Yalnızca Elaida, Kraliçe’den daha az tepki gösterdi. Aes Sedai, sıradışı bir şey söylediğine ilişkin hiçbir işaret göstermedi. Elini kılıçtan çekerek, askerlerin daha da gerilmesine sebep oldu. Gözleri Rand’ın gözlerini bırakmadı, soğukkanlılıkla, hesaplayarak baktı.
“Kuşkusuz,” dedi Morgase ölçülü bir sesle, “balıkçıl damgalı bir kılıç kazanmış olamayacak kadar genç. Gawyn’den daha büyük olamaz.”
“Ona ait,” dedi Gareth Bryne.
Kraliçe ona şaşkınlık içinde baktı. “Bu nasıl olabilir.”
“Bilmiyorum, Morgase,” dedi Bryne yavaşça. “Gerçekten de çok genç, ama kılıç ona, o kılıca ait. Gözlerine bak. Duruşuna, kılıcın ona, onun kılıca nasıl yakıştığına bak. Çok genç, ama kılıç onun.”
Kumandan General sustuğu zaman Elaida konuştu, “Bu kılıcı nerede buldun, İki Nehirli Rand al’Thor?” Kadın, nereli olduğu kadar isminden de şüphe duyuyormuş gibi konuşmuştu.
“Babam verdi,” dedi Rand. “Onundu. Dünyaya açılırken bir kılıca ihtiyacım olduğunu düşündü.”
“Demek İki Nehir’de balıkçıl damgalı kılıcı olan ikinci bir çoban var.” Elaida’nın gülümsemesi Rand’ın ağzının kurumasına sebep oldu. “Caemlyn’e ne zaman geldin?”
Bu kadına gerçeği anlatmaya çalışmak, Rand’ın canına tak etmişti. Kadın onu Karanlıkdostları kadar korkutuyordu. Yine saklanmaya başlama zamanı gelmişti. “Bugün,” dedi. “Bu sabah.”
“Tam zamanında,” diye mırıldandı kadın. “Nerede kalıyorsun? Bir yerlerde oda bulmadığını söyleme. Biraz perişan görünüyorsun, ama dinlenme fırsatı bulmuşsun. Nerede?”
“Taç ve Aslan.” Rand, Kraliçenin Takdisi’ni ararken Taç ve Aslan’ın önünden geçtiğini hatırlıyordu. Yeni Şehir’in öte yanındaydı. “Orada bir yatağım var. Tavanarasında.” Kadın yalan söylediğini biliyormuş gibi geliyordu, ama yalnızca başını salladı.
“Bu nasıl bir tesadüf?” dedi kadın. “Kafir bugün Caemlyn’e getiriliyor. İki gün sonra kuzeye, Tar Valon’a götürülecek ve Kız-veliaht eğitimi için onunla birlikte gidecek. Ve tam bu noktada Saray bahçesinde, İki Nehirli sadık bir kul olduğunu iddia eden genç bir adam ortaya çıkıyor…”
“Ben gerçekten de İki Nehirliyim.” Hepsi ona bakıyordu, ama Rand görmezden geldi. Tallanvor ve askerler dışında hepsi; onlar gözlerini bile kırpmıyorlardı.
“… Elayne’i ikna eden bir hikaye ve balıkçıl damgalı bir kılıçla birlikte. Bağlılığını ifade edecek bir kolluk ya da rozet takmamış, balıkçıl damgasını meraklı gözlerden gizleyen bir kılıç sargısı kullanmış. Bu nasıl bir tesadüf, Morgase?”
Kraliçe, Kumandan General’in yana çekilmesini işaret etti ve sonra Rand’ı huzursuz bakışlarla inceledi. Ama Elaida’ya hitap etti. “Ona ne ad veriyorsun? Karanlıkdostu mu? Logain in takipçilerinden biri mi?”
“Karanlık Varlık Shayol Ghul’de kıpırdanıyor,” diye yanıt verdi Aes Sedai. “Desen’e Gölge düşüyor ve gelecek bir iğnenin ucunda dengede duruyor. Bu delikanlı tehlikeli.”
Elayne aniden hareket etti ve tahtın önünde kendini dizlerinin üzerine attı. “Anne, yalvarırım ona zarar verme. Ben onu durdurmasam hemen gidecekti. Gitmek istedi. Kalmasına sebep olan ben oldum. Bir Karanlıkdostu olduğuna inanmıyorum.”
