“Biz insanların elinden geldiği kadarını yapıyoruz,” dedi Agelmar kuru kuru. “Çark dilediği gibi dokur, ama bize öğretecek çerçiler olmadan da Dünyanın Kırılışı’ndan bu yana Karanlık Varlık’la savaştık.”
“Büyük Lord, kudretin sorgulanamaz, ama sonsuza dek Karanlık Varlık’a direnebilir misiniz? Sık sık kendinizi sıkışmış hissetmiyor musunuz? Cüretimi bağışlayın, Büyük Lord; bu halinizle, sizi sonunda ezecek. Biliyorum; inanın bana biliyorum. Ama ben size yeryüzünü Gölge’den nasıl temizleyeceğinizi gösterebilirim, Büyük Lord.” Ses tonu kibirli kalsa da, daha da kaypak oldu. “Tavsiye edeceğim şeyi bir kez deneseniz göreceksiniz, Büyük Lord. Toprağı temizleyeceksiniz. Siz, Büyük Lord, kudretinizi doğru yöne çevirirseniz göreceksiniz. Tar Valon’un sizi kendi entrikalarına çekmesinden kaçının, o zaman dünyayı kurtarabilirsiniz. Büyük Lord, tarihte Işık’a nihai zaferi getiren kişi olarak hatırlanacaksınız.” Askerler yerlerinden kıpırdamadılar, ama elleri, kullanmak zorunda kalabileceklerini düşünüyorlarmış gibi halberdlerin uzun saplarına gitti.
“Bir çerçi olarak kendini çok büyük görüyor,” dedi Agelmar Lan’e omzunun üzerinden. “Sanırım Ingtar haklı. Adam deli.”
Fain’in gözleri öfkeyle kısıldı, ama sesi sakin kaldı. “Büyük Lord, sözlerimin gösterişli geldiğini biliyorum, ama bana yalnız…” Moiraine ayağa kalkıp yavaş yavaş masanın çevresinde dolanırken aniden sustu, geriledi. Ancak askerlerin indirdiği halberdler Fain’in kapıya kadar gerilemesini engelleyebildi.
Mat’in sandalyesinin arkasında duran Moiraine, elini delikanlının omzuna koydu ve eğilip kulağına fısıldadı. Kadın ne dediyse, Mat’in yüzündeki gerilim yok oldu ve elini ceketinin altından çıkardı. Aes Sedai gidip Agelmar’ın yanında durdu ve Fain ile yüzleşti. Kadın durunca Çerçi yine büzüldü.
“Ondan nefret ediyorum,” diye inledi. “Ondan kurtulmak istiyorum. Yine Işık’ta yürümek istiyorum.” Omuzları sarsılmaya başladı. Yüzünde öncekinden de iri gözyaşları akmaya başladı. “Beni o zorladı.”
“Korkarım bu adam bir çerçiden fazlası, Lord Agelmar,” dedi Moiraine. “İnsandan düşük, kötüden de beter, hayal edebileceğinizden daha tehlikeli. Ben onunla konuştuktan sonra yıkanabilir. Bir dakika bile harcamaya cesaret edemem. Gel, Lan.”
47
ÇARKTAN HİKAYELER
Rand, huzursuzluk içinde yemek masasının yanında odayı adımlıyordu. On iki adım. Kaç sefer adımlarsa adımlasın, masa hep on iki adım geliyordu. Sinir içinde, kendisini bu sayma işini bırakmaya zorladı. Aptalca bir şey yapıyorum. Lanet masanın uzunluğu umurumda bile değil. Birkaç dakika sonra masa boyunca kaç kez yürüdüğünü sayarken yakaladı kendisini. Moiraine ve Lan’e ne anlatıyor? Karanlık Varlık’ın neden peşimizde olduğunu biliyor mu? İçimizden kimi istediğini biliyor mu?
Arkadaşlarına baktı. Perrin bir ekmek parçasını ufalamış, bir parmağı ile parçaları dalgın dalgın masanın üzerinde itekliyordu. Sarı gözleri kırpılmadan ekmek parçalarını izliyordu, ama çok uzaklara bakıyor gibiydiler. Mat sandalyeye çökmüş, gözleri yarı kapalı, yüzünde bir sırıtışın başlangıcı vardı. Bu sinirli bir sırıtıştı, neşeli değil. Dıştan eski Mat gibi görünüyordu, ama zaman zaman ceketinin altındaki Shadar Logoth hançerini yokluyordu. Fain ona ne anlatıyor? Ne biliyor?
Hiç değilse Loial endişeli görünmüyordu. Ogier duvarları inceliyordu. Başta odanın ortasında durmuş, yavaş yavaş dönerek tüm odayı taramıştı; şimdi geniş burnunu neredeyse duvara dayamış, çoğu adamın başparmaklarından daha kalın parmaklarını bağlantıların üzerinde gezdiriyordu. Bazen hissetmek görmekten daha önemliymiş gibi gözlerini kapatıyordu. Kulakları zaman zaman seyiriyor, kendi kendine Ogierce mırıldanıyordu. Odadaki başka herkesi unutmuş gibiydi.
