Выбрать главу

Yanan evler köyün içine gelişigüzel saçılmış gibiydi. Bir sırada beş eve dokunulmamıştı, bir başka yerde, yıkımın içinde tek bir ev sağlam duruyordu.

Badeçay Suyu’nun öte tarafında, bir grup erkeğin beslediği üç dev Bel Tine ateşi kükrüyordu. Siyah dumandan kalın sütunlar rüzgarla kuzeye bükülüyor, dikkatsiz kıvılcımlar çıkarıyordu. Al’Vere Efendi’nin Dhurran aygırlarından biri Rand’ın seçemediğı bir şeyi Araba Köprüsü’ne ve alevlere doğru sürüklüyordu.

Rand ağaçların arasından çıkmadan yüzü islenmiş Haral Luhhan, kalın parmaklı ellerinden birinde bir oduncu baltası tutarak ona doğru seyirtti. Kaslı demircinin kül lekeli geceliği çizmelerine kadar geliyordu. Göğsündeki öfkeli ve kırmızı bir yanık izi, geceliğindeki yırtıktan görünüyordu. Sedyenin yanında bir dizinin üzerine çöktü. Tam’in gözleri kapalıydı, nefesi sığ ve zorlu çıkıyordu.

“Trolloclar mı, evlat?” diye sordu Luhhan Usta, dumanın boğuklaştırdığı bir sesle. “Burada da. Burada da. Eh, çoğu insanın hakkı olduğundan daha şanslıydık. Tam’in Hikmet’e ihtiyacı var. Işık adına, nerede olabilir? Egwene!”

Kollan, yırtılarak sargıya dönüştürülmüş çarşaflarla dolu bir halde koşmakta olan Egwene yavaşlamadan başını çevirerek baktı. Gözleri çok uzaktaki bir şeye dikilmişti; çevrelerindeki siyah halkalar, gözlerinin olduğundan da iri görünmesine sebep oluyordu. Sonra Rand’ı gördü ve durdu, titrek bir nefes aldı. “Ah, hayır, Rand, baban değil, değil mi? O mu…? Gel, seni Nynaeve’e götüreyim.”

Rand konuşamayacak kadar bitkin ve sersemlemişti. Gece boyunca Emond Meydanı’nı, onun ve Tam’in güvende olacağı bir sığınak olarak görmüştü. Şimdi tek yapabildiği perişan halde kızın duman lekeli elbisesine bakmaktı. Çok önemliymiş gibi tuhaf detaylar fark etti. Elbisesinin sırtındaki düğmeler yanlış iliklenmişti. Ve elleri temizdi. Yanakları is lekeleri ile kaplıyken, ellerinin neden temiz olduğunu merak etti Rand.

Luhhan Efendi ona ne olduğunu anlamış gibiydi. Baltasını millerin üzerine koyan demirci, sedyenin arka tarafını tuttu ve hafifçe iterek Rand’ı Egwene’in arkasından yürümeye zorladı. Rand uykusunda yürür gibi kızın arkasından sendeledi. Kısa bir süre Luhhan Usta’nın, yaratıkların Trolloc olduğunu nasıl anladığını merak etti, ama bu gelip geçen bir düşünceydi. Tam onları tanıyabilmişse, Haral Luhhan’ın tanımaması için sebep yoktu.

“Tüm hikayeler gerçek,” diye mırıldandı.

“Öyle görünüyor, evlat,” dedi demirci. “Öyle görünüyor.”

Rand yarım kulakla dinledi. Egwene’in ince bedenini takip etmeye yoğunlaşmıştı. Kızın acele etmesini dileyecek kadar kendini toplamıştı, ama aslında kız iki adamın yükleri ile gidebildikleri hıza ayak uyduruyordu. Otlak’ın yarısını geçip, Calder evine yöneldi. Evin saz damının kenarlan kararmış, badanalı duvarları isle lekelenmişti. İki yanındaki evlerden yalnızca temeller kalmıştı. İki yanık odun ve kül yığını. Biri değirmencinin kardeşlerinden birinin, Berin Thane’in eviydi. Diğeri Abell Cauthon’undu. Mat’in babası. Bacalar bile devrilmişti.

“Burada bekleyin,” dedi Egwene ve yanıt beklercesine ikisine baktı. Orada öylece durup beklediler. Kız alçak sesle birşeyler mırıldandı, sonra içeriye koştu.

“Mat,” dedi Rand. “Yoksa…”

“Hayatta,” dedi demirci. Sedyenin kendi tarafındaki ucunu bıraktı ve yavaşça doğruldu. “Onu kısa süre önce gördüm. Aramızdan herhangi birinin hayatta kalması bile mucize. Evime, demirhaneme nasıl girdiklerini görsen, içeride altın ve mücevher olduğunu sanırsın. Alsbet kızartma tavası ile içlerinden birinin kafasını kırdı. Bu sabah evimizin küllerine bir baktı, sonra demirhanenin kalıntılarından bulduğu en büyük çekici kaptığı gibi köye avlanmaya gitti. Belki aralarından biri kaçmak yerine saklanmış olabilir diye. Yakalarsa acırım zavallıya.” Calder evine doğru başını salladı. “Calder Hanım ve birkaç başka kişi yaralananlardan evleri yıkılanları aldı. Hikmet Tam’i gördükten sonra ona bir yatak buluruz. Belki handa. Belediye Başkanı çoktan önerdi, ama Nynaeve, yaralıların bir arada olmadıkları zaman daha çabuk iyileşeceklerini söyledi.”

