Rand evin kapısı kapanana kadar boş boş Hikmet’in arkasından baktı. Aklına genç kadının yardım etmediğinden başka hiçbir şey gelmiyordu.
Egwene ona doğru fırlayıp, kollarını boynuna dolayınca aniden bir adım geriledi. Kızın kucaklaması başka zaman olsa homurdanmasına sebep olacak kadar sıkıydı; fakat o anda tek yaptığı, umutlarının arkasında yok olduğu kapıya sessizce bakmaktı.
“Üzgünüm, Rand,” dedi kız göğsüne doğru. “Işık, keşke yapabileceğim bir şey olsaydı.”
Rand sersem sersem kollarını ona doladı. “Biliyorum. Ben… ben birşeyler yapmalıyım, Egwene. Bilmiyorum, ama onu böyle bırakamam…” Sesi boğuklaştı, kız ona daha sıkı sarıldı.
“Egwene!” Nynaeve’in evin içinden bağırması ile Egwene yerinde sıçradı. “Egwene, sana ihtiyacım var! Ve ellerini yine yıka!”
Kız Rand’ın kollarından sıyrıldı. “Yardımıma ihtiyacı var, Rand.”
“Egwene!”
Kız sırtını dönerken Rand bir hıçkırık duyduğunu sandı. Sonra kız kapıda kayboldu ve Rand sedyenin yanında yalnız kaldı. Bir an, boş bir çaresizlik dışında hiçbir şey hissetmeden Tam’e baktı. Aniden yüzü sertleşti. “Belediye Başkanı ne yapılması gerektiğini bilir,” dedi, bir kez daha milleri alarak. “Belediye Başkanı bilir.” Bran al’Vere ne yapılacağını daima bilirdi. Bitkin bir inatla Badeçay Hanı’na doğru yola koyuldu.
Yanından bir Dhurran aygırı daha geçti. Koşum kayışları, kirli bir battaniyeye sarılmış iri bir şeklin ayak bileklerine bağlanmıştı. Kaba tüylerle kaplı kollar battaniyenin arkasında sürükleniyordu. Battaniyenin bir köşesi sıyrılmış, bir keçi boynuzunu açığa çıkarmıştı. İki Nehir, hikayelerin korkunç bir gerçekliğe döneceği yerlerden değildi. Eğer Trolloclar bir yerlere aitse, bu ancak dışarıdaki dünya olabilirdi, Aes Sedailerin, sahte Ejderlerin ve Işık bilir başka nelerin âşık hikayelerinden hayata döndüğü yerlere. Ama İki Nehir’e değil. Emond Meydanı’na değil.
Rand Otlak’ta ilerlerken, bazıları evlerinin yıkıntıları içinde olan insanlar ona seslenerek, yardım edip edemeyeceklerini sordu. Konuşurken yanında yürüseler bile, onları yalnızca arka plandaki mırıltılar olarak duydu. Hiç düşünmeden yardıma ihtiyacı olmadığını, her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Endişeli bakışlarla yanından ayrıldıklarında ve bazen Nynaeve’i ona göndermek konusunda yorumlar yaptıklarında, buna da pek az dikkat etti. Yalnızca kafasındaki hedefi düşünebiliyordu. Bran al’Vere, Tam’e yardımcı olacak birşeyler yapabilirdi. Bunun ne olabileceğini düşünemiyordu. Ama Belediye Başkanı birşeyler yapabilir, birşeyler düşünürdü.
Han, köyün yarısını ele geçiren yıkımdan neredeyse tamamen kurtulmuştu. Duvarlarında birkaç yanık izi vardı, ama kırmızı kiremitler gün ışığı altında her zamanki kadar parlak duruyordu. Ama Çerçi’nin arabasından kalan tek şey, şimdi yerde duran kömürleşmiş kasaya dayalı demir tekerlek çeperleri idi. Arabanın kanvas örtüsünü yerinde tutan büyük, yuvarlak halkalar çılgın açılarla, her biri bir başka tarafa yatmıştı.
Thom Merrilin bağdaş kurmuş, eski taş temelin üzerinde oturuyor, küçük bir makas ile yamalı pelerininin yanık uçlarını dikkatle kesiyordu. Rand yaklaşırken pelerinini ve makası indirdi. Rand’a, yardım isteyip istemediğini, ihtiyacı olup olmadığını sormadan aşağıya hopladı ve sedyenin arkasını yakaladı.
“İçeri mi? Elbette, elbette. Sen endişelenme, evlat. Sizin Hikmet onunla ilgilenir. Dün geceden beri nasıl çalıştığını izliyorum. Becerikli elleri ve çok yeteneği var. Çok daha kötü olabilirdi. Dün gece ölenler oldu. Çok değil belki, ama benim için bir tane bile çok fazla. İhtiyar Fain öylece ortadan kayboldu ve en kötüsü bu. Trolloclar her şeyi yiyebilir. Baban hâlâ burada ve hayatta olduğu için Işık’a şükretmelisin. Hikmet onu iyileştirebilir.”
