Cenn meydan okurcasına çevresine bakındı, dik dik bakanları sindirmeye çalıştı ve sesini yükseltti. “Fain’in bunun sahte Ejder olduğunu söylediğini duymadım. Siz duydunuz mu? Gözlerinizi kullanın! En az diz boyu olması gereken ekinler nerede? Bahar geleli bir ay olması gerekirken neden hâlâ kış?” Dilini tutması için Cenn’e öfkeyle bağıranlar oldu. “Susmayacağım! Ben de bu konuşmalardan hoşlanmıyorum, ama başımı bir sepetin altına sokup, bir Taren Salı sakininin gelip boğazımı kesmesini beklemeyeceğim. Ve bu sefer Fain’in keyfinin gelmesini de beklemeyeceğim. Açık konuş, Çerçi. Ne işittin? Hı? Bu adam sahte Ejder mi?”
Fain getirdiği haberden ya da yarattığı huzursuzluktan rahatsız olmuşsa bile belli etmedi. Yalnızca omuzlarını silkti ve sıska parmağını burnunun yanına koydu. “Buna gelince, her şey olup bitene kadar kim bilebilir?” Sır dolu sırıtmalarından biri ile durdu, nasıl tepki göstereceklerini hayal edermiş ve bunu komik bulurmuş gibi bakışlarını kalabalığın üzerinde gezdirdi. “Ama bildiğim bir şey var,” dedi abartılı bir kayıtsızlıkla. “Tek Güç’ü kullanabiliyor. Diğerleri kullanamıyordu. Ama o yönlendirebiliyor. Düşmanlarının ayaklarının altında yer yarılıyor, sağlam duvarlar, haykırışı ile ufalanıyor. O seslendiği zaman şimşekler geliyor ve işaret ettiği yere çarpıyor. Benim duyduğum bu, hem de inandığım adamlardan.”
Dehşet dolu bir sessizlik çöktü. Rand arkadaşlarına baktı. Perrin hoşlanmadığı şeyler görüyor gibiydi, ama Mat hâlâ heyecanlıydı.
Yüzü her zamankinden yalnızca biraz daha az sakin olan Tam, Belediye Başkanı’nı yakına çekti, ama o konuşamadan Ewin Finngar patladı.
“Delirecek ve ölecek! Hikayelerde Güç’ü yönlendirebilen adamlar hep delirir ve sonra tükenip ölürler. Yalnızca kadınlar ona dokunabilir. O adam bunu bilmiyor mu?” Buie Efendi’nin tokatından kaçınmak için eğildi.
“Bu kadar yeter, evlat.” Cenn boğum boğum yumruğunu Ewin’in yüzüne salladı. “Saygı göster ve bu konuyu büyüklerine bırak. Defol git!”
“Sakin ol, Cenn,” diye hırladı Tam. “Oğlan merak etti yalnızca. Bu aptallıklara gerek yok.”
“Yaşına göre davran,” diye ekledi Bran. “Ve bir kerelik Kurul üyesi olduğunu hatırla.”
Tam ve Belediye Başkanı’nın söylediği her sözcük ile Cenn’in kırışık yüzü daha da karardı, neredeyse mor olana kadar da kızarmaya devam etti. “Ne tür kadınlardan bahsettiğini biliyorsunuz. Bana dik dik bakmayı bırak, Luhhan, sen de Crawe. Bu, saygın insanların yaşadığı saygın bir köy ve Fain’in gelip Güç’ü kullanan sahte Ejderlerden bahsetmesi, bu Ejder çarpmış oğlan işe Aes Sedailerini karıştırmadan da yeterince kötü. Bazı şeylerin söylenmemesi gerekir ve bu aptal âşığın dilediği hikayeyi anlatmasına izin vermenizden hoşlanmıyorum. Bu ne doğru, ne de saygın.”
“Ben, bahsedilmemesi gereken bir şeyi ne gördüm, ne işittim, ne de kokusunu aldım,” dedi Tam, ama Fain’in söyleyecekleri bitmemişti.
“Aes Sedailer çoktan işe karıştı,” diye sesini yükseltti Çerçi. “Bir grup, atlarını Tar Valon’dan güneye sürdü. Adam, Güç’ü kullanabildiği için Aes Sedailer dışında hiç kimse onu altedemez, çünkü tüm savaşları onlar verir ve altedildikten sonra onunla onlar ilgilenirler. O da altedilirse.”
Kalabalıktan biri yüksek sesle inledi. Tam ve Bran bile huzursuzluk içinde bakıştılar. Köylüler birbirlerine sokuldular, bazıları, rüzgarın hızı azalmış olmasına rağmen pelerinlerine daha sıkı sarındı.
“Elbette altedilecek,” diye bağırdı biri.
“Sahte Ejderler sonunda hep yenilir.”
“Altedilecek, değil mi?”
“Ya yenilmezse?”
Tam, sonunda Belediye Başkanı’nın kulağına alçak sesle birşeyler söylemeyi başardı ve Bran çevresindeki patırtıyı duymazdan gelerek, zaman zaman başını sallayarak sözünü bitirmesini bekledi, sonra sesini yükseltti.
