Выбрать главу

“Hikayeler mi?” dedi Rand. “İki Nehir’de sizin gibi birini ilgilendirecek ne olmuş ki –yani, ne olmuş olabilir?”

“Buraya İki Nehir dışında ne ad veriyorsunuz?” diye ekledi Mat. “Burası hep böyle adlandırılmıştır.”

“Zaman Çarkı dönerken,” dedi Moiraine, yarı kendi kendine ve gözlerinde uzak bir bakış ile. “Mekanlar pek çok isim taşır. İnsanlar da pek çok isim, pek çok yüz taşır. Farklı yüzler, ama hep aynı adam. Ama kimse Çark’ın dokuduğu Büyük Desen’i, hattâ belirli bir Çağın Deseni’ni bilemez. Ancak izleriz, inceleriz ve umut ederiz.”

Rand tek söz söyleyemeden, ne demek istediğini bile soramadan bakakaldı. Kadının onların duyması için konuştuğundan emin değildi. Diğer ikisinin de dillerinin aynı şekilde bağlandığını fark etti. Ewin’in ağzı açık duruyordu.

Moiraine bakışlarını yine onlara çevirdi ve üçü, uyanırcasına silkelendiler. “Daha sonra konuşacağız,” dedi kadın. Hiçbiri tek söz söylemedi. “Daha sonra.” Moiraine, yürümek yerine kayarcasına, pelerini iki yanında kanat gibi açılarak Araba Köprüsü ne ilerledi.

O giderken Rand’ın daha önce fark etmediği uzun boylu adam hanın önünden yürüdü ve bir eli kılıcının uzun kabzasında, Moiraine’in arkasından gitti. Adamın giysileri, koyu, grimsi yeşildi, yaprakların ya da gölgelerin içinde kaybolabilirdi. Pelerini rüzgarda dalgalanırken gri, yeşil ve kahverengi tonlarına bürünüyordu. Zaman zaman neredeyse kayboluyor, arkasındaki rengin içinde soluyordu. Adamın saçları uzun, şakaklarda griydi ve dar bir deri bantla yüzünden arkaya çekilmişti. O yüz, taş gibi düzlüklerden ve açılardan yapilmiş, güneş ve yağmur görmüş gibiydi, ama saçlarındaki griye rağmen çizgisizdi. Adam yürürken, Rand’ın aklına kurttan başka bir şey gelmedi.

Üç delikanlının yanından geçerken adamın bakışları üstlerinde gezindi. Gözleri kış ortası şafağı kadar soğuk ve maviydi. Sanki aklından onları teraziye vuruyordu, ama yüzü terazinin ne dediği konusunda en ufak bir işaret vermiyordu. Adımlarını hızlandırarak Moiraine’e yetişti, sonra yavaşlayıp omzunun yanında yürümeye başladı, kadınla konuşmak için eğildi. Rand, tuttuğunu fark etmediği bir nefes verdi.

“Bu Lan’di,” dedi Ewin boğuk sesle. Sanki o da nefesini tutmuştu. Adam öyle bir bakış fırlatmıştı. “İddiaya girerim bir Muhafız’dır.”

“Aptal olma.” Mat güldü, ama titrek bir kahkahaydı. “Muhafızlar ancak hikayelerde vardır. Her neyse, Muhafızların altın ve mücevher kaplı kılıçları ve zırhları bulunur ve tüm zamanlarını kuzeyde, Büyük Afet’te, kötülüklerle ve Trolloclarla savaşarak geçirirler.”

“Ama Muhafız olabilir,” diye ısrar etti Ewin.

“Üzerinde hiç altın ve mücevher gördün mü?” diye alay etti Mat. “İki Nehir’de Trolloc var mı? Bizim koyunlarımız var. Burada Moiraine gibi birini ilgilendirecek ne oldu, merak ediyorum.”

“Bir şey olabilir,” dedi Rand yavaşça. “Hanın bin yıllık, hattâ belki daha eski olduğunu söylerler.”

“Koyunlarla geçen bin yıl,” dedi Mat.

“Bir gümüş peni!” diye bağırdı Ewin heyecanla. “Bana koca bir gümüş peni verdi! Çerçi geldiğinde onunla neler alabilirim, bir düşünsenize.”

Rand, Moiraine’in verdiği paraya bakmak için elini açtı. Şaşkınlık içinde, neredeyse parayı düşürecekti. Yukarı çevirdiği avcunun içinde tek bir alev tutan kadın resimli şişman, gümüş parayı tanımadı, ama Bran, al’Vere bir düzine ülkeden gelen tüccarların paralarını tartarken onu izlemişti ve değeri hakkında bir fikri vardı. O kadar gümüş İki Nehir’in her yanında iyi bir at alır, biraz da para üstü kalırdı.

