“İş küçük,” diye yanıt verdi Loial resmi bir şekilde, “ve ben layık değilim. Tsingu ma choba.”
“Bize şeref veriyorsun, İnşa Eden,” dedi adam. “Kiserai ti Wansho.” Sonra yine Lan’e döndü. “Geldiğiniz görülür görülmez Lord Agelmar’a haber yollandı, Dai Shan. Sizi bekliyor. Bu taraftan, lütfen.”
Adamın peşinden kalenin içlerine, av ve savaş sahneleri betimleyen renkli duvar halıları ve uzun ipek panolar asılı, cereyanlı taş koridorlarda ilerlerlerken devam etti. “Çağrı sana ulaştığı için sevindim, Dai Shan. Bir kez daha Altın Turna sancağını çekecek misin?” Duvar halıları dışında koridorlar çıplaktı ve halılarda aktarılan sahneler bile olabildiğince az çizgi kullanılarak, olabildiğince az figür ile betimlenmişti, ama renkler canlıydı.
“Olaylar gerçekten göründüğü kadar kötü mü, Ingtar?” diye sordu Lan sessizce. Rand kendi kulaklarının da Loial’ınkiler gibi seyirip seyirmediğini merak etti.
Adam başını iki yana sallarken tepesindeki saç tutamı savruldu, ama bir an tereddüt ettikten sonra sırıttı. “Olaylar asla göründüğü kadar kötü değildir, Dai Shan. Bu sene her zamankinden biraz daha kötü, o kadar. Saldırılar kış boyunca devam etti, en zorlu zamanlarda bile. Ama Sınır boyunca görülenlerden daha kötü değildiler. Geceleyin hâlâ saldırı oluyor, ama baharda başka ne beklenebilir ki? Buna bahar denebilirse tabii. İzciler Afet’ten Trolloc kampları haberleri ile dönüyor –geri dönebilenler. Daima yeni kamplara ilişkin haberler geliyor. Ama onları Tarwin Geçidi’nde karşılayacağız, Dai Shan, ve her zamanki gibi geri süreceğiz.”
“Elbette,” dedi Lan, ama sesi emin değildi.
Ingtar’ın gülümseyişi kayboldu, ama sonra hemen yeniden belirdi. Sessizce onları Lord Agelmar’ın çalışma odasına götürdü, sonra bekleyen görevler olduğunu söyledi ve gitti.
Çalışma odası kaledeki tüm diğer odalar gibi belli bir amaç gözetilerek yapılmıştı. Dış duvarlarında ok yarıkları, kendi ok yarıkları olan ve demir bantlarla bağlanmış kalın kapıda ağır bir sürgü vardı. Burada yalnızca tek bir duvar halısı asılıydı. Bir duvarın tamamını kaplıyordu ve bir dağ geçidinde Myrddraaller ve Trolloclarla savaşan, Fal Dara’nın zırhlı askerlerine benzeyen adamlar betimliyordu.
Duvardaki iki raf dışında odada yalnızca bir masa, bir sandık ve birkaç sandalye vardı. Rand halı kadar onları da inceledi. Raflardan birinde iki elle kullanılan, bir adam boyundan daha uzun bir kılıç, daha sıradan bir geniş kılıç, altlarında çivili bir gürz ve üzerinde üç tilki resmi bulunan uzun, uçurtma şeklinde bir kalkan vardı. Diğer rafta binleri her an giyebilirmiş gibi konmuş metal bir zırh asılıydı. Çift zincirli bir boyun zırhının üzerinde, yüzü parmaklıklı, sorguçlu bir miğfer. At binmek için ikiye ayrılmış zincir tunik ve giyilmekten parlamış deri ceket. Göğüs zırhı, çelik eldivenler, diz ve dirsek koruyucuları, omuzlar, kollar ve bacaklar için plakalar. Burada, kalenin merkezinde bile silahlar, zırhlar kuşanılmaya hazır görünüyordu. Mobilyalar gibi onlar da altın süslemelerle bezenmişti.
Grup içeri girince Agelmar ayağa kalktı ve üzerine haritalar, kağıtlar ve mürekkep şişelerinde duran kalemler saçılmış masasının çevresinden dolaştı. Başta, yüksek, geniş yakalı mavi kadife ceketi ve yumuşak deri çizmeleri içinde bu oda için fazla barışçıl gelmişti, ama ikinci bir bakış Rand’ın farklı düşünmeye başlamasına sebep oldu. Gördüğü tüm savaşçılar gibi Agelmar’ın başı da tepesindeki saç tutamı dışında tıraşlanmıştı ve o kısım bembeyazdı. Yüz Lan’inki kadar sertti, gözlerinin kenarındaki kırışıklar dışında yüzü çizgisizdi ve o gözler, şimdi gülümsüyor olsa da, kahverengi taşlar gibiydi.
“Barış, seni yeniden görmek güzel, Dai Shan,” dedi Fal Dara Lordu. “Seni de, Moiraine Aes Sedai, hattâ belki daha fazla. Varlığın beni ısıtıyor, Aes Sedai.”
“Ninte calichniye no domashita, Agelmar Dai Shan,” diye resmi bir şekilde yanıt verdi Moiraine, ama sesinin tonu eski dostlar olduklarını ifade ediyordu. “Karşılaman beni ısıtıyor, Lord Agelmar.”
