“Hayır!” diye haykırdı Aginor. “Sen alamazsın! Hepsi benim!”
Ne Rand, ne Yalnız kıpırdadı, ama tozun içinde yuvarlanıyormuş gibi mücadele ettiler. Aginor’un artık kurumuş görünmeyen, yaşlı görünmeyen, en iyi yıllarını yaşayan güçlü bir adamın yüzü gibi görünen yüzünde ter damlaları boncuklandı. Rand halatın atışı ile, dünyanın yürek atışı ile bir oldu. Varlığını doldurdu. Işık zihnini doldurdu, ta ki onun benliği için yalnızca tek bir köşe kalana kadar. Rand o köşenin çevresini boşlukla sardı; boşluğun içine sığındı. Uzağa!
“Benim!” diye haykırdı Aginor. “Benim!”
Rand’ın içi ısındı, güneşin sıcaklığı, güneşin parlaklığı, patlayan, korkunç bir ışık, bir Işık parlaklığı ile. Uzağa!
“Benim!” Aginor’un ağzından alevler fışkırdı, gözlerinden ateşten mızraklar gibi fırladı ve o çığlık attı.
Uzağa!
Ve Rand artık tepede değildi. Onu dolduran Işık ile titriyordu. Zihni çalışmıyordu; ışık ve ısı onu kör etmişti. Işık. Boşluğun ortasında, Işık onu körleştirmiş, huşu ile sersemletmişti.
Geniş bir dağ geçidinde duruyordu, Karanlık Varlık’ın dişleri gibi çentikli tepelerle çevrelenmişti. Bu gerçekti; oradaydı. Çizmelerinin altındaki kayaları; yüzündeki buz gibi esintiyi hissetti.
Çevresinde savaş vardı, ya da savaşın kendisine yakın duran ucu. Zırhlı atların üzerindeki zırhlı adamlar, parlak çelikleri tozlanmış, bir ucu sivri baltalarını ve tırpan gibi kılıçlarını savuran Trolloclara saldırıyorlardı. Atları ölmüş bazı adamlar yerde savaşıyordu, binicileri ölmüş atlar boş eyerlerle savaşın içinde koşturuyorlardı. Soluklar hepsinin arasında dolanıyor, siyah binekleri nasıl koşarsa koşsun gece siyahı pelerinleri kıpırdamıyor, ışık yiyen kılıçlarını savurdukları zaman insanlar ölüyordu. Sesler Rand’ın üzerine çullanıyor, onu boğazından yakalayan tuhaflıktan yansıyordu. Çeliğe çarpan çelik, insanların ve çabalayan Trollocların nefesleri ve homurdanmaları, insanların ve ölen Trollocların çığlıkları. Kargaşanın içinde, toz dolu havada sancaklar dalgalanıyordu. Fal Dara’nın Siyah Şahin’i, Shienar’ın Beyaz Geyiği ve başkaları. Ve Trolloc sancakları. Çevresindeki dar alanda Dha’vol’un boynuzlu kafataslarını, Ko’bal’ın kan kırmızı üç çatallı mızrağını, Dhai’mon’un demir yumruğunu gördü.
Ama burası gerçekten de savaşın arka ucuydu, insanlar ve Trolloclar toparlanmak için duraklarken ayrılıyorlardı. Kimse son birkaç darbeyi savurup ayrılırken, sendeleyerek geçidin uçlarına koşarken Rand’a dikkat etmedi.
Rand, kendini yeniden gruplanan, flamaları parlak mızrak uçlarında dalgalanan insanların bulunduğu tarafa bakarken buldu. Yaralı adamlar eyerlerinde sallanıyordu. Binicisiz atlar şahlanıyor, dörtnala koşuyordu. Bir çarpışmaya daha dayanamayacakları açıktı, son saldırıya hazırlandıkları kadar açık. Bazıları şimdi onu görüyordu; insanlar üzengilerde doğrulup ona işaret etti. Bağırışları Rand’a minik düdükler gibi geldi.
Sendeleyerek döndü. Karanlık Varlık’ın güçleri geçidin diğer ucunu doldurmuştu. Shienar ordusunu cüceleştiren Trolloc yığınlarının daha da kararttığı dağ yamaçları siyah kargılarla, mızrak uçları ile dolup taşıyordu. Yüzlerce soluk sürünün önünde at sürüyor, onlar geçerken Trollocların vahşi, hayvansı yüzleri korku ile dönüyor, dev gövdelerini yol açmak için geri çekiyorlardı. Yukarıda, Draghkarlar deri kanatlar üzerinde sarmallar çiziyor, çığlıkları rüzgara meydan okuyordu. İki, üç. Altı tanesi tiz çığlıklar atarak Rand’a doğru daldı.
