Muhafız ona ifadesiz bir bakış fırlattı, sonra gönülsüzce başını salladı. “Evet. Bir yerde kamp kurmalıyız. Orası olsa da olur.”
“Ben bulduğumda Dünyanın Gözü yüksek geçitlerin ötesindeydi,” dedi Moiraine. “Kıyamet Dağları’nı gün ışığında, öğle vakti, Karanlık Varlık’ın bu dünyadaki güçleri zayıfken geçmek daha iyi.”
“Göz hep aynı yerde olmazmış gibi konuşuyorsun.” Egwene Aes Sedai’ye hitap etmişti, ama yanıt veren Loial oldu.
“Onu aynı yerde bulan iki Ogier olmadı. Yeşil Adam ihtiyaç duyulduğu yerde bulunuyormuş gibi. Ama hep yüksek geçitlerin ötesinde olmuştur. O geçitler tehlikelidir ve Karanlık Varlık’ın yaratıkları ile doludur.”
“Onlar hakkında endişelenmeye başlamadan önce geçitlere ulaşmamız gerek,” dedi Lan. “Yarın gerçekten Afet’te olacağız.”
Rand çevresindeki ormana baktı. Her yaprak, her çiçek hastaydı, her sarmaşık büyürken çürüyordu. Ürpermekten kendini alamadı. Burası gerçekten Afet değilse, Afet ne?
Lan batan güneşe döndü. Muhafız önceki hızda ilerlemeye başladı, ama omuzlarının duruşunda gönülsüzlük vardı.
Bir tepeye tırmandıklarında ve Muhafız dizginleri çektiğinde güneş ağaç tepelerine dokunan donuk, kırmızı bir top olmuştu. Ötelerinde, batıda bir göller ağı uzanıyordu, suları eğik güneş ışıkları altında karanlık karanlık parlıyordu. Sayısız ipten oluşan bir kolyenin üzerindeki orta büyüklükte boncuklar gibiydiler. Uzakta, göller tarafından çevrelenen çentikli tepeler vardı, akşamın uzayan gölgeleri altında karanlık görünüyorlardı. Kısa bir an güneşin ışınları kırık tepelere vurdu ve Rand’ın nefesi kesildi. Bunlar tepe değildi. Yedi kulenin yıkık kalıntılarıydı. Diğerlerinin gördüğünden emin değildi; görüntü geldiği hızla kaybolmuştu. Muhafız atından iniyordu; yüzü bir taş gibi duygusuzdu.
“Aşağıda, göllerin yanında kamp kuramaz mıydık?” diye sordu Nynaeve, mendili ile yüzünü silerek. “Suyun yanında hava daha serin olmalı.”
“Işık,” dedi Mat, “içlerinden birine kafamı sokmak isterdim. Bir daha asla çıkarmasam da olur.”
Tam o sırada, en yakındaki gölün sularının içinde bir şey yuvarlandı, dev beden yüzeyin altında akarken karanlık sular fosforlandı. İnsan kalınlığında uzun bir şey dalgalar yaratarak yuvarlandı, yuvarlandı ve sonunda bir kuyruk en az beş kulaç yükselerek, alacakaranlığın içinde eşekarısının iğnesine benzer bir şey sergiledi. Kuyruk boyunca şişman dokunaçlar dev solucanlar gibi kıvranıyordu ve sayıları bir çıyanın ayakları kadar çoktu. Yavaşça yüzeyin altına kaydı ve yok oldu. Varlığını gösteren dalgalardan başka bir şey kalmadı geriye.
Rand ağzını kapattı ve Perrin ile bakıştı. Perrin’ın sarı gözleri de kendi gözleri kadar inanmazlık doluydu. O büyüklükte bir gölde, o kadar iri bir şey yaşayamazdı. Dokunaçların üzerindekiler el olamaz. Olamaz.
“Bir daha düşününce,” dedi Mat hafif bir sesle, “burada olmak bence iyi.”
“Bu tepenin çevresine koruyucu büyüler yapacağım,” dedi Moiraine. Çoktan Aldieb’den inmişti. “Gerçek bir engel bizim istemediğimiz dikkati, balın sinek çekmesi gibi çekerdi, ama Karanlık Varlık’ın yaratımlarından biri ya da Gölge’ye hizmet eden herhangi bir şey bir buçuk kilometre yakınımıza gelirse, anlayacağım.”
“Engel olsa daha mutlu olurdum,” dedi Mat, çizmeleri yere dokunurken, “diğer yandaki o… şeyi uzak tuttuğu sürece.”
“Ah, sessiz ol, Mat,” dedi Egwene sertçe. Aynı anda Nynaeve konuştu, “Sabah biz yola çıkarken bekliyor olsunlar diye mi? Sen gerçekten de aptalın birisin, Matrim Cauthon.” İki kadın atlarından inerken Mat dik dik baktı, ama ağzını açmadı.
Bela’nın dizginlerini alırken Rand Perrin’e bakarak sırıttı. Bir an köydeymiş gibi hissetmişlerdi, Mat en söylenmeyecek şeyi söylemişti. Sonra Perrin’in yüzündeki gülümseme soldu; alacakaranlıkta gözleri, arkalarında sarı bir ışık varmış gibi gerçekten parlıyordu. Rand’ın gülümsemesi de kayboldu. Hiç de köydeki gibi değil.