“Kodome calichniye ga ni Aes Sedai hei. Burada Aes Sedailer her zaman hoş karşılanır.” Loial’a döndü. “Yurttan çok uzaktasın, Ogier, ama Fal Dara’ya şeref veriyorsun. Tüm övgüler daima İnşa Edenlere. Kiserai ti Wansho hei.”
“Layık değilim,” dedi Loial eğilerek. “Bana şeref veren sizlersiniz.” Çıplak, taş duvarlara baktı ve içten içe mücadele eder göründü. Ogier, daha fazla yorum yapmadığı için Rand memnun olmuştu.
Siyah ve altın rengine bürünmüş hizmetkarlar sessiz, yumuşak terlikli ayaklar üzerinde belirdi. Bazıları yüzlerindeki ve ellerindeki tozu silmeleri için gümüş tepsiler üzerinde sıcak, ıslak havlular getirdiler. Başkaları sıcak şarap, kuru erik ve kayısı dolu gümüş kaseler taşıdılar. Lord Agelmar, oda ve banyo hazırlanması için emirler verdi.
“Tar Valon’dan buraya uzun bir yolculuk olmuş,” dedi. “Yorgun olmalısınız.”
“Geldiğimiz yol kısa,” dedi Lan ona, “ama uzun yoldan daha yorucu.”
Agelmar, Muhafız başka bir şey söylemeyince şaşırmış göründü, ama yalnızca, “Birkaç gün dinlenmek keyfinizi yerine getirir,” dedi.
“Atlarımız ve kendimiz için yalnızca bir gecelik sığınak istiyorum, Lord Agelmar,” dedi Moiraine. “Ve bağışlarsanız sabahleyin yeni erzak. Korkarım yola erken çıkmak zorundayız.”
Agelmar kaşlarını çattı. “Ama düşünümüştüm ki… Moiraine Sedai, senden bunu istemeye hakkım yok, biliyorum, ama Tarwin Geçidi’nde bin mızrağa eş olursun. Sen de Dai Shan. Altın Turna’nın bir kez daha dalgalandığını duyunca bin adam gelir.”
“Yedi Kule yıkıldı,” dedi Lan sertçe, “ve Malkier öldü; halkından kalan pek az kişi yeryüzüne dağıldı. Ben bir Muhafız’ım, Agelmar, Tar Valon’un Alevi üzerine yemin ettim ve Afet’e gidiyorum.”
“Elbette, Dai Sh– Lan. Elbette. Ama kuşkusuz birkaç günlük, en fazla birkaç haftalık gecikme fark etmez. Size ihtiyaç var. Sana ve Moiraine Sedai’ye.”
Moiraine, hizmetkarların birinden gümüş bir kadeh aldı. “Ingtar bu tehdidi de, yıllar boyunca diğer tehditleri altettiğiniz gibi altedeceğinize inanıyor gibi.”
“Aes Sedai,” dedi Agelmar, “Ingtar Tarwin Geçidi’ne yalnız gidecek olsa bile, tüm yol boyunca Trollocların bir kez daha geri çevrileceğini iddia eder. Bunu yalnız yapabileceğine inanacak kadar gururlu bir adamdır.”
“Bu sefer düşündüğün kadar güvenli değil, Agelmar.” Muhafız kadehini kaldırdı, ama içmedi. “Durum ne kadar kötü?”
Agelmar tereddüt etti, sonra masasının üzerindeki kargaşanın içinden bir harita çekti. Bir an görmeden haritaya baktı, sonra haritayı geri fırlattı. “Atlarımızı Geçit’e sürdüğümüz zaman,” dedi sessizce, “halk güneye, Fal Moran’a gönderilecek. Belki başkent dayanır. Barış, dayanmalı. Bir şey dayanmalı.”
“O kadar mı kötü,” dedi Lan ve Agelmar bitkinlik içinde başını salladı.
Rand, Mat ve Perrin endişe içinde bakıştılar. Afet’de toplanan Trollocların onların peşinde olduğuna inanmak kolaydı. Agelmar sert bir sesle devam etti.
“Kandor, Arafel, Saldaea –Trolloclar kış boyunca buralara saldırılar düzenledi. Trolloc Savaşları’ndan bu yana böyle bir şey olmamıştı; saldırılar hiç bu kadar şiddetli, saldıranlar hiç bu kadar çok olmamıştı, hiç bu kadar yakına gelmemişlerdi. Her kral, her konsey Afet’den büyük bir güç geleceğine inanıyor ve Sınırboyları’nın her biri kendilerine saldıracaklarına inanıyor. İzcilerinin hiçbiri, koruyucularının hiçbiri sınırlarında toplanan Trolloclar raporlamıyor. Bizde de öyle. Ama hepsi inanıyor ve her biri adamlarını başka bir yere göndermeye korkuyor. İnsanlar dünyanın sonunun geldiğini, Karanlık Varlık’ın yine serbest olduğunu fısıldıyor. Shienar Tarwin Geçidi’ne yalnız at sürecek ve en az on katımız bir güçle karşı karşıya kalacağız. En az. Bu Mızrakların son toplanışı olabilir.”