Morgase kızına doğru yatıştırır gibi bir hareket yaptı, ama gözlerini Rand’dan ayırmadı. “Bu bir Kehanet mi, Elaida? Desen’i mi okuyorsun? En beklenmedik zamanda sana geldiğini ve geldiği gibi aniden gittiğini söylersin. Bu bir Kehanet mi, Elaida, gerçeği açıkça söylemeni emrediyorum. Her zaman yaptığın gibi, evet mi, hayır mı dediğin anlaşılmayacak şekilde gizeme sarmadan söyle. Konuş. Ne görüyorsun?”
“Şu Kehanet’te bulunuyorum,” diye yanıt verdi Elaida, “ve Işık’ın altında yemin ediyorum ki, daha açık ifade edemezdim. Bugünden itibaren, Andor acı ve bölünmüşlüğe yürüyecek. Gölge kararacak, simsiyah kesilecek ve sonra Işık’ın geleceğini görmüyorum. Dünyanın şimdiye dek döktüğü tek gözyaşına karşılık, binlercesi dökülecek. Bu Kehanet’te bulunuyorum.”
Oda kefen gibi bir sessizliğe büründü, sessizlik yalnızca, Morgase’in son nefesiymiş gibi salıverdiği nefesle bölündü.
Elaida, Rand’ın gözlerine bakmaya devam etti. Dudaklarını neredeyse oynatmadan devam etti, o kadar alçak sesle konuşuyordu ki, bir kol boyu uzaklıkta olmasa Rand bile duyamayacaktı. Aynı zamanda şu Kehanet’te bulunuyorum. Tüm dünyaya acı ve bölünmüşlük gelecek ve bu adam onun ortasında duracak. Kraliçe’ye itaat ederek,” diye fısıldadı, “açıkça söylüyorum.”
Rand, ayakları mermer zemine kök salmış gibi hissediyordu. Taşın soğukluğu ve katılığı bacaklarından yukarı süründü, belkemiğınden yukarı bir ürperti yaydı. Başka kimse duymamıştı. Ama kadın hâlâ ona bakıyordu ve Rand duymuştu.
“Ben bir çobanım,” dedi tüm odaya. “İki Nehir’den. Bir çoban.” “Çark dilediği gibi örer,” dedi Elaida yüksek sesle ve Rand sesinde bir alay izi olup olmadığını ayırt edemedi.
“Lord Gareth,” dedi Morgase. “Kumandan Generalimin ’avsiyesine ihtiyacım var.”
İri adam başını iki yana salladı. “Elaida Sedai çocuğun tehlikeli olduğunu söylüyor, Kraliçem ve daha fazlasını söylese, celladı çağırtın derdim. Ama tek söylediği, içimizden herhangi birinin kendi gözleri ile görebildiği. Çevrede, Kehanet olmadan da her şeyin daha kötüye gideceğini söylemeyen tek çiftçi yok. Ben oğlanın tesadüfen burada olduğunu düşünüyorum, ama onun için kötü bir tesadüf. Güvende olmak için, Kraliçem, Leydi Elayne ve Lord Gawyn yola çıkana kadar bir hücreye kapatalım, sonra salıverelim. Onunla ilgili başka Kenanetleriniz yoksa, Aes Sedai.”
“Desen’de okuduğum her şeyi söyledim, Kumandan General,” dedi Elaida. Rand’a sert bir gülümseme ile baktı, dudaklarını hafifçe büken, Rand’ın onun söylediklerinin gerçekliğini inkar edememesi ile alay eden bir gülümseme. “Birkaç hafta hapsedilmek ona zarar vermez ve bana daha fazlasını öğrenme fırsatı verir.” Kadının gözleri açlık doldu, Rand’ın ürpertilerini derinleştirdi. “Belki bir başka Kehanet gelir.”
Morgase, çenesini yumruğuna, dirseğini tahtın koluna dayayarak bir süre düşündü. Rand hareket edebilse o çatık kaşlı bakışların altında kıpırdanırdı, ama Elaida’nın gözleri onu kaskatı dondurmuştu. Kraliçe sonunda konuştu.
“Şüphe Caemlyn’i boğuyor, belki de tüm Andor’u. Korku ve kara şüpheler. Kadınlar, komşularını Karanlıkdostu ilan ediyor. Erkekler yıllardır tanıdıkları insanların kapılarına Ejder Dişi çiziyor. Bunun bir parçası olmayacağım.”
