Выбрать главу

“Evet, evet,” dedi Moiraine sabırsızca. Pelerinini ve asasını dikkatsizce odadaki tek sandalyenin üzerine atmıştı ve şimdi elbisesinin, kollarını sıyırıyor, dirseklerine kadar açıyordu. “Orada otur. Sen de, Lan.” Belirsizce duvarın önündeki uzun sıraya doğru işaret etti. Gözleri yavaşça Tam’i ayaklarından başına kadar taradı, ama Rand tüyleri ürpererek, bir şekilde onun ötesine baktığını hissetti. İstiyorsanız konuşabilirsiniz,” dedi kadın dalgın dalgın, “ama alçak sesle konuşun. Sen git, al’Vere Efendi. Burası hasta odası, toplantı salonu değil. Rahatsız edilmememi sağla.”

Belediye Başkanı kendi kendine homurdandı, ama elbette kadının dikkatini çekecek kadar yüksek sesle değil. Rand’ın omzunu yine sıktı, sonra gönülsüzce, ama itaatkarca kapıyı arkasından kapattı.

Aes Sedai kendi kendine mırıldanarak yatağın yanında diz çöktü ve uzun zaman ne kıpırdadı, ne de ses çıkardı.

Hikayelerde Aes Sedai mucizeleri, hep ışık çakmaları, gökgürültüleri, yüce güçler ya da başarılara ilişkin başka işaretler eşliğinde gerçekleşirdi. Güç. Zaman Çarkı’nı döndüren Gerçek Kaynak’tan çekilen Tek Güç. Rand, Tam’in Güç’le bir ilişkisinin olduğunu. Güç kullanılırken aynı odada olduğunu düşünmek istemiyordu. Aynı köyde olmak bile yeterince kötüydü. Ama tek görebildiği, Moiraine’in uykuya dalmış olabileceği idi. Fakat Tam’in daha rahat soluk alıp verdiğini duyduğunu sandı. Kadın bir şey yapıyor olmalıydı. O kadar dalmıştı ki, Lan yumuşak sesle konuşunca yerinde sıçradı.

“Taktığın iyi bir silah. Acaba rastlantı eseri çeliğinde de bir balıkçıl olabilir mi?”

Rand bir an, neden bahsettiğini anlamadan Muhafız’a bakakaldı. Aes Sedai ile görüşmenin heyecanı içinde Tam’in kılıcını tamamen unutmuştu. Artık eskisi kadar ağır gelmiyordu. “Evet, var. Aes Sedai ne yapıyor?”

“Böyle bir yerde balıkçıl damgalı bir kılıç bulacağımı düşünmezdim,” dedi Lan.

“Babama ait.” Lan’in, kabzası pelerininin ucundan ancak görülebilen kılıcına baktı; iki kılıç birbirine çok benziyordu, ama Muhafız’ınkinde balıkçıl yoktu. Gözlerini yatağa çevirdi. Tam daha rahat nefes alıyordu, hırıltı yok olmuştu. Bundan emindi. “Uzun zaman önce satın almış.”

“Bir koyun çobanının böyle bir şey satın almış olması çok garip.”

Rand Lan’e yan yan baktı. Bir yabancının kılıcı merak etmesi ilgi çekiciydi. Bunu bir Muhafız’ın yapması… Yine de kendini bir şey söylemek zorunda hissetti. “Bildiğim kadarıyla hiç işine yaramadı. Yaramadığını söyledi. Dün geceye kadar yani. Hâlâ sakladığını bilmiyordum bile.”

“Ona yararsız dedi, öyle mi? Hep böyle düşünmemiş olmalı.” Lan bir parmağı ile Rand’ın belindeki kına kısaca dokundu. “Balıkçılın kılıç ustalığının simgesi olduğu yerler vardır. O kılıç İki Nehir’de bir koyun çobanının eline ulaşana kadar garip yollardan geçmiş olmalı.”

Rand telaffuz edilmemiş soruyu duymazdan geldi. Moiraine hâlâ kıpırdamamıştı. Aes Sedai herhangi bir şey yapıyor muydu? Rand titredi ve kollarını ovaladı, ne yaptığını bilmek istediğinden emin değildi. Bir Aes Sedai.

O sırada aklına bir soru geldi, sormak istemediği, ama bir yanıt almak zorunda olduğu bir soru. “Belediye Başkanı…” Boğazını temizledi ve derin bir nefes aldı. “Belediye Başkanı, köyden geriye herhangi bir şey kalmış olmasının tek sebebinin sen ve o olduğunu söyledi.” Kendini Muhafız’a bakmaya zorladı. “Ormanda bir adamdan bahsedildiğini duysan… sırf bakarak insanları korkutan bir adam… bu sizin için uyarı olur muydu? Atı hiç ses çıkarmayan bir adam. Ve rüzgarın pelerinine dokunmadığı bir adam. Neler olacağını anlar mıydınız? O adamdan haberiniz olsaydı, sen ve Moiraine Sedai bunları durdurabilir miydiniz?”

