Выбрать главу

Muhafız, kadının Aldieb’in eyerine yerleşmesini bekledi ve kuzeye, yakında yükselen Kıyamet Dağları’na doğru yola çıktı. Gündoğumunda bile dağların zirveleri kırık dişler gibi karanlık ve cansız yükseliyordu. Bir duvar halinde, göz görebildiğince doğuya ve batıya uzanıyordu.

“Bugün Göz’e ulaşır mıyız, Moiraine Sedai?” diye sordu Egwene. Aes Sedai Loial’a yan yan baktı. “Umarım ulaşırız. Daha önce bulduğumda, dağların diğer yanında, yüksek geçitlerin dibindeydi.”

“O hareketli olduğunu söylüyor,” dedi Mat, başını Loial’a doğru sallayarak. “Ya beklediğin yerde değilse?”

“O zaman bulana kadar ararız. Yeşil Adam ihtiyacı hisseder ve bizimkinden daha büyük ihtiyaç olamaz. Bizim ihtiyacımız dünyanın umududur.”

Dağlar yaklaşırken gerçek Afet de yaklaştı. Daha önce yapraklar siyah sarı lekeli iken, artık onlar izlerken ıslak ıslak dökülüyor, kendi yozlaşmalarının ağırlığı ile parçalanıyordu. Ağaçların kendileri çarpık, sakat şeylerdi, kıvrık dalları işitmeyi reddeden bir güçten merhamet dileniyormuş gibi gökyüzünü pençeliyordu. Çatlak, yarık kabuklarından irin gibi bir sıvı sızıyordu. Artık katı hiçbir yerleri kalmamış gibi, ağaçlar atlar yanlarından geçerken titriyorlardı.

“Bizi yakalamak ister gibi görünüyorlar,” dedi Mat sinirli sinirli. Nynaeve ona çileden çıkmışcasına, horgörü dolu bir bakış fırlattı ve Mat şiddetle ekledi, “Ee, ama öyle görünüyorlar.”

“Ve bazıları istiyor da,” dedi Aes Sedai. Omzunun üzerinden bakan gözleri bir an Lan’inkilerden de sert göründü. “Ama benim olduğum şeyi istemiyorlar, varlığım sizi koruyor.”

Mat, kadın şaka yapmış gibi huzursuzca güldü.

Rand o kadar emin değildi. Hem, burası Afet’ti. Ama ağaçlar kıpırdayamaz. Yapabilse bile, neden bir ağaç bir insanı yakalasın? Hayal görmeye başladık ve Aes Sedai yalnızca tetikte olmamızı istiyor.

Aniden soluna, ormana baktı. Yirmi adım ötedeki o ağaç titremişti ve bunu hayal etmiş falan değildi. Rand ağacın hangi türden olduğunu çıkartamıyordu, öylesine boğum boğum olmuş, öylesine çarpılmıştı. O izlerken ağaç aniden yine kıvrandı, sonra eğilerek yeri dövmeye başladı. Bir şey tiz, delici bir çığlık attı. Ağaç fırlayarak doğruldu; dalları kıvranan, tıslayan, çığlık atan karanlık bir şeye dolandı.

Rand yutkunarak Kızıl’ı ağaçlardan uzaklaştırmaya çalıştı, ama her yan titreyen ağaçlarla doluydu. Herkes aynı şeyi yapmaya çalışırken Rand kendini atlardan sıkı bir düğümün içinde buldu.

“Hareket etmeye devam edin,” diye emretti Lan, kılıcını çekerek. Muhafız’ın üzerinde şimdi çelik sırtlı eldivenler ve gri-yeşil pullu tuniği vardı. “Moiraine Sedai’nin yanında kalın.” Mandarb’ı çevirdi; ağaca ve avına doğru değil, aksi yöne doğru. Renk değiştiren pelerini ile, siyah aygırı gözden kaybolmadan Afet tarafından yutulmuştu bile.

“Yakına,” diye uyardı Moiraine. Beyaz kısrağını yavaşlatmadı, ama diğerlerinin daha yakına sokulmasını işaret etti. “Elinizden geldiğince yaklaşın.”

Muhafız’ın gittiği yönden bir kükreme yükseldi. Havayı dövdü ve ağaçlar kükreme ile titredi ve ses solduğu zaman, yankısı duyulmaya devam etti sanki. Kükreme yine geldi ve bu sefer öfke ve ölüm doluydu.

“Lan,” dedi Nynaeve. “O…”

Korkunç ses sözünü kesti, ama seste yeni bir tını vardı. Korku. Aniden ses kesildi.

“Lan kendi başının çaresine bakabilir,” dedi Moiraine. “Atını sür, Hikmet.”

