Tam’e olan biten her şeyi anlattı, ya da en azından çoğunu. Tam dikkatle dinledi ve keskin sorular sordu, öyle ki, kendini, ormandan çiftlik evine dönmelerini anlatırken buldu ve bu da öldürdüğü Trolloc konusunu açtı. Ona Hikmet yerine Aes Sedai’nin bakmasını açıklayabilmek için Nynaeve’in nasıl Tam’in öleceğini söylediğini anlatmak zorunda kaldı. Bunu duyunca Tam’in gözleri irileşti, Emond Meydanı’nda bir Aes Sedai. Fakat Rand, çiftlikten buraya yaptıkları yolculuğun her adımını, korkularını, yoldaki Myrddraal’i anlatma gereği hissetmedi. Ve kuşkusuz yatağın yanında uyurken gördüğü kabuslardan da hiç bahsetmedi. Özellikle de Tam’in ateş içinde kıvranırken sayıkladıklarını anlatmak için sebep görmedi. Henüz değil. Ama Moiraine’in hikayesi: bundan kaçınması olanaksızdı.
“İşte bu, bir âşığı bile gururlandıracak bir hikaye,” diye mırıldandı Tam, Rand lafını bitirdiği zaman. “Trolloclar siz delikanlılardan ne istiyor olabilir? Ya da Karanlık Varlık, Işık bize yardım etsin?”
“Sence yalan mı söylüyor? Al’Vere Efendi, saldırıya uğrayan iki çiftlik konusunda doğruyu söylediğini anlattı. Ve Luhhan Usta’nın ve Cauthon Efendi’nin evleri hakkında.”
Tam bir an sessiz kaldı. Sonra konuştu: “Ne söylediğini söyle bana. Tam olarak onun sözcükleriyle, onun söylediği gibi.”
Rand çabaladı. Kim işittiği sözcükleri tam olarak hatırlardı ki? Dudağını çiğnedi, başını kaşıdı ve azar azar, hatırlayabildiği kadarıyla söyledi. “Aklıma başka bir şey gelmiyor,” diye bitirdi. “Bazılarını biraz farklı söylemediğinden o kadar emin değilim, ama yakın.”
“Bu yeterli. Öyle olmalı, değil mi? Görüyorsun, evlat, Aes Sedailer ile uğraşmak zordur. Yalan söylemezler, ama bir Aes Sedai’nin söylediği gerçek, her zaman senin düşündüğün gerçek değildir. Onun çevresindeyken dikkat et.”
“Hikayeleri ben de duydum,” diye terslendi Rand. “Ben çocuk değilim.”
“Elbette değilsin, elbette değilsin.” Tam derin bir iç çekti, sonra sıkıntı içinde omuzlarını silkti. “Yine de, benim de seninle gelmem gerekiyor. İki Nehir’in dışında dünya Emond Meydanı’na benzemez.” Bu Tam’e dışarıya gitmek ve başka şeyler hakkında soru sormak için bir fırsat veriyordu, ama Rand bu fırsatı kullanmadı. Bunun yerine ağzı açık kaldı. “Bu kadar mı? Beni vazgeçirmeye çalışacağını sanmıştım. Gitmemem için yüz farklı sebep bulacağını sanmıştım.” Tam’in, yüz sebep, hem de iyi sebepler söylemesini umduğunu fark etti.
“Belki yüz tane değil,” dedi Tam hoşnutsuzlukla, “ama aklıma birkaç tane geldi. Yine de hiçbiri çok önemli değil. Eğer peşinde Trolloclar varsa, Tar Valon’da, burada olacağından daha fazla güvende olursun. Ama ihtiyatlı davranmayı unutma. Aes Sedailer kendi sebeplerine göre hareket ederler ve bunlar her zaman senin düşündüğün sebepler değildir.”
“Âşık da böyle bir şey söylemişti,” dedi Rand yavaşça.
“Demek neden bahsettiğini biliyormuş. Dikkatle dinle, çok düşün ve diline hakim ol. Bu, İki Nehir’in ötesindeki her konu için iyi bir tavsiyedir, ama özellikle Aes Sedailer ile birlikteysen iyidir. Ve Muhafızlar ile. Lan’e bir şey söyle, Moiraine’e söylemiş kadar olursun. Eğer o bir Muhafız ise, bu sabah güneşin doğduğu kadar kesin bir biçimde kadına bağlıdır ve ondan hiçbir sır saklamaz.”
