Выбрать главу

45

GÖLGEDE TAKİP EDEN

Lambalarının ışığı ancak, bir devin kırık dişi gibi karanlığın içinde fırlayan karşı tarafa dokunacak kadar uzanıyordu. Loial’ın atının ayağı sinirli sinirli yeri dövdü ve gevşek bir taş aşağıdaki ölü karanlığa düşüp kayboldu. Dibe çarptığı zaman ses çıkarmışsa bile, Rand duyamadı.

Kızıl’ı boşluğa yanaştırdı. Lamba sırığını ne kadar aşağı sarkıtırsa sarkıtsın, hiçbir şey göremedi. Aşağıda karanlık vardı, yukarıda karanlık vardı ve ışığı boğuyordu. Bir dip varsa bile, üç yüz metre aşağıda olabilirdi. Ya da belki hiç yoktu. Ama diğer yanda, köprünün altında ne olduğunu, onu neyin ayakta tuttuğunu görebiliyordu. Hiçbir şey. Köprünün kalınlığı bir kulaçtan daha azdı ve altında kesinlikle hiçbir şey yoktu.

Aniden ayaklarının altındaki taş kağıt kadar ince ve kenarın ötesindeki sonsuz uçurum onu çekiyor gibi gelmeye başladı. Lamba ve sırık aniden onu eyerden aşağı indirecek kadar ağır göründü. Başı dönerek, yaklaşırken gösterdiği ihtiyatla, doru atını boşluktan uzaklaştırdı.

“Bizi buraya mı getirdin, Aes Sedai?” dedi Nynaeve. “Onca yolu yalnızca Caemlyn’e dönmek zorunda olduğumuzu anlamak için mi geldik?”

“Geri dönmek zorunda değiliz,” dedi Moiraine. “Ta Caemlyn’e kadar değil. Yollarda her yere giden çok yol vardır. Yalnızca Loial’ın Fal Dara’ya giden bir başka yol bulmasına yetecek kadar döneceğiz. Loial? Loial!”

Ogier, gözle görülebilir bir çabayla boşluğa bakmayı bıraktı. “Ne? Ah. Evet, Aes Sedai. Başka bir yol bulabilirim. Daha önce…” Gözleri uçuruma kaydı ve kulakları seyirdi, “daha önce çürümenin bu kadar ilerlediğini hayal etmemiştim. Köprüler bile kırılmaya başlamışsa, istediğin yolu bulamayabilirim. Geri dönüş yolunu da bulamayabilirim. Şu anda bile köprüler arkamızda yıkılıyor olabilir.”

“Bir yol olmalı,” dedi Perrin ifadesiz bir sesle. Gözleri ışığı toplayıp, altın rengi parlıyor gibiydi. Avına yaklaşan bir kurt gibi, diye düşündü Rand irkilerek. İşte böyle görünüyor.

“Çark’ın dokuduğu gibi olacak,” dedi Moiraine, “ama çürümenin senin korktuğun kadar ilerlediğini sanmıyorum. Taşa bak, Loial. Bu kırığın eski olduğunu ben bile anlayabiliyorum.”

“Evet,” dedi Loial yavaşça. “Evet, Aes Sedai. Görebiliyorum. Burada rüzgar ve yağmur yok, ama o taş en az on yıldır açıkta duruyor.” Rahatlamış bir sırıtma ile başını salladı, o anki keşfinden o kadar mutlu olmuştu ki, korkusunu unutmuş gibiydi. Sonra çevresine bakındı ve huzursuzca omuz silkti. “Mafal Dadaranell yolundan daha kolay yollar bulabilirim. Mesela Tar Valon. Ya da Shangtai Yurdu. Son Adadan Shangtai Yurdu’na yalnızca üç köprü var. Sanırım artık İhtiyarlar benimle konuşmayı kabul eder.”

“Fal Dara, Loial,” dedi Moiraine kararlılıkla. “Dünyanın Gözü, Fal Dara’nın ötesinde ve Göz’e ulaşmalıyız.”

“Fal Dara,” diye kabul etti Ogier gönülsüzce.

Adaya döndüklerinde Loial dikkatle yazı kaplı taş levhayı inceledi. Kaşları aşağı sarkarak yarı kendi kendine mırıldandı. Kısa süre sonra tamamen kendi kendine konuşmaya başladı, çünkü Ogier diline dönmüştü. Bu değişik dil, kulağa gür sesli kuşların şarkısı gibi geliyordu. Rand’a bu kadar iri bir halkın böyle müzik dolu bir dile sahip olması tuhaf geldi.

Ogier sonunda başını salladı. Onları seçtiği köprüye götürürken, dönüp bir tabelanın yanında duran bir başkasına özlemle baktı. “Shangtai Yurdu’na üç köprü.” İçini çekti. Ama tabelaların yanından durmadan geçti ve ötedeki üçüncü köprüye döndü. Geçmeye başladıklarında hüzünle arkasına baktı, ama evine giden köprü karanlığın içinde gizlenmişti.