Rand zihnindeki sözcükleri sildi –O benim babam!– ve bu sesi, bir sineğin vızıltısından daha fazla dikkat etmediği anlamsız seslere indirgedi. Daha fazla sempatiye ve moralinin düzeltilmeye çalışılmasına dayanamazdı. Şimdi değil. Bran al’Vere, Tam’e nasıl yardım edeceğini söyleyene kadar değil.
Aniden kendini han kapısına çizilmiş bir şeyle karşı karşıya buldu. Kömürleşmiş bir sopayla çizilmiş eğik bir çizgi. Sivri ucu üzerinde duran kömürden bir gözyaşı. O kadar çok şey olmuştu ki, Badeçay Hanı’nın kapısında Ejder Dişi bulmak onu hiç de şaşırtmıyordu. Neden biri hancıyı ve ailesini kötülükle suçlamak istesin, neden hana kötü şans getirmek istesin, anlayamıyordu, ama o gece, onu her şeyin olabileceğine ikna etmişti. Her şey mümkündü. Her şey.
Aşığın itmesiyle kilidi kaldırdı ve içeriye girdi.
Ortak oda, Bran al’Vere dışında boş ve soğuktu, çünkü kimse ateş yakacak zaman bulamamıştı. Belediye Başkanı masaların birinde oturmuş, yüzünde dalgın bir ifade ile kalemini mürekkep şişesine batırıyordu. Gri saçlı kafası bir parşömen kağıdına eğilmişti. Geceliğinin etekleri telaşla pantolonuna tıkılmış, geniş belinin çevresinden sarkıyordu. Çıplak ayaklarından birinin parmaklan ile dalgın dalgın diğer ayağını kaşıyordu. Ayakları, soğuğa rağmen çizme giymeye zahmet etmeden dışarıya çıkmış gibi kirliydi. “Sorun ne?” diye sordu başını kaldırmadan. “Çabuk söyle. Şu an yapıyor olmam gereken iki düzine şey daha var ve bir saat önce bir o kadarını daha bitirmiş olmam gerekiyordu. Bu yüzden pek az zamanım ve sabrım var. Ee? Söyle artık!” “Al’Vere Efendi?” dedi Rand. “Babam.”
Belediye Başkanı hızla başını kaldırdı. “Rand? Tam!” Kalemi attı ve ayağa fırlarken sandalyeyi devirdi. “Belki Işık bizi tamamen terk etmemiştir. İkinizin de öldüğünüzden korkuyordum. Trolloclar gittikten bir saat sonra Bela köye geldi. Ta çiftlikten buraya koşmuş gibi nefes nefeseydi ve sırtı köpüklenmişti. Ben de düşündüm ki… Ama bunun için zaman yok. Onu yukarı götürelim.” Âşığı omuzlayarak sedyenin arkasını tuttu. “Sen git Hikmet’i getir, Merrilin Efendi. Ona acele etmesini söylediğimi ilet, yoksa gelmemesinin nedenini anlayacağımı da söyle. Rahat ol, Tam. Birazdan seni güzel, yumuşak bir yatağa yatıracağız. Yürü, Âşık, yürü!”
Thom Merrilin, Rand konuşamadan kapıda kayboldu. “Nynaeve bir şey yapmadı. Ona yardım edemeyeceğini söyledi. Senin bir şey yapabileceğini biliyordum… umuyordum.”
Al’Vere Efendi Tam’e keskin bir bakış fırlattı, sonra başını iki yana salladı. “Göreceğiz, evlat. Göreceğiz.” Ama sesi eskisi kadar güvenli çıkmıyordu. “Onu yatağa yatıralım. En azından rahat eder.”
Rand ortak odanın arkasından merdivenlere itilmesine izin verdi. Tam’in bir şekilde iyileşeceğinden emin olmak için çaba gösterdi, ama umudu başta bile azdı. Belediye Başkanı’nın yüzündeki ani kuşku onu sarsmıştı.
Hanın ikinci katında, ön tarafta yarım düzine rahat, güzel, Otlak’a bakan, pencereli oda vardı. Çoğu çerçi, Seyrantepe’den ya da Deven Yolu’ndan gelen insanlarca kullanılırlardı, ama senede bir gelen tüccarlar bu kadar rahat odalar bulduklarında şaşırırlardı. Belediye Başkanı, Rand’ı kullanılmayan odalardan birine soktu.
Kuştüyü yorgan ve battaniyeler çabucak geniş yataktan çekildi ve Tam, kalın, kuştüyü şilteye yerleştirildi, başının altına kaz tüyü yastıklar konuldu. Hareket ettirilirken boğuk nefesler dışında ses çıkarmamıştı, tek bir inleme bile, ama Belediye Başkanı Rand’ın endişelerini bir kenara iterek odanın soğuğunu alacak bir ateş yakmasını söyledi. Rand şöminenin yanındaki kutudan odun ve çıra çıkarırken, Bran pencerenin perdelerini açtı, sabah ışığının içeri girmesini sağladı, sonra nazikçe Tam’in yüzünü temizlemeye başladı. Âşık dönene kadar ocaktaki ateş odayı ısıtmaya başlamıştı bile.