Выбрать главу

Rüyalar hakkında gevezelik etmeye başladığında, konuşmak isteyen parçası bile ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Dilini ısırarak çenesini kapattı. Burnundan derin derin nefes alarak ihtiyatla, kabus gördüğünü düşünmesini umarak Ogier’ı izledi. Işık biliyordu ki, hepsi kabus gibi gelmişti, ya da herkese kabus gördürecek kadar kötü. Belki Loial delirdiğini düşünüyordu. Belki…

“Ta’veren,” dedi Loial.

Rand gözlerini kırpıştırdı. “Ne?”

“Ta’veren.” Loial küt parmağı ile sivri kulaklarından birinin arkasını kaşıdı ve hafifçe omuzlarını silkti. “İhtiyar Haman hep, asla dinlemediğimi söyler, ama bazen dinlerim. Bazen dinledim. Desen’in nasıl dokunduğunu biliyorsundur, değil mi?”

“Bu konuda hiç düşünmemiştim,” dedi Rand yavaşça. “Dokunur işte.”

“Ah, evet, şey. Tam olarak değil. Görüyorsun, Zaman Çarkı Çağların Deseni’ni dokur ve kullandığı ipler yaşamlardır. Desen sabit bir şey değildir. Biri yaşamının yönünü değiştirmeye çalışırsa ve Desen’in uygun bir boşluğu varsa, Çark dokumaya devam eder ve o değişikliği içine alır. Küçük değişiklikler için her zaman yer vardır, ama bazen Desen, ne kadar denersen dene, büyük bir değişimi reddeder. Anlıyor musun?”

Rand başını salladı. “Bir çiftlikte ya da Emond Meydanı’nda yaşayabilirdim ve bu küçük bir değişim olurdu. Ama bir kral olmak isteseydim…” Rand güldü, ve Loial yüzü neredeyse ikiye bölünerek sırıttı. Dişleri beyazdı ve keski kadar iriydiler.

“Evet, işte öyle. Ama bazen değişim seni ya da Çark o değişimi için seni seçer. Ve bazen Çark bir yaşam-ipliğini ya da pek çok ipliği öyle büker ki, çevredeki tüm iplikler o büklümün çevresinde dönmek zorunda kalır ve onlar da başka iplikleri zorlarlar, onlar da başkalarını, vesaire, vesaire. Ağ’ın yaptığı o ilk büklüm, işte o ta’verendır ve onu değiştirebilmek için yapabileceğin hiçbir şey yoktur, Desen’in kendisi değişene kadar hiçbir şey. Ağ –ta’maral’ailen denir– haftalarca, yıllarca sürebilir. Bir kasabayı, hattâ tüm Desen’ı içine alabilir. Şahinkanadı Artur bir ta’verendi. Lews Therin Kardeşkatili de öyle, sanırım.” Gürleyerek güldü. “İhtiyar Haman benimle gurur duyardı. Devamlı bana homurdanır dururdu, ama gezi kitapları çok daha ilgi çekiciydi, yine de bazen onu dinlerdim.”

“Hepsi iyi güzel,” dedi Rand, “ama bunun benimle ne ilgisi var, anlamıyorum. Ben bir çobanım, bir başka Şahinkanadı Artur değil. Mat ya da Perrin de öyle. Bu… saçma.”

“Öyle olduğunu söylemedim, ama hikayeni dinlerken Desen’in döndüğünü hissedebiliyordum ve bu konuda hiç Yeti’m yoktur. Sen kesinlikle ta’verensin. Sen ve belki arkadaşların da.” Ogier düşünceli düşünceli burnunu kaşıyarak sustu. Sonunda bir karara varmış gibi kendi kendine başını salladı. “Seninle yolculuk etmek isterim, Rand.”

Rand bir an doğru duyup duymadığını merak ederek bakakaldı. “Benimle mi?” diye bağırdı konuşmayı başardığı zaman. “Anlattıklarımı dinlemedin mi…?” Aniden kapıya baktı. Sıkı sıkı kapalıydı ve diğer yandan dinlemeye çalışan olsa, kulağını kapıya dayasa bile bir mırıltıdan başka bir şey duymamasını sağlayacak kadar kalındı. Yine de sesini alçalttı. “Beni kimlerin kovaladığını duymadın mı? Her durumda, gidip ağaçlarınızı görmek istediğini sanıyordum.”

“Tar Valon’da çok güzel bir koruluk vardır ve Aes Sedailerin ona iyi baktıklarını duydum. Dahası, görmek istediğim yalnızca korular değil. Belki sen yeni bir Şahinkanadı Artur değilsin, ama en azından bir süreliğine dünyanın bir kısmı senin çevrende şekillenecek, hattâ belki şekillenmeye başladı bile. İhtiyar Haman bile bunu görmek isterdi.”