“Morgase…” diye başladı Elaida, ama Kraliçe sözünü kesti.
“Bunun parçası olmayacağım. Tahta geçtiğim zaman yüksektekiler ve alçaktakiler için adaletin uygulayıcısı olacağıma yemin ettim ve adaletin ne olduğunu hatırlayan son Andorlu olsam da, bunu uygulayacağım. Rand al’Thor, Işık altında, bu balıkçıl damgalı kılıcı sana babanın, İki Nehirli bir çobanın verdiğine yemin eder misin?”
Rand, konuşabilecek kadar ıslatana kadar ağzını açıp kapadı. “Yemin ederim.” Aniden kiminle konuştuğunu hatırlayarak telaşla ekledi, “Kraliçem.” Lord Gareth, gür kaşlarından birini kaldırdı, ama Morgase aldırmamış göründü.
“Ve bahçe duvarına yalnızca sahte Ejder’i görmek için tırmandın, öyle mi?”
“Evet, Kraliçem.”
“Andor tahtına, kızıma ya da oğluma zarar vermeye niyetli misin?” Ses tonu, sondaki ikisinin ilkinden daha tehlikeli olacağını ifade ediyordu.
“Kimseye zarar vermeye niyetli değilim, Kraliçem. Ne size, ne de ailenize.”
“O zaman sana adalet vereceğim, Rand al’Thor,” dedi kadın. “Başta, Elaida ve Gareth’ın aksine, gençken İki Nehir aksanını duyma fırsatım olduğu için. Öyle görünmüyor olabilirsin, ama uzak anılar beni yanıltmıyorsa, dilin İki Nehirli. İkinci olarak, senin saçına ve gözlerine sahip biri, doğru olmadığı sürece İki Nehirli bir çoban olduğunu iddia etmezdi. Ve balıkçıl damgalı kılıcı babanın vermiş olması, bir yalan olamayacak kadar mantıksız bir açıklama. Ve üçüncü olarak, bana fısıldayan ses, en iyi yalanın genelde yalan olduğu düşünülemeyecek kadar saçma olduğunu fısıldıyor… ama o ses bir kanıt değil. Yaptığım yasaları uygulayacağım. Sana özgürlüğünü veriyorum, Rand al’Thor, ama gelecekte nereye izinsiz girdiğine dikkat etmeni tavsiye ediyorum. Bir kez daha Saray bahçesinde görülürsen, bu kadar kolay kurtulamazsın.”
“Teşekkür ederim, Kraliçem,” dedi Rand boğuk bir sesle. Elaida’nın memnuniyetsizliğini, yüzünde sıcak hava gibi hissedebiliyordu.
“Tallanvor,” dedi Morgase, “bu… kızımın konuğuna Saray kapılarına kadar eşlik et ve ona her tür nezaketi göster. Kalanınız da gidebilir. Hayır, Elaida, sen kal. Ve dilersen sen de, Lord Gareth. Şehirdeki Beyazcübbeler konusunda ne yapacağıma karar vermeliyim.”
Tallanvor ve askerler kılıçlarını gönülsüzce kınlarına soktular. Gerekirse bir anda yine çekecekmiş gibi görünüyorlardı. Rand, askerlerin çevresinde boş bir kutu oluşturmasından ve Tallanvor’u takip etmekten memnundu. Elaida, Kraliçe’nin söylediklerini yarım kulakla dinliyordu; Rand, kadının gözlerinin sırtında olduğunu hissedebiliyordu. Morgase, Aes Sedai’yi yanında tutmasa ne olurdu? Düşünce askerlerin daha hızlı yürümesini dilemesine sebep oldu.
Rand şaşkınlık içinde Elayne ile Gawyn’in kapının dışında konuştuklarını, sonra peşine takıldıklarını gördü. Tallanvor da şaşırmıştı. Genç subay bakışlarını onlardan kapanan kapılara çevirdi.
“Annem,” dedi Elayne, “Saray’dan çıkana kadar eşlik edilmesini istedi, Tallanvor. Her tür nezaketin gösterilmesini söyledi. Ne bekliyorsun?”
Tallanvor, arkasında Kraliçe’nin danışmanları ile görüştüğü kapılara kaşlarını çattı. “Hiçbir şey, Leydim,” dedi ekşi ekşi ve gereksizce askerlerin yürümesini emretti.