Rand onlara bakıyordu. İçi ısıyla doldu, dokunduğu güneşin yakıcı sıcaklığıyla. Draghkarları, insanlıkla ilgisi olmayan kanatlı bedenlerin üzerindeki solgun yüzlerinden bakan ruhsuz gözleri açıkça görebiliyordu. Korkunç bir ısı. Çatırdayan sıcaklık.
Berrak gökyüzünden şimşek indi, her darbe kısa ve keskin, gözleri kavuran şimşekler, her darbesi siyah, kanatlı şekillere inen şimşekler. Av çığlıkları ölüm çığlıklarına dönüştü, kömürleşmiş şekiller gökyüzünden düştü, onu yine temiz bıraktı.
Isı. Işık’ın korkunç sıcaklığı.
Rand dizlerinin üzerine çöktü; yanaklarında cızırdayan gözyaşlarını hissedebildiğini düşündü. “Hayır!” gerçekliğe tutunabilmek için otları kavradı; otlar aleve boğuldu. “Lütfen, haaayııııır!”
Sesiyle rüzgar yükseldi, sesiyle uludu, geçit boyunca kükredi, alevleri kırbaçlayarak, bir attan daha hızlı, Rand’dan Trolloclara koşturan bir ateş duvan yarattı. Ateş Trollocları kavurdu ve dağlar çığlıkları ile, rüzgar ve Rand’ın sesi kadar yüksek çığlıklar ile sarsıldı.
“Sona ermeli!”
Yumruğu ile yeri dövdü ve toprak bir gong gibi çınladı. Elleri kayalık zeminde yaralandı ve yeryüzü sarsıldı. Önündeki arazide topraktan dalgalar yayıldı, yükseldi, Trollocların ve Solukların tepesine dikildi, toynaklı ayaklarının altında dağ parçalanırken üstlerinde kırıldı. Trolloc ordusunun üzerinden kaynayan bir et ve moloz yığını geçti. Ayakta kalan hâlâ kuvvetli bir orduydu, ama artık sayıları insan ordusunun iki katı bile değildi ve korku ve kargaşa içinde çalkalanıyordu.
Rüzgar öldü. Çığlıklar öldü. Toprak durdu. Toz ve duman geçitte burgaçlanarak Rand’ı sardı.
“Işık seni kör etsin, Ba’alzamon! Bu sona ermeli!”
BURADA DEĞİL.
Kafatasını titreştiren, Rand’ın düşüncesi değildi.
BEN BU İŞTE YOKUM. EĞER YAPACAKSA, YAPILMASI GEREKENİ YALNIZCA SEÇİLMİŞ OLAN YAPABİLİR.
“Nerede?” Rand söylemek istemiyordu, ama kendini durduramadı. “Nerede?”
Onu çevreleyen pus dağıldı, duman ve toz duvarlarının içinde on kulaç yüksekliğinde temiz, berrak havadan bir kubbe bıraktı. Önünde basamaklar yükseliyordu, her biri tek başına, desteksiz duruyor, güneşi karartan bulanıklığa uzanıyordu.
BURADA DEĞİL.
Sislerin içinden, dünyanın diğer ucundan gelir gibi bir haykırış yükseldi. “Işık bunu buyuruyor!” İnsan güçleri son saldırı için atılırken yer at nalları altında gürledi.
Boşluğun içinde, Rand’ın zihni bir anlığına paniğe kapıldı. Saldıran atlılar tozun içinde onu göremezdi; onu ezip geçeceklerdi. İçinde büyük bir parça sarsılan zemini kayda değmez önemsiz bir şey olarak görmezden geldi. Donuk öfke ayaklarını zorladı, ilk basamakları tırmandı. Sona ermeli!
Çevresini karanlık aldı, mutlak hiçliğin mutlak siyahlığı. Basamaklar hâlâ oradaydı, siyahlığın içinde, ayaklarının altında ve ötesinde asılı duruyordu. Dönüp baktığında arkasındakilerin yok olduğunu, solup çevresindeki hiçliğe dönüştüğünü gördü. Ama halat hâlâ oradaydı, arkasında uzanıyor, parlak çizgi uzakta küçülüyor, yok oluyordu. Önceki kadar kalın değildi, ama hâlâ yürek gibi atıyor, ona güç pompalıyor, yaşam pompalıyor, onu Işık ile dolduruyordu. Rand tırmandı.
Sonsuza dek tırmanmış gibi geldi. Sonsuza dek ve yalnızca birkaç dakika. Zaman hiçliğin içinde donup kaldı. Zaman daha hızlı aktı. Tırmandı, tırmandı ve aniden önünde bir kapı belirdi. Yüzeyi kaba, eski ve kıymık kıymıktı, çok iyi hatırladığı bir kapıydı. Ona dokundu ve kapı patlayarak paramparça oldu. Parçalar düşmeye devam ederken içinden geçti, ahşap parçalan omuzlarından düştü.