Выбрать главу

İç Şehir tepelerin üzerine inşa edilmişti ve Ogierlerin yaptıklarından çoğu korunmuştu. Yeni Şehir’in sokakları genellikle çılgın bir kilim oluşturacak şekilde, gelişigüzel yönlere uzanırken burada, toprağın doğal bir parçasıymış gibi tepelerin kıvrımlarını takip ediyordu. Uzanan inişler ve çıkışlar her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar sunuyordu. Neredeyse hiç yeşillik kalmadığı halde yürüyüş yolları ve anıtları ile göze hoş görünen desenler oluşturan, yukarıdan olsa bile değişik açılardan görülen parklar. Aniden ortaya çıkan, seramik kaplı duvarları güneş ışığı altında rengarenk parlayan kuleler. İnsanın gözlerinin şehrin tamamını aşıp ötedeki ovalara ve ormanlara kadar görebildiği ani yükseltiler. Hepsi, görmesine izin vermeden onu sürükleyip götüren kalabalık olmasa görmeye değerdi. Ve o kıvrımlı sokaklar çok daha ilerisini görülmeyi imkansız kılıyordu.

Aniden bir kıvrıma sürüklendi ve Sarayı gördü. Arazinin doğal hatlarını takip eden sokaklar sarmallar çizerek buraya ulaşacak şekilde yapılmıştı –açık renkli kuleler, altın kubbeler, girift taş işlemeler, her yükseltide dalgalanan Andor bayrağı ile bir âşık masalı, tüm diğer manzaraların uğruna tasarlandığı bir merkez. Sıradan binalar gibi inşa edilmek yerine, bir heykeltıraş tarafından yontulmuş gibi görünüyordu.

Bir bakış, Rand’a Saraya daha fazla yaklaşamayacağını gösterdi. Kimsenin yaklaşmasına izin verilmiyordu. Kraliçenin Askerleri kırmızı renkte on sıra halinde Saray kapılarının önüne dizilmişlerdi. Beyaz duvarların tepesinde, yüksek balkonlarda ve kulelerde, daha fazla asker dikilmiş, yayları zırhlı göğüslerinin üzerinde aynı açıyla eğilmişti. Onlar da bir âşık masalından çıkmış gibi görünüyordu, şeref askerleri gibi, ama Rand, orada olmalarının sebebinin bu olduğuna inanmıyordu. Sokakta dizilmiş şamata yapan kalabalık neredeyse tamamen beyaz kumaşla sarılı kılıçlardan, beyaz kolluklardan ve beyaz rozetlerden oluşuyordu. Orada burada beyazlar, kırmızı bir düğümle bozuluyordu. Kırmızı üniformalı askerler onca beyaza karşı zayıf bir engel gibi görünüyordu.

Saraya daha fazla yaklaşmaya çalışmaktan vazgeçen Rand, boyunu avantaj olarak kullanabileceği bir yer aradı. Her şeyi görmek için ön sırada olması gerekmiyordu. Kalabalık devamlı hareket ediyor, insanlar öne gitmeye çalışıyor, bazıları daha iyi görebileceklerini düşündükleri noktalara seyirtiyordu. Bu değişimler sırasında kendini sokaktan üç sıra arkada buldu ve mızraklı askerler dahil önündeki herkes ondan daha kısaydı. Neredeyse herkes. Bunca bedenin sıkıştırması yüzünden ter içinde kalan kalabalık iki yandan bastırıyordu. Arkasındakiler görememekten şikayet ediyor, yanından geçmek için eğiliyorlardı. Rand iki yanındakilerle birlikte aşılmaz bir duvar oluşturarak yerini korudu. Kendinden hoşnuttu. Sahte Ejder geçerken adamın yüzünü açıkça görebilecek kadar yakında olacaktı.

Sokağın karşısında, Yeni Şehir’in kapılarına doğru, tıklım tıkış kalabalıktan bir dalga geçti; dönemeçte insanlar bir şeyin geçmesi için yol vermek üzere kenara çekiliyorlardı. Bugün hariç her gün Beyazcübbeleri takip eden açıklığa benzemiyordu. İnsanlar irkilerek geriliyorlar, sonra yüzleri tatsız tatsız buruşuyordu. Yoldan çekilmek için arkalarındakini ittiriyor, yüzlerini geçen şeyden kaçırıyorlar, ama göz ucuyla gelip geçene kadar izliyorlardı.

Kargaşayı başka gözler de fark etti. Ejder’in gelişinin beklentisi içinde, artık beklemek dışında yapacak hiçbir şeyi kalmayan kalabalık, her şeyi yorum yapmaya değer buluyordu. Rand, Aes Sedailerden Logain’in kendisine kadar değişen yorumlar duydu. Hattâ bazı kaba yorumlar erkeklerden kahkahalar, kadınlardan küçümseme dolu burun çekmeler getirdi.

