Выбрать главу

Aes Sedai en sonunda uzun bir soluk vermiş, ve yerine yerleşmişti. “Çark dilediği gibi dokur,” diye mırıldanmıştı, “ama umuda bir son dokuduğuna inanamıyorum. İlk önce emin olduğumla ilgilenmeliyim. Çarkın dokuduğu gibi olacak.” Kısrağını kuzeye, yoldan ormana çevirmişti. Çocuklardan biri, Moiraine’in verdiği parayla beraber oradaydı. Lan onu takip etmişti.

Nynaeve, Caemlyn Yolu’na son bir bakış fırlatmıştı. Orada yolu onlarla pek az insan paylaşmıştı, bir iki yüksek tekerlekli yük arabası, uzakta boş bir yolcu arabası, eşyalarını sırtına atmış ya da el arabalarına yığmış bir avuç yaya. Bazıları Caemlyn’e sahte Ejder’i görmek için gittiklerini itiraf etmişlerdi, ama çoğu hararetle inkar etmişti, özellikle de Beyazköprü’den geçip gelenler. Nynaeve Beyazköprü’de Moiraine’e inanmaya başlamıştı. Biraz. En azından, biraz daha. Ve bunda teselli yoktu.

O arkalarından yürümeye başlamadan Muhafız ve Aes Sedai neredeyse gözden kaybolacaktı. Nynaeve yetişmek için seyirtmişti. Lan sık sık ona bakmış, gelmesini işaret etmişti, ama Moiraine’in yanından ayrılmamıştı ve Aes Sedai’nin gözleri de ileriye dikilmişti.

Yoldan ayrıldıktan sonra bir akşam, görünmez iz kayboldu. Moiraine, o sarsılmaz Moiraine, aniden üzerinde çaydanlık kaynayan küçük ateşin yanında durdu, gözleri irileşti. “Kayboldu,” diye fısıldadı geceye.

“Oğlan…?” Nynaeve sorusunu bitiremedi. Işık, hangisi olduğunu bile bilmiyorum.

“Ölmedi,” dedi Aes Sedai yavaşça, “ama artık para üzerinde değil.” Oturdu, çaydanlığı alıp içine bir avuç çay atarken sesi sakindi ve eli titremiyordu. “Sabahleyin takip ettiğimiz yönde devam edeceğiz. Yeterince yaklaştığımızda, onu para olmadan da bulabilirim.”

Ateş tükenip közlendiğinde, Lan pelerinine sarındı ve uykuya daldı. Nynaeve uyuyamıyordu. Aes Sedai’yi izledi. Moiraine’in gözleri kapalıydı, ama dik oturuyordu ve Nynaeve uyanık olduğunu biliyordu.

Közlerdeki son parıltı söndükten uzun zaman sonra, Moiraine gözlerini açtı ve ona baktı. Nynaeve, karanlıkta Aes Sedai’nin gülümsemesini hissedebiliyordu. “Parayı tekrar ele geçirdi, Hikmet. Her şey yoluna girecek.” İçini çekerek battaniyelerinin üzerine uzandı ve derin derin nefes alarak uyumaya başladı.

Nynaeve, ne kadar yorgun olsa da, ona katılmakta güçlük çekti. O durdurmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, zihni olabilecek en kötü şeyleri hayal ediyordu. Her şey yoluna girecek. Beyazköprü’den sonra artık buna o kadar kolay inanamıyordu.

Nynaeve, aniden anılarından silkinip geceye döndü; kolunda bir el vardı. Gırtlağında yükselen çığlığı bastırarak elini kemerindeki hançere götürdü, elin Lan’e ait olduğunu anlamadan önce kabzayı kavramıştı bile.

Muhafız’ın başlığı arkaya atılmıştı, ama bukalemun gibi pelerini geceye o kadar uyum sağlamıştı ki, yüzü gecenin içinde asılı gibi görünüyordu. Nynaeve’in kolundaki eli sanki yoktan var olmuş gibiydi.

Nynaeve titrek bir nefes aldı. Adamın onu nasıl kolaylıkla hazırlıksız yakaladığını söylemesini bekledi, ama bunun yerine dönüp eyerleri karıştırmaya başladı. “Lazımsın,” dedi ve diz çöküp atları kösteklemeye başladı.

Atlar bağlanır bağlanmaz doğruldu, Nynaeve’in elini tuttu ve yine gecenin içine yöneldi. Siyah saçları geceye pelerini kadar uyum sağlıyordu ve genç kadından bile az ses çıkarıyordu. Nynaeve istemeye istemeye, elini tutmasa karanlığın içinde asla onu takip edemeyeceğini kendine itiraf etmek zorunda kaldı. Zaten, istese elini kurtarabileceğinden emin değildi; adamın çok güçlü elleri vardı.