Rand, sarayın harikalarına dikkatini veremiyordu. Delikanlı hâlâ şaşkınlık içindeydi, düşünceler kafasından hızla geçip gidiyordu. Öyle görünmüyorsun. Bu adam tam yüreğinde duruyor.
Askerler durdu. Rand gözlerini kırpıştırdı ve kendini Saray’ın önündeki büyük avluda, güneş altında parlayan yüksek, yaldızlı kapıların önünde bulunca irkildi. O kapılar tek bir adam için açılmazdı, hele Saray’a izinsiz giren biri için hiç. Kız-veliaht konuğu olduğunu iddia etse bile. Tallanvor tek kelime etmeden büyük kapının içine yerleştirilmiş küçük bir kapının sürgüsünü çekti.
“Konukları kapıya kadar geçirmek, ama gidişini izlememek geleneğimizdir. Hatırlanması gereken, konuğun eşliğinin zevkidir, gidişinin hüznü değil.”
“Teşekkür ederim, Leydim,” dedi Rand. Başındaki eşarba dokundu. “Her şey için. İki Nehir’de, konuğun bir armağan getirmesi gelenektir. Korkarım ben hiçbir şey getirmedim. Ama,” diye ekledi kuru kuru, “görünüşe göre size İki Nehir halkı hakkında birşeyler öğretmişim.”
“Anneme senin yakışıklı olduğunu düşündüğümü söyleseydim, kesinlikle seni bir hücreye attırırdı.” Elayne ona sersemletici bir gülümseme bahşetti. “Güle güle git, Rand al’Thor.”
Rand, ağzı bir karış açık, kızın Morgase’in güzelliğinin ve ihtişamının daha genç bir versiyonu gibi uzaklaşmasını izledi.
“Onunla laf yarışına girme.” Gawyn kahkaha attı. “Her seferinde kazanacaktır.”
Rand, dalgın dalgın başını salladı. Yakışıklı mı? Işık, Andor tahtının Kız-veliahtı! Zihnini berraklaştırmak için silkelendi.
Gawyn bir şey bekliyor gibiydi. Rand bir an ona baktı.
“Lordum, size İki Nehirli olduğumu söylediğimde şaşırdınız. Ve başka herkes, anneniz, Lord Gareth, Elaida Sedai” –sırtından bir ürpert, geçti— “hiçbiri…” Sözlerini bitiremedi; neden başladığından bile emin değildi. İki Nehir’de doğmuş olmasam bile, ben Tam al’Thor’un oğluyum.
Gawyn, beklediği buymuş gibi başını salladı. Ama yine de tereddüt ediyordu. Rand telaffuz etmediği soruyu geri almak için ağzını açtı ve Gawyn, “Başına bir Shoufa sar, Rand, bir Aiel kopyası olursun. Tuhaf, annem en azından İki Nehirli gibi konuştuğunu düşünüyor. Keşke birbirimizi tanımak için fırsatımız olsaydı, Rand al’Thor. Güle güle git.”
Bir Aiel.
Rand durup Gawyn’in uzaklaşmasını izledi. Sonunda, Tallanvor’un sabırsız öksürmesi nerede olduğunu hatırlamasını sağladı. Küçük kapıdan eğilerek geçti, daha topuklarını eşikten yeni geçirmişti ki, Tallanvor kapıyı arkasından çarparak kapattı. İçerideki sürgü yüksek sesle yerine itildi.
Saray’ın önündeki oval meydan şimdi boştu. Tüm askerler gitmişti, kalabalıklar, davullar sessizlik içinde kaybolmuştu. Kaldırım taşları üzerinde uçuşan çerçöpten, heyecan bittiğine göre, artık işlerinin peşinde koşturan birkaç kişiden başka hiçbir şey kalmamıştı. Rand adamların kırmızı mı, yoksa beyaz mı sergilediğini ayırt edemedi.
Aiel.
İrkilerek Saray kapılarının tam önünde, Elaida’nın Kraliçe ile işi bittikten sonra onu rahatça bulabileceği bir yerde durduğunu fark etti. Pelerinine sıkı sıkı sarınarak koşmaya başladı, meydanı geçti, İç Şehir’in sokaklarına daldı. Takip eden var mı, diye sık sık arkasına bakıyordu, ama dönemeçler çok uzağı görmesini engelliyordu. Ama Elaida’nın bakışlarını çok iyi hatırlıyordu ve onların kendisini izlediğini hayal etti. Yeni Şehir’in kapılarına ulaştığında hızla koşuyordu.