin bir parçasını kızarttı:

— Estağfurullah efendim. Teveccühünüzün minnettarıyım efendim. Emir buyurursunuz efendim...

Hâmit Beyin kitabet ve inşası hakikaten kuvvetliydi. Eski yazı çeşitlerini okumak ve hattâ yazmakta da oldukça mele- j keşi vardı. Fakat arapça kelimeleri yanlış telâffuz etmek korkusu onda âdeta bir hastalık haline gelmiş olduğundan kimsenin yanında yüksek sesle bir şey okuyamazdı. Kitabeye bir göz gezdirip içinden çıkamıyacağını anladıktan sonra gözlerini kırpıştırarak:

— Efendim af buyurun, uzaktan harfleri seçemeyeceğim, dedi.

Vali içini çekerek güldü:

— Gözleri seçen okuyamaz, okuyabileceğin gözleri seçmez. Demek ki, Allah alın yazılarımız gibi şu yazının da okunmamasını murat buyurmuş. Takdiri ilâhîye karşı tedbir para eder mi? Ne yapalım, yürüyelim bari...

Fakat bu esnada Deli Kâzım, kalabalığı yararak öne çıktı:

— Müsaade buyurursanız bendeniz de bir tecrübe yapayım vali beyefendi, dedi. Yüzüm kara çıkmaz inşallah.

Ve kitabeyi başından sonuna kadar su gibi okudu. Vali Deli Kâzımı kolundan tutarak:

— Bakındı hele, dedi ,aferin sana mühendis.

Deli Kâzımı valiyi karşılamıya götürmek, için epeyce zorlamışlardı:

— Yapamam yahu, kanımda yok dalkavukluk, diyordu.

O vakite kadar o da kafilenin uzağında yürümüş ve «aman yapma» dendikçe inadına yükselen bir sesle öyle şeyler söylemişti ki, muallim Ahmet Masumu bile yanından kaçmıya mecbur etmişti.

Fakat arasıra coşkun yumruklarla sırtını okşıyan, kolunu sallayıp sarsan vali ile on beş, yirmi adım yürüyüp ayrıldıktan sonra lisanını değiştirdi:

— Sapma kadar adam doğrusu; can feda böylesine demeğe başladı.

Halil Hilmi Efendi Ömer Beyin evine kadar kafileyi sessiz, sedasız takip etmişti. Orada artık vazifesinin nihayet bulduğunu zannederek ayrılacağı zaman vali:

— Nereye kaymakam, dedi, sen kal burada, konuşacaklarım var.

Böyle bir şerefi beklemiyen Ömer Bey, acele bazı hazırlıklar için eve girmiş; vali, belediye'reisi Reşit Bey ve daha birkaç kişi ile bahçede otuarmuştu.

— Yanaş şöyle bakalım kaymakam. Al şu sandalyeyi... Rahat otursana./Bu ne hal kaymakam. Sen değneği kırılmış Ha-civada dönmüşsün. Ne fena çarpmış bu zelzele seni böyle. Hâlâ iyi olmadın mı? Halil Hilmi Efendi arasıra nefes almak için durarak, «resmî doktor raporu ile de sabit olduğu üzere» büyücek bir rahatsizlik geçirdiğini, fakat bu şimdiki arızanın, bu sabah doktor tarafından delinmiş bir kan çıbanından ileri geldiğini, sandalyeye yarım oturmasının sebebi de bu olduğunu anlattı.,