Tepe denemeyecek kadar alçak küçük bir yükseltiyi tırmandıkları zaman Muhafız bir dizinin üzerine çöktü ve Nynaeve’i de yanına çekti. Genç kadının Moiraine’in orada olduğunu görmesi bir anını aldı. Kıpırtısız duran Aes Sedai, koyu renk pelerini içinde gölge sanılabilirdi. Lan aşağıda, ağaçların arasındaki geniş bir açıklığa işaret etti.

Nynaeve solgun ay ışığı altında kaşlarını çattı, sonra aniden anlayarak gülümsedi. O solgun bulanıklıklar düzgün sıralar halinde kurulmuş çadırlardı, karartılmış bir kamp yeri.

“Beyazcübbeler,” diye fısıldadı Lan. “İki yüz, belki daha fazla. Aşağıda içilebilir su var. Ve peşinde olduğumuz delikanlı.”

“Kampta mı?” Nynaeve Lan’in başını salladığını görmekten çok hissetti.

“Tam ortasında. Moiraine nerede olduğunu gösterebilir. Ben yaklaştım ve çadırlarında nöbetçi beklediğini gördüm.”

“Tutsak mı?” dedi Nynaeve. “Neden?”

“Bilmiyorum. Çocuklar, kuşku çeken bir şey olmadığı sürece, bir köylüyle ilgilenmezler. Işık biliyor ki, Beyazcübbelerin kuşkusunu çekmek hiç zor bir şey değil, ama yine de bu beni endişelendirdi.” “Onları nasıl kurtaracaksın?” Adam ona bir bakış fırlatana kadar Nynaeve onun iki yüz adamın ortasına dalıp oğlanla beraber geri döneceğine ne kadar güveni olduğunu fark etmedi. Eh, o bir Muhafız. Hikayelerin bazıları doğru olmalı.

Adamın içten içe ona gülüp gülmediğini merak etti, ama sesi düz ve kayıtsızdı. “Onu getirebilirim, ama muhtemelen gizli hareket edecek durumda olmayacaktır. Görülürsek, biz atlarımıza çifter çifter binerken peşimize iki yüz Beyazcübbe takılır. Bizi takip edemeyecek kadar meşgul değillerse. Risk almaya hazır mısın?”

“Bir Emond Meydanı sakinine yardım etmek için mi? Elbette! Ne tür bir risk?”

Adam, çadırların ötesindeki karanlığa işaret etti. Bu sefer Nynaeve gölgelerden başka bir şey göremedi. “Atlar. İpleri kısmen kesilecek. Tamamen değil, Moiraine kargaşa çıkardığı zaman koparmalarına yetecek kadar. O zaman Beyazcübbeler atları ile meşgul olacaklarından bizi takip edemezler. Kampın o yanında, iplerin ötesinde iki nöbetçi var, ama benim düşündüğümün yarısı kadar iyiysen, seni asla göremezler.”

Nynaeve yutkundu. Tavşan izi sürmek bir şeydi; ama kılıçları ve mızrakları olan nöbetçiler… Demek iyi olduğumu düşünüyor. “Yapacağım.”

Lan daha azını beklememiş gibi başını salladı. “Bir şey daha var. Bu gece çevrede kurtlar var. İki tane gördüm ve ben bu kadarını gö– rebildiysem, muhtemelen daha fazlası vardır.” Sustu, sesi değişmiş gelmese de Nynaeve şaşkın olduğunu hissetti. “Sanki onları görmemi istediler. Her neyse, seni rahatsız etmeyeceklerdir. Kurtlar genellikle insanlardan uzak dururlar.”

“Bunu asla bilemezdim,” dedi Nynaeve tatlı tatlı. “Yalnızca çobanların arasında büyüdüm.” Adam homurdandı, Nynaeve karanlığın içinde gülümsedi.

“O zaman şimdi yapacağız,” dedi Muhafız.

Silahlı adamlarla dolu kampa bakarken, Nynaeve’ın gülümsemesi soldu. Mızraklı ve kılıçlı iki yüz adam… Bir kez daha düşünmeye fırsat vermeden hançerini kınında gevşetti ve sessizce uzaklaşmaya başladı. Moiraine Lan’inki kadar güçlü bir kavrayışla kolunu tuttu.

“Dikkat et,” dedi Aes Sedai yumuşak sesle. “İpleri kestikten sonra elinden geldiğince çabuk geri dön. Sen de Desen in parçasısın ve bugünlerde tüm dünya tehlikede olmasaydı, diğerlerini atmayacağım gibi, seni de asla tehlikeye atmazdım.”

Nynaeve, Moiraine kolunu bıraktığında gizli gizli tuttuğu yeri ovdu. Aes Sedai’ye kavrayışının canını yaktığını belli edecek değildi. Ama Moiraine kolunu bırakır bırakmaz dönüp aşağıdaki kampı izlemeye başladı. Ve Nynaeve irkilerek Muhafız’ın kaybolduğunu fark etti. Gittiğini duymamıştı. Işık seni kör etsin, lanet adam! Bacakları serbest kalsın diye çabucak eteğini beline bağladı ve gecenin içine seyirtti.