Выбрать главу

“Aginor ve Balthamel yüzeye yakın kalmış olmalı.” Moiraine’in sesi bütün bunları çoktan açıklamış, şimdi bir kez daha açıklamak zorunda kalmaya kızıyormuş gibiydi. “Karanlık Varlık’ın zindanındaki yama onları özgür kılmasına yetecek kadar zayıfladı. Terkedilmişlerden daha fazlası serbest kalmadığı için minnettar olmalıyız. Serbest kalsalardı, onları görürdük.”

“Fark etmez,” dedi Rand. “Aginor ve Balthamel öldü, Shai’…”

“Karanlık Varlık,” diye sözünü kesti Aes Sedai. Hasta ya da değil, sesi sert, siyah gözleri emrediciydi. “Ona Karanlık Varlık demeye devam etmek en iyisi. Ya da en azından Ba’alzamon.”

Rand omuzlarını silkti. “Nasıl istersen. Ama o öldü. Karanlık Varlık öldü. Onu ben öldürdüm. Onu şeyle yaktım…” Anılarının kalanı hızla kafasına aktı, ağzı açık kaldı. Tek Güç. Tek Güç’ü kullandım. Hiçbir erkek… Aniden kuruyan dudaklarını yaladı. Bir rüzgar, düşmekte olan yaprakları çevrelerinde uçuşturdu, ama Rand’ın yüreğinden daha soğuk değildi. Üçü birden ona bakıyordu. İzliyordu. Gözlerini bile kırpmadan. Egwene’e uzandı ve bu sefer kız ondan kaçınırken hayal etmediğini biliyordu. “Egwene?” Kız yüzünü çevirdi, Rand elini indirdi.

Kız aniden kollarını boynuna doladı, yüzünü göğsüne gömdü. “Özür dilerim, Rand. Özür dilerim. Umurumda değil. Gerçekten değil.” Omuzları sarsılıyordu. Rand kızın ağladığını düşündü. Beceriksizce saçlarını okşayarak kızın başının üzerinden diğer iki kadına baktı.

“Çark dilediği gibi dokur,” dedi Nynaeve yavaşça, “ama sen hâlâ Emond Meydanı’ndan Rand al’Thor’sun. Ama, Işık bana yardım etsin, Işık hepimize yardım etsin, çok tehlikelisin, Rand.” Rand Hikmet in üzgün, pişman, kaybını çoktan kabul etmiş bakışları altında irkildi.

“Ne oldu?” dedi Moiraine. “Bana her şeyi anlat!”

Ve zorlayan gözleri üzerindeyken, Rand anlattı. Sırtını dönmek, hikayesini kısaltmak, bazı şeyleri kendine saklamak istiyordu, ama Aes Sedai’nin gözleri ondan her şeyi çekip aldı. Kari al’Thor’a, annesine geldiğinde yanaklarında yaşlar akıyordu. Bunu vurguladı. “Annem elindeydi. Annem!” Nynaeve’in yüzünde sempati ve acı vardı, ama Aes Sedai’nin gözleri onu devam etmeye zorldı. Işık kılıcı, siyah kordonun kesilmesi, Ba’alzamon’u yok eden alevler. Egwene’in kollan, onu olan bitenden çekip çıkarmak istermiş gibi gerildi. “Ama ben yapmadım,” diye bitirdi Rand. “Işık… beni itti. Gerçekte ben yapmadım. Bu fark yaratmaz mı?”

“Baştan beri kuşkularını vardı,” dedi Moiraine. “Ama kuşkular kanıt değildir. Sana andacı, parayı verdikten ve o bağı kurduktan sonra, ben ne istersem yapman gerekirdi, ama sen direndin, sorguladın. Bu bana birşeyler anlatıyordu, ama yeteri kadar değil. Manetheren kanı hep inatçı olmuştur, Aemon öldükten, Eldrene’nin kalbi kırıldıktan sonra daha da çok. Bir de Bela vardı.”

“Bela mı?” dedi Rand. Hiçbir şey fark yaratmıyor.

Aes Sedai başını salladı. “Seyrantepe’de Bela’nın yorgunluğunun giderilmesine ihtiyacı yoktu; birisi bunu çoktan yapmıştı. O gece Mandarb’ı geçebilirdi. Bela’nın kimi taşıdığı aklıma gelmeliydi. Peşimizde Trolloclar, tepemizde bir Draghkar varken ve Yarı-insan Işık bilir neredeyken Egwene’in arkada kalmasından ne kadar çok korkmuşsundur. Daha önce hayatında ihtiyaç duymadığın kadar ihtiyaç içindeydin ve onu sana verebilecek tek şeye uzandın. Saidin.”

Rand ürperdi. O kadar üşüyordu ki, parmakları acıyordu. “Bir daha hiç yapmazsam, bir daha ona hiç dokunmazsam, ben…” Söyleyemedi. Çıldırmam. Çevremdeki ülkeleri ve insanları deliye döndürmem. Hâlâ hayattayken çürümem.

“Belki,” dedi Moiraine. “Sana eğitim verebilecek birileri olsa çok daha kolay olurdu, ama muazzam bir iradeyle başarılabilir.”