“Kız kardeşlerimden yarım düzinesi olmadan, hayır,” dedi Moiraine ve Rand irkildi. Kadın hâlâ yatağın yanında diz çökmüş, duruyordu, ama ellerini Tam’in üzerinden çekmiş, yan dönerek sıranın üzerinde oturan ikisine bakıyordu. Sesini çıkarmadı, ama gözleri Rand’ı duvara çiviledi. “Tar Valon’dan ayrılmadan önce burada Trolloclar ve bir Myrddraal bulacağımı bilseydim, yanımda yarım düzine, bir düzine kardeş getirirdim. Enselerinden yakalayıp sürüklemek zorunda kalsam bile. Kendi başıma, bir ay önceden uyarılmış olmak bile pek az fark yaratırdı. Belki hiç. Tek Güç’ü kullanıyor olsa bile, bir kişinin yapabileceği şeyler kısıtlıdır ve dün gece ortalıkta yüzden fazla Trolloc vardı. Koca bir yumruk.”

“Yine de bilmek iyi olurdu,” dedi Lan öfkeli bir sesle. Öfke Rand’a yönelikti. “Onu tam olarak ne zaman ve nerede gördün?”

“Bunun artık önemi yok,” dedi Moiraine. “Oğlanın, suçu olmadığı bir konuda suçlu olduğunu düşünmeye başlamasını istemiyorum. Ben de aynı ölçüde suçluyum. Dün gördüğüm o lanet kuzgun ve hareketleri beni uyarmalıydı. Ve seni de, eski dostum.” Öfkeyle dilini şaplattı. “Kendime kibir derecesinde güveniyordum, Karanlık Varlık’ın dokunuşunun bu kadar yayılmadığından emindim. Ya da bu kadar yoğun olduğundan. O kadar emindim ki…”

Rand gözlerini kırpıştırdı. “Kuzgun mu? Anlamıyorum.”

“Leş yiyiciler.” Lan’in ağzı tiksinti ile büküldü. “Karanlık Varlık’ın hizmetkarları sık sık ölümle beslenen yaratıklar arasında casuslar bulur. Daha çok kuzgunlar ve kargalar. Bazen, şehirlerde sıçanlar.”

Rand’ın bedeni aniden ürperdi. Karanlık Varlık’ın casusu olan kuzgunlar ve kargalar? Artık her yerde kuzgunlar ve kargalar vardı. Karanlık Varlık’ın dokunuşu, demişti Moiraine. Karanlık Varlık hep oradaydı –bunu biliyordu– ama Işık’ta yürümeye çabaladığınız ve ismini telaffuz etmediğiniz sürece size zarar veremezdi. Herkes buna inanır, herkes annesinin sütü ile bunu öğrenirdi. Ama Moiraine’in şimdi söylediği…

Bakışları Tam’e takıldı ve başka her şey aklından çıktı. Babasının yüzündeki kırmızılık fark edilir şekilde azalmıştı ve nefesi neredeyse normale dönmüştü. Lan kolunu tutmasaydı, Rand ayağa fırlayacaktı. “Başardın.”

Moiraine başını iki yana salladı ve içini çekti. “Henüz değil. Umarım yalnızca ‘henüz değil’dir. Trolloc silahları Thakan’dar denilen vadide, Shayol Ghul’ün yamaçlarında dövülür. Bazıları o mekanda kirlenir, metalin içine kötülüğün kiri işler. O kirli kılıçlar yardım edilmezse iyileşmeyen ya da ölümcül ateşler yaratan yaralar açar. İlaçların etki etmediği tuhaf hastalıklar. Babanın acısını dindirdim, ama işaret, kir, hâlâ onunla. Yalnız bırakılırsa yine büyüyecek ve onu tüketecektir.”

“Ama siz onu yalnız bırakmayacaksınız.” Rand’ın sözleri yarı yakarış, yarı emirdi. Bir Aes Sedai ile bu şekilde konuşması karşısında şok geçirdi, ama kadın ses tonunu fark etmemiş gibiydi.

“Bırakmayacağım,” diye onayladı yalnızca. “Çok yorgunum, Rand, ve dün geceden beri dinlenme fırsatım olmadı. Normalde fark etmezdi, ama bu türden bir yara için… Bu” –kesesinden küçük, beyaz bir ipek bohça çıkardı– “bir angreal’dir.” Rand’ın yüzündeki ifadeyi gördü. “Demek angreallerden haberin var. Güzel.”

Rand bilinçsizce arkasına yaslandı, ondan ve elindeki şeyden uzaklaştı. Birkaç hikaye, angreallerden, Aes Sedailerin en büyük mucizelerini yaratırken kullandığı, Efsaneler Çağı’ndan kalma andaçlardan bahsediyordu. Kadının pürüzsüz, fildişi bir figür çıkardığını görünce irkildi. Şekil, çağların etkisi ile kararmıştı. Aes Sedai’nin elinden daha uzun olmayan, akıcı cüppeler içinde, uzun saçları omuzlarına dökülen bir kadın biblosuydu.