Lord Agelmar, odanın ucundaki uzun şöminenin başında Nynaeve ve Egwene ile durmuş, alçak sesle konuşuyordu. İyi bir evsahibi idi, insanlara dertlerini unutturmakta ustaydı; hikayelerinin çoğu Egwene’i kıkırdatıyordu. Bir kez Nynaeve bile başını arkaya devirdi ve kahkahalar attı. Rand beklenmedik ses üzerine irkildi, Mat’in sandalyesi yere devrilince yine sıçradı.
“Kan ve küller!” diye homurdandı Mat, kullandığı dil karşısında Nynaeve’in ağzının gerilmesine aldırmadan. “Neden bu kadar oyalandılar?” Sandalyesini düzeltti ve kimseye bakmadan oturdu. Eli ceketine gitti.
Fal Dara Lordu, Mat’e onaylamazca baktı –aynı bakışlar Rand ve Perrin’e de kaydı– sonra kadınlara döndü. Rand’ın adımlaması onu küçük gruba yaklaştırmıştı.
“Lordum,” diyordu Egwene, sanki hayatı boyunca bu tür ünvanlar kullanmışcasına rahat bir tavırla, “onun bir Muhafız olduğunu düşünüyordum, ama siz ona Dai Shan diyorsunuz ve bir Altın Turna sancağından bahsediyorsunuz. Başka adamlar da aynısını yaptı. Bazen onunla bir kralmış gibi konuşuyorsunuz. Moiraine’in ona bir kez Yedi Kulenin Efendisi dediğini duydum. Lan kimdir?”
Nynaeve aniden kadehini dikkatle incelemeye başladı, ama Rand’ın Egwene’den daha dikkatli dinlediğini açıkça anladı. Rand durdu ve kulak misafiri oluyormuş gibi görünmeden dinlemeye çalıştı.
“Yedi Kulenin Efendisi,” dedi Agelmar kaşlarını çatarak. “Kadim bir ünvan, Leydi Egwene. Tear’ın Yüksek Lordları’nın bile daha eski ünvanları yoktur, ama Andor Kraliçesi’nin ünvanları yakındır.” Derin bir iç çekti ve başını iki yana salladı. “Bundan bahsetmez, ama hikayesi Sınır boyunca iyi bilinir. O bir kraldır ya da olmalıydı, al’Lan Mandragoran, Yedi Kulenin Efendisi, Göllerin Lordu, Malkierlilerin taçsız kralı.” Tıraşlı başını kaldırdı ve gözlerinde, bir babanın gururu gibi bir ışık vardı. Sesi güçlendi, duygularının gücü ile doldu. Tüm oda kolayca duyabilirdi. “Biz Shienarlılar kendimize Sınırlılar deriz, ama elli yıldan daha az süre önce Shienar aslında Sınırboyları’na dahil değildi. Bizim ve Arafel’in kuzeyinde Malkier vardı. Shienar’ın mızrakları kuzeye at sürerdi, ama Afet’i uzak tutan aslında Malkier’di. Malkier, Barış anılarını himaye etsin ve Işık ismini aydınlatsın.”
“Lan Malkierli,” dedi Hikmet yumuşak sesle, başını kaldırarak. Rahatsız olmuş görünüyordu.
Bu bir soru değildi, ama Agelmar başını salladı. “Evet, Leydi Nynaeve, Malkier’in son taç giymiş kralı olan al’Akir Mandragoran’ın oğludur. Nasıl mı böyle oldu? Başta, belki Lain yüzünden. Bir cesaret gösterisi ile Lain Mandragoran, Kral’ın erkek kardeşi, mızraklarını Afet’ten Lanetli Topraklar’a, hattâ belki Shayol Ghul’e götürdü. Lain’in karısı Breyan, tahta Lain yerine al’Akir’in çıkarılmasını kıskanarak bu gösteriyi kendisi düzenlemişti. Kral ve Lain birbirlerine çok yakınlardı, Akir’in adına ‘al’ ünvanı eklendikten sonra bile ikizler kadar yakın kaldılar, ama Breyan kıskançlık içinde kıvranıyordu. Lain, başarıları için övülmüştü ve buna hakkı vardı, ama o bile al’Akir’den daha üstün değildi. Al’Akir ancak yüz yılda bir doğacak bir erkek ve kraldı. Barış onu ve el’Leanna’yı himaye etsin.
“Lain Lanetli Topraklar’da öldü, onu takip edenler de öyle. Malkier’in kaybetmeye tahammülü olmayan adamlardı ve Breyan, Kral’ı suçladı, al’Akir Malkierlilerin geri kalanını kocası ile birlikte kuzeye götürse Shayol Ghul’ün bile düşeceğini söyledi. İntikam almak için, tahtın oğlu Isam’a geçmesini sağlamak üzere Cowin Gemallan –Cowin Adilyürek derlerdi ona– ile planlar yaptı. Artık Adilyürek al’Akir kadar sevilen bir kahramandı ve Büyük Lordlardan biriydi, ama Büyük Lordlar kralı seçmek için çubuk çıkarttıkları zaman Akir’den iki oy gerideydi ve Taç Taşına farklı renk atsa tahta onu geçirecek iki adamı asla unutmadı. Cowin ve Breyan birlikte, Yedi Kule’yi ele geçirmek için askerleri Afet’ten çektiler ve Sınırkalelerini boş garnizonlara çevirdiler.