Hepiniz dinleyin. Susun ve dinleyin!” Bağırışlar kesilerek yine mırıltıya dönüştü. “Bu, dışarıdan gelen haberlerden öte bir şey. Köy Kurulu’nda tartışılmalı. Fain Efendi, handa bize katılırsan, sormak istediğimiz sorular var.”
“Şu anda bir kupa sıcak, baharatlı şarap hiç de fena olmaz,” diye yanıt verdi Çerçi gülerek. Arabadan aşağı atladı, ellerini ceketine sildi ve neşeyle pelerinini düzeltti. “Atlarımla ilgilenirsiniz, değil mi?”
“Söyleyeceklerini ben de dinlemek istiyorum!” Birden fazla ses itirazla yükseldi.
“Onu alıp götüremezsiniz! Karım beni iğne almaya gönderdi!” Bu Wit Congar’dı; bazılarının bakışları altında sırtını kamburlaştırdı, ama yerini korudu.
“Bizim de som sormaya hakkımız var,” diye bağırdı kalabalığın arkasından birisi. “Ben…”
“Sessiz olun!” diye kükredi Belediye Başkanı, ürkmüş bir sessizlik yaratarak. “Kurul soru sormayı bitirdiği zaman Fain Efendi haberlerini anlatmak için geri dönecek. Ve tencereleri ile iğnelerini satabilecek. Hu! Tad! Fain Efendi’nin atlarını ahıra yerleştirin.”
Tam ve Brand, Çerçi’nin iki yanına geçti. Kurul’un geri kalanı arkalarından kapandı ve hepsi birden Badeçay Hanı’na girip kapıyı arkalarından girmeye çalışanların yüzüne karşı sıkı sıkı kapattılar. Kapının yumruklanması karşısında, Belediye Başkanı yalnızca tek bir şey söyledi.
“Evinize gidin!”
İnsanlar Çerçi’nin söyledikleri, bunların ne anlama geldiği, Kurul’un neler sorduğu, neden dinleyip kendi sorularını sormalarına izin verilmediği hakkında mırıldanarak hanın önünde dolandılar. Bazıları hanın ön pencerelerinden içeriyi gözetledi, hattâ birkaçı Hu ile Tad’i sorguladı, ama onların ne biliyor olması gerektiği pek de açık değildi. İki vurdumduymaz ahır uşağı, yanıt olarak yalnızca homurdandı ve atların koşumlarını çıkarmaya devam ettiler. Fain’in atlarını teker teker götürdüler ve son koşum da çıktığında, geri dönmediler.
Rand kalabalığı görmezden geldi. Eski, taş temelin kenarına oturdu, pelerinine sarındı ve gözlerini han kapısına dikti. Ghealdan. Tar Valon. İsimlerin kendisi bile tuhaf ve heyecan vericiydi. Ancak çerçilerin haberlerinden ve tüccarların koruyucularının anlattığı hikayelerden bildiği yerlerdi bunlar. Aes Sedailer, savaşlar, sahte Ejderler: gece geç saatlerde, bir mum duvarda tuhaf gölgeler yaratırken ve rüzgar kepenklerin arkasında ulurken, şöminelerin önünde anlatılan hikayelerin konularıydı. Bütününe bakınca, tipileri ve kurtları tercih ederdi. Yine de, orada, uzakta, İki Nehir’in ötesinde farklı olmalıydı, bir âşığın hikayesinin ortasında yaşamak gibi olmalıydı. Macera. Uzun bir macera. Bir yaşam boyu.
Köylüler yavaş yavaş, mırıldanarak ve başlarını sallayarak dağıldı. Wit Congar, durarak, terk edilmiş arabaya, içinde saklanmış bir çerçi daha bulabilirmiş gibi baktı. Sonunda birkaç gençten başka kimse kalmadı. Mat ve Perrin Rand’ın oturduğu yere yürüdüler.
“Bir âşığın bunu nasıl geçebileceğini bilmiyorum,” dedi Mat heyecanla. “Bu sahte Ejder’i hiç görebilecek miyiz acaba?”
Perrin kıvırcık saçlarını salladı. “Ben onu görmek istemiyorum. Başka bir yerde belki, ama İki Nehir’de değil. Bu savaş anlamına geliyorsa değil.”
“Burada Aes Sedailerin görülmesi anlamına geliyorsa da değil,” diye ekledi Rand. “Yoksa Kırılış’a kimin sebep olduğunu unuttun mu? Ejder başlatmış olabilir, ama dünyayı kıran aslında Aes Sedailerdi.” “Bir zamanlar bir hikaye dinlemiştim,” dedi Mat yavaşça, “bir yün alıcısının koruyucusundan. Ejderin, insanoğlunun en büyük ihtiyaç anında doğacağını ve hepimizi kurtaracağını söylemişti.”
“Eh, buna inanıyorsa aptalın tekiymiş,” dedi Perrin kararlılıkla. “Ve sen de dinlediğin için aptalın tekiymişsin.” Sesi öfkeli gelmiyordu; Perrin kolay kolay öfkelenmezdi. Ama bazen Mat’in civa gibi hayalleri karşısında çileden çıkardı ve sesinde bundan bir parça işitiliyordu. “Herhalde sonra da yeni bir Efsaneler Çağı’nda yaşayacağımızı söylemiştir.”