Rand doru atını Ogier’in yanına sürdü. “Bütün bunlar bittiği zaman, Loial, bana yurdunu göster, ben de sana Emond Meydanı’nı gösteririm. Ama Yollar olmadan. Tüm yaz yolculuk etsek de, ya at süreriz, ya yürürüz.”

“Biteceğine inanıyor musun, Rand?”

Rand, Ogier’e kaşlarını çattı. “Fal Dara’ya iki günlük yolumuz olduğunu sen söyledin.”

“Yollardan bahsetmiyorum, Rand. Kalan her şeyden bahsediyorum.” Loial omzunun üzerinden, yan yana at sürerlerken alçak sesle Lan ile konuşan Aes Sedai’ye baktı. “Biteceğini nereden biliyorsun?”

Köprüler ve rampalar yukarıya, aşağıya, karşıya gidiyordu. Bazen Kılavuz’dan, tıpkı Caemlyn’deki Yolkapısından sonra takip ettikleri çizgiye benzer beyaz bir çizgi uzaklaşıyordu. Rand o çizgilere merakla ve biraz da özlemle bakan tek kişi olmadığını gördü. Nynaeve, Perrin, Mat, hattâ Egwene çizgilerin yanından gönülsüzce uzaklaşıyordu. Her birinin karşı ucunda bir Yolkapısı vardı, dünyaya dönen bir kapı, gökyüzünün, güneşin, ve rüzgarın olduğu dünyaya. Rüzgarı bile hoş karşılayacaklardı. Aes Sedai’nin keskin bakışları altında çizgileri arkada bıraktılar. Ama karanlık, Adayı, Kılavuzu ve çizgiyi yuttuktan sonra son bir kez arkasına bakan tek kişi Rand değildi.

Moiraine o gece için Adalardan birinde duracaklarını bildirdiğinde Rand esnemeye başlamıştı. Mat çevrelerindeki siyahlığa baktı ve yüksek sesle kıkırdadı, ama atından herkes kadar çabuk indi. Nynaeve ve Egwene küçük gaz ocağını kurup çay yapmaya koyulurlarken Lan ve delikanlılar atların eyerlerini çözdüler ve hayvanları kösteklediler. Lan’in söylemesine göre Afet’te Muhafızlar tarafından, odun yakılmasının tehlikeli olduğu yerlerde kullanılan gaz ocağı, bir gaz lambasının haznesi gibi duruyordu. Muhafız yük atından indirdikleri sepetlerin birinden üçayak çıkardı ve lamba sırıklarını kamplarının çevresinde bir çember halinde dizdiler.

Loial bir süre Kılavuzu inceledi, sonra bağdaş kurup oturdu ve elini tozlu, oyuk taşın üzerinde gezdirdi. “Bir zamanlar Adalarda bitkiler yetişirmiş,” dedi hüzünle. “Tüm kitaplar bahseder. Üzerinde uyunabilecek kuştüyü döşekler kadar yumuşak, yeşil otlar varmış. Meyve ağaçları yanınızda getirdiğiniz yiyecekleri bir elma, bir armut ya da çanmeyvesi ile tatlandırılmış. Dışarıda yılın hangi mevsimi olursa olsun, buradaki meyveler hep tatlı, sulu ve gevrek olurmuş.”

“Avlayacak bir şey yok,” diye hırladı Perrin, sonra konuştuğu için şaşırmış göründü.

Egwene, Loial’a bir kupa çay uzattı. Loial içmeden çayı elinde tuttu, derinliklerinde meyve ağaçları bulabilirmiş gibi kupanın içine baktı.

“Koruma büyüleri yapmayacak mısın?” diye sordu Nynaeve Moiraine’e. “Kuşkusuz burada sıçanlardan daha kötüleri vardır. Bir şey görmedim, ama hissedebiliyorum.”

Aes Sedai tatsız tatsız parmaklarını avuçlarına sürttü. “Lekeyi, Yolları yapan gücün yozluğunu hissediyorsun. Zorunlu olmadığım sürece Yollarda Tek Güç’ü kullanmayacağım. Leke o kadar güçlü ki, ne yapmaya çalışırsam çalışayım, kesinlikle yozlaşır.”

Bu herkesi Loial kadar sessizleştirdi. Lan görev bilir bir şekilde yemeğinin başına oturdu ve ateşi besliyormuş gibi, bedenine enerji verecek yiyecekleri yedi. Moiraine’de iyi yedi ve ıssızlığın ortasında, çıplak taşın üzerinde oturmuyormuş gibi temiz ve düzenli bir şekilde yedi. Ama Rand yiyeceklerini yalnızca didikledi. Gaz ocağının minik alevi ancak su kaynatacak kadar ısı veriyordu, ama ısısını soğurmak ister gibi ocağa doğru eğilerek yerinde büzülmüştü. Omuzları Mat ve Perrin’inkilere sürtünüyordu. Ocağın çevresinde sıkı bir çember oluşturmuşlardı. Mat’in ekmeği, eti ve peyniri unutulmuş, elinde duruyordu. Perrin birkaç lokma yedikten sonra teneke tabağını yere bıraktı. Ortam gittikçe kasvet kazandı ve herkes onları çevreleyen karanlıktan kaçınarak bakışlarını yere dikti.