Muhafız ağaçların arasında belirdi. Kılıcını kendisinden ve atından uzak tutuyordu. Kılıç siyah kanla lekelenmişti ve üzerinde bir duman yükseliyordu. Lan dikkatle kılıcı eyerinden çıkardığı bir beze sildi, her lekeyi çıkardığından emin olmak için çeliğini dikkatle inceledi. Bıraktığı zaman bez parçası yere ulaşamadan ufalandı, parçaları bile çözüldü.

Dev bir beden ağaçların arasından sessizce üstlerine sıçradı. Muhafız Mandarb’ı çevirdi, ama savaş atı çelik naili toynakları ile saldırmaya hazır, şahlanırken Mat’in oku çaktı ve tamamen ağız ve dişlerden oluşmuş gibi görünen kafadaki tek göze saplandı. Yaratık tekmeler savurarak, çığlıklar atarak bir sıçrayış ötelerinde yere düştü. Yanından geçerlerken Rand yaratığa baktı. Her tarafı katı, tüy gibi uzun dikenlerle kaplıydı ve bir ayınınki kadar iri bedenine tuhaf açılarla bağlanmış çok fazla bacağı vardı. Bacaklardan bazıları sırtından çıkıyordu ve yürümeye yaramıyor olmalıydı, ama uçlarındaki parmak uzun– luğundaki tırnaklar ölüm çırpınışları içinde toprağı altüst ediyordu.

“İyi atış, koyun çobanı.” Lan’in gözleri arkalarında ölmekte olan şeyi çoktan unutmuş, ormanı araştırıyordu.

Moiraine, başını iki yana salladı. “Gerçek Kaynak’a dokunan birine bu kadar yaklaşmaması gerekirdi.”

“Agelmar Afet’in hareketlendiğini söyledi,” dedi Lan. “belki Afet de Desen’de yeni bir Ağ’ın oluştuğunu biliyordur.”

“Acele edin.” Moiraine topuklarını Aldieb’in böğrüne gömdü. “Yüksek geçitlerden bir an önce geçmeliyiz.”

Ama kadın konuşurken Afet çevrelerinde yükseldi. Ağaçlar Moiraine’in Gerçek Kaynak’a dokunmasına aldırmadan sallandı, onlara uzandı.

Rand’ın kılıcı elindeydi; onu çektiğini hatırlamıyordu. Tekrar tekrar savurdu, balıkçıl işaretli kılıç çürümüş dalları doğradı. Aç ağaçlar sertçe kıvranan dallarını geri çektiler –Rand çığlık attıklarını duyabildiğini düşündü– ama hep daha fazlası geldi, yılan gibi kıvrıldılar, kollarını, belini, boynunu yakalamaya çalıştılar. Rand dişlerini çıkararak boşluğu aradı ve İki Nehir’in taşlı, inatçı toprağında buldu. “Manetheren!” Boğazı ağrıyana kadar ağaçlara bağırdı. Balıkçıl işaretli çelik güçsüz gün ışığı altında çaktı. “Manetheren! Manetheren!”

Mat üzengilerin üzerinde doğrularak ormana oklar yağırdı, hırlayan, sayısız dişi gıcırdatan ormana, ölümcül, onlara ulaşmak için mücadele eden pençeli şekilleri ısıran oklarla saldırdı. Mat de o anın içinde kaybolmuştu. “Carai an Caldazar!” diye bağırdı oklarını yanağına kadar çekip bırakırken. “Carai an Ellisande! Al Ellisande! Mordero daghain pas duente cuebiyar! Al Ellisande!

Perrin’de sessizce, sert bir yüz ifadesi ile üzengilerinin üzerinde doğrulmuştu. Başa geçmişti; baltası, hangisi önce gelirse, ormanda ve pis etlerin üzerinde yol açıyordu. Çırpınan ağaçlar ve uluyan yaratıklar iri, bakalı adamın önünde kaçıyordu. Islık çalan balta kadar o vahşi, altın rengi gözlerinden de kaçınıyorlardı. Perrin atını adım adım ilerlemeye zorluyordu.

Moiraine’in ellerinden ateş topları akıyor, çarptıkları yerde titreyen bir ağaç meşaleye dönüşüyor, dişli bir şekil çığlık atıyor, insan elleri ile ölene kadar kendi etini pençeliyordu.

Muhafız tekrar tekrar Mandarb’ı ağaçların içine götürdü, kılıcı ve eldivenleri köpüren, dumanlar tüttüren kanla sırılsıklam olmuştu. Artık geri döndüğü zaman zırhında yarıklar, derisinde kanayan çizikler görülüyordu ve savaş atı da sendeliyor, kanıyordu. Her seferinde Aes Sedai durup ellerini yaraların üzerine koyuyordu ve geri çektiği zaman, izsiz derinin üzerinde yalnızca kan lekeleri kalmış oluyordu.

“Yarı-insanlar için işaret ateşleri yakmış kadar oldum,” dedi kadın acı acı. “Devam edin, Devam edin!” Her seferinde yavaş bir tempo ile ilerliyorlardı.