Rand, Mat ve Perrin Lan’in atların eyerlerini çözmesine, sonra diğerleri kamp kurarken kösteklemesine yardım ettiler. Loial, Muhafız’ın minik ocağını kurarken kendi kendine mırıldanıyordu, ama kalın parmakları beceriyle hareket ediyordu. Egwene şişkin su tulumundan çaydanlığı doldururken kendi kendine bir ezgi mırıldanıyordu. Rand artık Muhafız’ın bu kadar çok su tulumu getirmek konusunda ısrar etmesine şaşmıyordu.
Atının eyerini diğerlerinin yanına koyarak eyerin arkasından heybelerini ve battaniye rulosunu çözdü, döndü ve korku içinde kalakaldı. Ogier ve kadınlar yok olmuştu. Küçük ocak ve yük atının sırtından indirdikleri hasır sepetler de öyle. Tepenin zirvesi akşam gölgeleri dışında boştu.
Uyuşan eliyle kılıcını arandı, uzaktan Mat’in küfrünü işitti. Perrin baltasını çıkarmış, kıvırcık kafası tehlikeyi bulmak için dönüyordu.
“Koyun çobanları,” diye mırıldandı Lan. Muhafız aldırışsızca tepede yürüdü ve üçüncü adımında o da yok oldu.
Rand vahşi gözlerle Mat ve Perrin ile bakıştı. Sonra hepsi Muhafız’ın yok olduğu yere fırladılar. Rand aniden kayarak durdu, Mat arkadan çarpınca bir adım daha attı. Egwene küçük ocağın üzerine çaydanlığı yerleştirirken bakışlarını kaldırdı. Nynaeve yaktığı ikinci lambanın şişesini yerleştiriyordu. Hepsi oradaydı, Moiraine bağdaş kurup oturmuş, Lan bir dirseğine dayanarak uzanmıştı, Loial çantasından bir kitap çıkarıyordu.
Rand ihtiyatla arkasına baktı. Yamaç eskiden olduğu gibiydi, gölgeli ağaçlar ve ötedeki göller karanlığa gömülüyordu. Arkaya adım atmaya korkuyordu, hepsinin tekrar kaybolmasından ve bu sefer bir daha ortaya çıkmamasından korkuyordu. Perrin dikkatle yanından dolaştı ve uzun bir nefes bıraktı.
Moiraine, üçünün ağızları açık, oracıkta durduklarını fark etti. Perrin utanmış görünüyordu, kimsenin fark etmeyeceğini düşünürmüş gibi baltasını kemerindeki geniş halkaya geçirdi. Kadının dudaklarına bir gülümseme dokundu. “Basit bir şey,” dedi, “bir bükme, böylece bize bakan göz bizi değil çevreyi görür. Bu gece çevredeki gözlerin ışıklarımızı görmesine izin veremeyiz ve Afet karanlıkta oturulacak yer değildir.”
“Moiraine Sedai, benim de yapabileceğimi söyledi.” Egwene’in gözleri parlıyordu. “Şu anda Tek Güç’ten yeteri kadarını idare edebileceğimi söyledi.”
“Eğitim olmadan olmaz, çocuğum,” diye uyardı Moiraine. “Tek Güç ile ilgili en basit mesele bile eğitilmemiş olanlar ya da çevrelerindekiler için tehlike yaratabilir.” Perrin hıhladı. Egwene o kadar rahatsız olmuş görünüyordu ki, Rand kızın yeteneklerini sınamaya çoktan başlamış olup olmadığını merak etti.
Nynaeve lambayı yere bıraktı. Ocağın minik alevi ile birlikte bir çift lamba bol bol ışık veriyordu. “Tar Valon’a gittiğin zaman, Egwene,” dedi dikkatle, “belki ben de seninle gelirim.” Moiraine’e kendini savunurcasına baktı. “Yabancıların arasında tanıdık bir yüz görmek ona iyi gelecektir. Aes Sedailerden başka danışacak birine ihtiyacı olacaktır.”
“Belki bu en iyisi olur, Hikmet,” dedi Moiraine yalnızca.
Egwene bir kahkaha attı ve ellerini çırptı. “Ah, bu harika olacak. Sen de Rand. Sen de gelirsin, değil mi?” Rand ocağın öte yanında, kızın karşısına otururken durdu, sonra yavaşça yerleşti. Kızın gözlerinin daha önce hiç bu kadar iri, hiç bu kadar parlak ya da kendini içinde kaybedeceği göller gibi görünmediğini düşündü. Kızın yanaklarında kırmızı benekler oluştu. “Perrin, Mat, siz de gelirsiniz, değil mi? Hepimiz bir arada oluruz.” Mat herhangi bir şeyi ifade edebilecek bir homurtu çıkardı, Perrin yalnızca omuzlarını silkti, ama kız bunları onay olarak kabul etti. “Görüyorsun, Rand. Hepimiz bir arada olacağız.”