“Sen bana öğretebilirsin. Kuşkusuz sen…” Aes Sedai başını iki yana sallayınca sustu.

“Bir kedi bir köpeğe ağaca tırmanmasını öğretebilir mi, Rand? Bir balık bir kuşa yüzmesini öğretebilir mi? Ben saidarı biliyorum, ama sana saidin hakkında hiçbir şey öğretemem. Öğretebilecekler üç bin yıl önce öldü. Ama belki sen yeterince inatçısındır. Belki iraden yeterince güçlüdür.”

Egwene doğruldu, elinin tersiyle kızarmış gözlerini sildi. Bir şey söylemeyi çok istiyor gibi görünüyordu, ama ağzını açtığı zaman ses çıkmadı. En azından geri çekilmiyor. En azından çığlık atmadan bana bakabiliyor.

“Diğerleri?” dedi Rand.

“Lan onları mağaraya götürdü,” dedi Nynaeve. “Göz yok oldu, ama havuzun ortasında bir şey var, kristal bir sütun ve ona giden basamaklar. Mat ve Perrin ilk önce seni bulmak istedi –Loial da öyle– ama Moiraine…” Endişe içinde Aes Sedai’ye baktı. Moiraine sakinlik içinde bakışlarına karşılık verdi. “Sen şeyleyken seni rahatsız etmememiz gerektiğini söyledi.”

Rand’ın boğazı öyle daraldı ki, zor nefes alıyordu. Onlar da Egwene gibi yüz çevirecekler mi? Ben bir Solukmuşum gibi çığlıklar atarak kaçışacaklar mı? Moiraine Rand’ın yüzünden çekilen kanı fark etmemiş gibi konuştu.

“Göz’de engin bir Tek Güç miktarı vardı. Efsaneler Çağı’nda bile, yok olmadan o kadar çoğunu yönlendirebilen pek az kişi vardı. Pek az.”

“Onlara söyledin mi?” dedi Rand boğuk sesle. “Herkes biliyorsa…”

“Yalnızca Lan,” dedi Moiraine nazikçe. “O bilmeliydi. Ve ne olduklarına, ne olacaklarına dayanarak Nynaeve ve Egwene. Henüz diğerlerinin bilmesine gerek yok.”

“Neden olmasın?” Boğazındaki hırıltı, sesinin sert çıkmasına sebep oluyordu. “Beni ehlileştireceksin, değil mi? Aes Sedailer Güç kullanan erkeklere böyle yapmaz mı? Kullanamasınlar diye onları değiştirmez mi? Onları güvenli kılmaz mı? Thom, ehlileştirilen erkeklerin, artık yaşamak istemediklerinden öldüklerini söyledi. Neden ehlileştirilmek üzere beni Tar Valon’a götüreceğinden bahsetmiyorsun?”

“Sen ta’verensin,” diye yanıt verdi Moiraine. “Belki henüz Desen’in seninle işi bitmemiştir.”

Rand dik oturdu. “Rüyalarda Ba’alzamon, Tar Valon ve Amyrlin Makamı’nın beni kullanmaya çalışacağını söyledi. İsimler söyledi ve şimdi hatırlıyorum onları. Karanlıkbelası Raolin ve Guaire Amalasan. Taşyay Yurian. Davian. Logain.” En zor sonuncusunu söylemişti. Nynaeve soldu, Egwene inledi, ama Rand öfkeyle devam etti. “Her biri sahte Ejder’di. İnkar etmeye çalışma. Ama ben kullanılmayacağım. Ben yıprandığı zaman çöp yığınına fırlatacağınız bir alet değilim.”

“Bir amaç için yapılan bir alet, o amaç için kullanıldığı zaman alçalmaz.” Moiraine’in sesi Rand’ınki kadar sertti. “Ama Yalanların Babası’na inanan biri kendini alçaltır. Kullanılmayacağını söylüyorsun ve sonra sahibi tarafından bir tavşanın peşine takılmış köpek gibi, Karanlık Varlık’ın yolunu belirlemesine izin veriyorsun.”

Rand yumruklarını sıktı, başını çevirdi. Ba’alzamon’un söylediği şeylere çok benziyordu. “Ben kimsenin köpeği değilim. Beni duyuyor musun? Kimsenin!”

Loial ve diğerleri kemerde belirdi ve Rand, Moiraine’e bakarak ayağa kalktı.

“Desen gerekli kılmadıkça bilmeyecekler,” dedi Aes Sedai.

Sonra dostlan yaklaştı. Her zamanki kadar sert görünen Lan başı çekiyordu, ama bitkin gibiydi. Alnında Nynaeve’in sargılarından biri vardı ve sırtı tutulmuş gibi yürüyordu. Arkasında Loial girift işlemelerle süslenmiş, gümüş oymalı büyük, altın bir sandık taşıyordu. Ogier dışında hiç kimse onu yardım almadan taşıyamazdı. Perrin’in kollarında beyaz kumaşa sarılmış iri bir bohça vardı ve Mat iki elinde çömlek parçasına benzer birşeyler taşıyordu.