Rand dizlerinin üzerine çöktü. Battaniyeden koşumunu silkeledi ve bitkinlik içinde Tam’in örtülerini kontrol etti. Tam, Rand’ın elleri onu sarstığı zaman bile ne kıpırdadı, ne de ses çıkardı. Ama en azından hâlâ nefes alıyordu. Babam. Diğeri yalnızca ateşten kaynaklanan sayıklamalardı. “Ya geri dönerlerse?” dedi donuk donuk.

“Çark dilediği gibi dokur,” dedi Luhhan Usta huzursuzca. “Geri dönerlerse… Pekala, şimdi yoklar. Bu yüzden parçaları toplayıp yıkılanları yeniden inşa edeceğiz.” İçini çekti, yumruğunu sırtına bastırırken yüzü gevşedi. Rand ilk defa, iriyarı adamın, daha fazla olmasa bile en az kendisi kadar yorgun olduğunu fark etti. Demirci, başını sallayarak köye baktı. “Bugün fazla bir Bel Tine olacağını sanmıyorum. Ama atlatacağız. Hep öyle oldu.” Aniden baltasını aldı, yüzü kararlılık kazandı. “Beni bekleyen işler var. Sen endişelenme, evlat. Hikmet ona iyi bakar. Işık hepimize göz kulak olacak. Ve Işık olmazsa, biz de kendi kendimize göz kulak oluruz. Unutma, biz İki Nehirliyiz.”

Hâlâ dizlerinin üzerinde duran Rand, demirci uzaklaşırken köye ilk kez gerçekten baktı. Luhhan Usta haklı, diye düşündü ve gördüğü şeyler karşısında dinginliğini korumasına şaştı. İnsanlar hâlâ evlerinin yıkıntılarını karıştırıyordu, ama orada bulunduğu kısa zaman içinde bile daha amaçlı hareket etmeye başlamışlardı. Gittikçe büyüyen kararlılığı hissediyor gibiydi. Ama merak ediyordu. Trollocları görmüşlerdi; peki siyah pelerinli atlıyı görmüşler miydi? Nefretini hissetmişler miydi?

Nynaeve ve Egwene Calder evinden çıktı. Rand ayağa fırladı. Aslında, ayağa fırlamaya çalıştı demek daha doğru olurdu, çünkü yerinden fırlar fırlamaz yüz üstü yere düştü.

Hikmet ona tek bir bakış fırlatmadan sedyenin yanında diz çöktü. Yüzü ve elbiseleri Egwene’inkilerden daha kirliydi ve aynı siyah halkalar gözlerini çevrelemişti, ama onun elleri de temizdi. Tam’in yüzüne dokundu, gözkapaklarını açtı. Kaşlarını çatarak örtüleri itti ve sargıyı çekip yaraya baktı. Rand sargının altında ne olduğunu göremeden kumaşı yerine kaydırdı. İçini çekerek, nazik bir dokunuş ile battaniyeyi ve pelerini düzeltti, yatmaya hazırlanan bir çocukmuş gibi Tam’in boynuna kadar çekti.

“Yapabileceğim hiçbir şey yok,” dedi. Doğrulmak için ellerini dizlerine dayamak zorunda kaldı. “Üzgünüm, Rand.”

O eve yönelirken, Rand bir an anlamadan durdu, sonra arkasından koştu, Nynaeve’i çevirdi. “Ölüyor,” diye haykırdı.

“Biliyorum,” dedi Hikmet kısaca. Rand sesindeki kayıtsızlık ile çöktü.

“Birşeyler yapmak zorundasın. Zorunlusun. Sen Hikmet’sin.”

Nynaeve’in yüzü acıyla gerildi, fakat bu yalnızca bir a n sürdü, sonra yine boş gözlü bir kararlılığa büründü. Sesi duygusuz ve katıydı. “Evet, öyleyim. İlaçlarım ile neler yapabildiğimi biliyorum ve ne zaman çok geç olduğunu da bilirim. Elimden gelse birşeyler yapmaz mıydım, sanıyorsun? Ama yapamam. Yapamam, Rand. Ve bana ihtiyacı olan başkaları var. Yardım edebileceğim insanlar.”

“Onu sana elimden geldiğince çabuk getirdim,” diye mırıldandı. Köyü yıkıntılar içinde gördükten sonra bile Hikmet’in umut vereceğini düşünmüştü. O umut da gidince, Rand bomboş kalmıştı.

“Getirdiğini biliyorum,” dedi genç kadın nazikçe. Rand’ın yanağına dokundu. “Bu senin hatan değil. Sen elinden geleni yaptın. Üzgünüm Rand, ama ilgilenmem gereken başkaları var. Korkarım sorunlarımız daha yeni başlıyor.”