Mat’e baktı ve kendi yüzünde olduğunu bildiği aynı sersemlemiş ifadeyi gördü. Ewin görmeden Mat’in görebilmesi için elini eğerek, bir kaşını sorarcasına kaldırdı. Mat başını salladı ve bir an şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.

“Ne tür işleri var acaba?” diye sordu Rand sonunda.

“Bilmiyorum,” dedi Mat kararlılıkla, “ve aldırmıyorum da. Parayı harcamayacağım. Çerçi geldiğinde bile.” Sonra parayı ceketinin cebine soktu.

Rand başını sallayarak, yavaş yavaş aynı şeyi yaptı. Neden bilmiyordu, ama bir şekilde Mat’in söylediği doğru gelmişti. Bu para harcanmamalıydı. Kadından geldiği sürece öyle olmalıydı. Gümüşün başka ne işe yarayacağını bilemiyordu, ama…

“Sizce ben de mi saklamalıyım?” Ewin’in yüzü acılı bir kararsızlık doluydu.

“İstemiyorsan saklama,” dedi Rand.

“Sanırım sana harcaman için verdi,” dedi Rand.

Ewin, parasına baktı, sonra başını salladı ve gümüş peniyi cebine soktu. “Saklayacağım,” dedi üzülerek.

“Âşık da var,” dedi Rand ve genç oğlan neşelendi.

“Eğer uyanırsa,” diye ekledi Mat.

“Rand,” diye sordu Ewin, “bir âşık var mı gerçekten?”

“Göreceksin,” diye yanıt verdi Rand gülerek. Ewin’in gözleri ile görmeden inanmayacağı açıktı. “Eninde sonunda aşağı inmek zorunda.”

Araba Köprüsü’nden bağırışlar geldi ve Rand sebebini görmek için başını kaldırdığında, kahkahası candandı. Gri saçlı ihtiyarlardan yeni yürümeye başlamış ufaklıklara kadar, dolanıp duran köylülerden bir kalabalık, köprüye ilerleyen, sekiz atın çektiği dev gibi, yüksek bir arabaya eşlik ediyordu. Arabanın yuvarlak, kanvas örtüsünün dışına üzüm salkımı gibi bohçalar asılmıştı. Sonunda Çerçi gelmişti. Yabancılar, bir âşık, havaifişekler ve bir Çerçi. Bu, tüm zamanların en iyi Bel Tine’ı olacaktı.

3

ÇERÇİ

Çerçi’nin arabası Araba Köprüsü’nün ağır kütükleri üzerinde yuvarlanırken tencere salkımları tangırdayıp gümledi. Hâlâ köylülerden ve Festival için gelen çiftçilerden bir bulut ile sarılı olan Çerçi, atlarını dizginledi ve hanın önünde durdu. Her yönden insanlar akarak büyük arabanın çevresindeki kalabalığı artırdı. Arabanın tekerlekleri, yukarıda, sürücü koltuğunda oturan Çerçi’ye gözlerini diken tüm insanlardan daha yüksekti.

Arabadaki Padan Fain’di, ince kolları ve iri, gaga gibi bir burnu olan solgun, sıska bir adam. Her zaman başka kimsenin bilmediği bir şaka biliyormuşçasına gülümseyen ya da kahkaha atan biri olan Fain, Rand’ın hatırlayabildiği her bahar arabasını ve atlarını Emond Meydanı’na sürmüştü.

Atlar koşumlarını şıngırdatarak durduğunda hanın kapısı hızla açıldı ve al’Vere Usta ve Tam önderliğinde, Köy Kurulu belirdi. Diğerlerinin heyecanlı, iğne, dantel, kitap ya da bir düzine başka şey isteyen bağırışları arasında yavaşça dışarı yürüdüler; Cenn Buie bile. Kalabalık, onların geçmesine izin vermek için isteksizce açıldı, sonra herkes çabucak arkalarından kapandı, ama Çerçi’ye seslenmelerini bir an bile kesmediler. Köylüler her şeyden fazla, haber sonuyorlardı.

Köylülerin gözünde, iğneler, çay ve benzerleri bir Çerçi’nin yükünün ancak yarısı ederdi. Dışarıdan, İki Nehir’in ötesindeki dünyadan haberler de en az onlar kadar önemliydi. Bazı çerçiler bildiklerini kısaca anlatır, zahmete değmez bir saçmalık yığınıymış gibi boşaltırlardı. Başkalarının ağzından laf çengelle çıkardı, istemeye istemeye, zerafetten yoksun konuşurlardı. Fain, alaylı, fakat rahat konuşurdu ve anlatım işini uzatır, bir âşığınkine rakip olacak bir gösteriye dönüştürürdü. Dikkat merkezi olmaya bayılır, her göz üzerinde, cüsse yoksunu bir horoz gibi kasılarak dolaşırdı. Rand’ın aklına Fain’in Emond Meydanı’nda gerçek bir âşık bulmaktan fazla hoşlanmayacağı geldi.