Rand tereddüt etti. Yanında birisinin olması iyi olurdu. Mat’in davranış tarzı, onunla olmayı yalnız kalmaya eş kılmıştı. Ogierin varlığı rahatlatıcı olacaktı. Belki Ogierlerin ömürleri düşünüldüğünde, genç sayılırdı, ama tıpkı Tam gibi, kaya gibi sağlam görünüyordu. Ve Loial bir sürü yere gitmiş, başka insanlar tanımıştı. Geniş yüzü bir sabır tablosu gibi oturmakta olan Ogier’e baktı. Orada otururken bile ayakta duran çoğu insandan daha uzundu. Neredeyse üç metre boyunda birini nasıl saklarsın? İçini çekti ve başını iki yana salladı.

“Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum, Loial. Moiraine bizi burada bulsa bile Tar Valon’a gidene kadar tehlikede olacağız. Moiraine bizi bulamazsa…” Bulamazsa, o zaman, o ve başka herkes ölmüştür. Ah, Egwene. Silkelendi. Egwene ölmemişti ve Moiraine onları bulacaktı.

Loial ona duygudaşlıkla baktı ve omzuna dokundu. “Dostlarının iyi olduğundan eminim, Rand.”

Rand başını sallayarak teşekkür etti. Boğazı sıkışmıştı, konuşamıyordu.

“En azından zaman zaman benimle konuşmaz mısın?” Loial bas bir gürleme ile içini çekti. “Ve belki taş oyunu oynamaz mısın? Günlerdir iyi yürekli Gill Efendi dışında kimseyle konuşmadım. O da genellikle meşgul. Aşçı onu merhametsizce işe koşuyor gibi görünüyor. Belki hanın gerçek sahibi aşçıdır, ha?”

“Elbette gelirim.” Sesi boğuktu. Boğazını temizledi ve sırıtmaya çalıştı. “Ve eğer Tar Valon’da görüşürsek, bana oradaki koruluğu gösterirsin.” İyi olmak zorundalar. Işık aşkına, iyi olsunlar.

37

UZUN TAKİP

Nynaeve, üç atın dizginlerini kavradı ve karanlığı delip Aes Sedai ile Muhafız’ı bulabilirmiş gibi gecenin içine baktı. Çevresini İskelet gibi ağaçlar sarmıştı, solgun ay ışığı altında çıplak ve siyahtılar. Ağaçlar ve gece, Moiraine ile Lan her ne yapıyorsa etkili bir perde oluşturuyordu ve ikisi de bunun ne olduğunu Nynaeve’e söylemek için durma zahmetine katlanmamıştı. Lan’den, alçak sesle söylenen bir “Atları sessiz tut,” ve onu bir ahır uşağı gibi atların başında bırakıp gitmişlerdi. Nynaeve atlara bir bakış fırlattı ve çileden çıkmışçasına içini çekti.

Mandarb, sahibinin pelerini kadar başarıyla geceye karışıyordu. Savaş eğitimi almış aygırın Nynaeve’in bu kadar yaklaşmasına izin vermesinin tek sebebi, dizginleri kadının eline Lan’in bırakması idi. At şimdi sakin görünüyordu, ama Nynaeve Lan’in onayını beklemeden geme uzandığı zaman dudakların sessizce gerilmesini hatırlayabiliyordu. Sessizlik, çıkardığı dişleri daha da tehlikeli göstermişti. Aygıra son bir ihtiyat dolu bakış fırlatıp, kendi atını dalgın dalgın okşayarak diğer ikisinin gittiği yöne döndü. Aldieb, solgun burnunu elinin altına sokunca irkilerek yerinden sıçradı, ama bir an sonra beyaz kısrağı da okşadı.

“Acısını senden çıkarmaya gerek yok, herhalde,” diye fısıldadı, “sırf efendin soğuk suratlı…” Yine karanlığın içini görmeye çalıştı. Ne yapıyorlar?

Beyazköprü’den ayrıldıktan sonra sıradanlıkları içinde gerçekdışı görünen köylerden geçmişlerdi; Nynaeve’e, Solukların, Trollocların ve Aes Sedailerin olduğu bir dünya ile bağlantıları yokmuş gibi gelen sıradan pazar köyleri. Caemlyn Yolu’nu takip ederek gelmişlerdi, ama sonunda Moiraine, Aldieb’in eyerinde öne eğilmiş, büyük anayolun en ucuna kadar, Caemlyn’e giden onca kilometreyi, hattâ orada onları neyin beklediğini görebiliyormuş gibi doğuya bakmıştı.