Dalga, kalabalığın içinde dolandı, sokağın kenarına yaklaştı. Kimse geçen şeye yol açmakta tereddüt etmiyor gibiydi, kalabalık boşalan yeri doldurmak için kıpırdanırken avantajlı bir noktayı kaybetmeye malolsa bile. Sonunda, Rand’ın tam karşısında kalabalık kırmızı ceketli askerleri ittirerek sokağa doğru kabardı ve açıldı. Tereddüt içinde açığa çıkan kambur şekil, bir insandan çok bir paçavra yığınına benziyordu. Rand, çevresinde tiksinti dolu mırıltılar duydu.

O perişan adam sokağın uzak ucunda durdu. Yırtık, kirden kaskatı başlığı bir şey arıyor, dinliyor gibi bir o yana, bir bu yana döndü. Birden sessiz bir haykırış kopardı ve pis, pençe gibi elini uzatıp doğrudan Rand’a işaret etti. Aniden böcek gibi sokağı geçmeye başladı.

Dilenci. Hangi talihsizlik adamın kendisini bu şekilde bulmasına izin vermişse, Rand aniden, Karanlıkdostu ya da değil, onunla yüz yüze gelmek istemediğine karar verdi. Dilencinin gözlerini derisine değen yağlı su gibi hissediyordu. Özellikle de adamın burada, şiddetin eşiğindeki bir kalabalığın içinde yaklaşmasını istemiyordu. Biraz önce gülen sesler, Rand ittirip geçerken, sokaktan uzaklaşırken küfretmeye başladı.

Rand ittirip kaktırmak zorunda kaldığı kalabalığın, pis adamın önünde kendiliğinden açılacağını bilerek acele etti. Kalabalığın içinden kendine yol açmaya çalışırken sendeledi, düşecek oldu, ama sonunda aniden kendini kurtardı. Denge kurmak için kollarını sallayarak koşmaya başladı. İnsanlar ona işaret ettiler, zıt yöne giden bir o vardı ve bunu koşarak yapıyordu. Peşinden bağırışlar geldi. Pelerini arkasında dalgalanarak kırmızı kumaşa sarılmış kılıcını açığa çıkardı. Bunu fark ettiği zaman hızını artırdı. Kraliçe yi destekleyen ve koşarak kaçan yalnız biri, bugün bile olsa beyaz rozetli kalabalığı kovalamaya teşvik edebilirdi. Rand uzun bacaklarının taş döşeli sokaklarda mesafeleri tüketmesine izin vererek koştu. Bağırışlar arkasında yok olana kadar, kendisine nefes nefese bir duvara yaslanma izni vermedi.

Hâlâ İç Şehir’de olduğu dışında nerede olduğunu bilmiyordu. O kıvrımlı sokaklarda kaç dönemeç geçtiğini hatırlamıyordu. Yine koşmaya hazır, geldiği yöne baktı. Sokakta yalnızca tek bir kadın vardı, pazar sepeti kolunda, sakin sakin yürüyen bir kadın. Şehirdeki başka herkes sahte Ejder’i görmek için toplanmıştı. Beni takip etmiş olamaz. Onu arkada bırakmış olmalıyım.

Dilenci vazgeçmeyecekti; bundan emindi, ama bunun nedenini, bilmiyordu. O perişan şekil, o sırada kalabalığın içinde ilerliyor, arıyor olmalıydı ve eğer Rand, Logain’i görmek için geri dönerse onunla karşılaşma tehlikesini göze almış olacaktı. Bir an Kraliçenin Takdisi’ne geri dönmeyi düşündü, ama Kraliçe’yi görme fırsatını bir daha bulamayacağından emindi ve sahte bir Ejder görmek için bir daha fırsat çıkmayacağını umuyordu. Bir Karanlıkdostu bile olsa kambur bir dilencinin onu saklanmaya zorlaması korkakça bir şeymiş gibi görünüyordu.

Düşünerek çevresine bakındı. İç Şehir’de inşa edilen binalar alçaktı, bu yüzden belli noktalardan bakınca manzara kesintisiz uzanıyordu. Alayın sahte Ejder’le beraber geçmesini görebileceği yerler olmalıydı. Kraliçe’yi göremese bile Logain’i görebilirdi. Aniden karar vererek yola çıktı.

Bir sonraki saat boyunca bunun gibi çok yer buldu, ama her biri alayın yolundaki izdihamdan kaçınmaya çalışan insanlarla tıkabasa doluydu. Beyaz rozetler ve kolluklardan katı bir cephe oluşturmuşlardı. İçlerinde hiç kırmızı yoktu. Böyle bir kalabalığın içinde kılıcının nasıl bir tepki çekeceğini düşünen Rand dikkatle, hızla uzaklaştı.

Yeni Şehir’den bağırışlar yükseldi, haykırışlar, boru sesleri, davulların askeri temposu. Logain ve eşlikçileri Caemlyn’e girmiş, Saraya doğru ilerliyorlardı.

Morali bozulan Rand, boş sokaklarda dolandı, Hâlâ Logain’i görecek bir yer bulmayı umuyordu. Gözleri yürümekte olduğu yoldan yükselen, üzerinde bina bulunmayan bir yamaca takıldı. Normal bir baharda yamaç çiçekler ve çimenlerde dolu olurdu, ama şimdi tepesindeki yüksek duvara kadar kahverengiydi. Duvarın arkasında ağaçların tepeleri görülebiliyordu.