Dinlediği Muhafız hikayelerinde büyük rol oynasa da, Rand, Aes Sedailer ve Muhafızlar arasındaki bağlar konusunda pek az şey biliyordu. Güç ile ilgili bir şeydi, Muhafız’a bir armağan ya da belki bir tür değiştokuş. Hikayelere göre Muhafızlar pek çok şeyden faydalanıyordu. Başka insanlardan daha kolay iyileşiyorlardı ve yemek, su ve uyku olmadan daha fazla dayanıyorlardı. Yeterince yakındalarsa, Trollocları ve Karanlık Varlık’ın diğer yaratıklarını hissettikleri varsayılıyordu ve bu, Lan ile Moiraine’in saldırıdan önce köyü uyarmaya çalışmalarını açıklıyordu. Hikayeler Aes Sedai’nin bunun karşılığında ne aldığı konusunda bir şey söylemiyordu, ama Rand bir şey almadıklarına inanacak değildi.
“Dikkatli olurum,” dedi Rand. “Ama neden olduğunu bilseydim keşke. Hiç mantıklı gelmiyor. Neden ben? Neden biz?”
“Ben de bilmek isterdim, evlat. Kan ve küller, keşke bilseydim.” Tam derin derin iç çekti. “Eh, kırık yumurtayı kabuğuna geri koymaya çalışmanın alemi yok, sanırım. Ne zaman gitmeniz gerekiyor? Bir iki gün içinde ayağa kalkarım ve yeni bir sürü oluşturmanın yoluna bakarız. Bütün otlakları yok olmuşken, Oren Dautry’nin vermeye razı olacağı iyi bir sürüsü var. Jon Thane’in de öyle.”
“Moiraine… Aes Sedai yatakta kalman gerektiğini söyledi. Haftalarca,” dedi Rand. Tam ağzını açtı, ama sözüne devam etti. “Ve al’Vere Hanım ile konuştu.”
“Ah. Pekala, belki Marin’i ikna edebilirim.” Ama Tam’in sesi umutlu çıkmamıştı. Rand’a öfkeli bir bakış fırlattı. “Yanıt vermekten kaçınman kısa sürede ayrılman gerektiğini gösteriyor. Yarın mı? Yoksa bu gece mi?”
“Bu gece,” dedi Rand sessizce ve Tam hüzünle başını salladı.
“Evet. Pekala, eğer yapılması gerekiyorsa, gecikmemek en iyisi. Ama bu ‘haftalar’ meselesini göreceğiz.” Güçten çok, sinirle battaniyelerini çekiştirdi. “Belki yine de birkaç gün içinde sizi takip edebilirim. Sizi yolda yakalarım. Bakalım ben kalkmak isterken Marin beni yatakta tutabilecek mi.”
Kapı çalındı ve Lan’in kafası belirdi. “Çabuk veda et, koyun çobanı, ve gel. Sorun çıkabilir.”
“Sorun mu?” dedi Rand ve Muhafız ona sabırsızca gürledi.
“Acele et!”
Rand telaşla pelerinini kaptı. Kılıç kemerini çözecek oldu, ama Tam sesini yükseltti.
“Sende kalsın. Muhtemelen ona benden daha çok ihtiyacın olacak. Ama Işık izin verirse, ikimizin de olmaz. Kendine dikkat et, evlat. Duydun mu?”
Rand, Lan’in homurdanmalarını duymazdan gelerek eğilip Tam’i kucakladı. “Geri döneceğim. Söz veriyorum.”
“Elbette döneceksin.” Tam bir kahkaha attı. Kucaklamaya zayıfça karşılık verdi ve Rand’ın sırtını okşayarak bitirdi. “Bunu biliyorum. Ve sen döndüğünde bakman gereken iki kat fazla koyun olacak. Şimdi, o adam kendini yaralamadan git.”
Rand oyalanmaya çalıştı, sormak istemediği soru için sözcükler aradı, ama Lan odaya daldı, kolunu yakaladı ve onu koridora çekti. Muhafız, birbirinin üstüne binen metal pullardan, donuk gri-yeşil bir tunik giymişti. Sesi sinirle gıcırdıyordu.
“Acele etmek zorundayız. Sorun sözcüğünü anlamıyor musun?”
Odanın dışında, pelerinli, ceketli, yayını taşıyan Mat bekliyordu. Belinde bir sadak asılıydı. Endişeyle topuklarının üzerinde sallanıyor, hem sabır hem korkuyla merdivene doğru bakıyordu. “Bu pek hikayelerdeki gibi değil, değil mi, Rand?” dedi boğuk sesle.
“Ne tür bir sorun?” diye sordu Rand, ama Muhafız yanıt vermek yerine ileriye koştu ve basamakları ikişer ikişer inmeye başladı. Mat takip etmesi için Rand’a işaret ederek arkasından fırladı.
Rand pelerinini giydi ve onları aşağıda yakaladı. Salonu yalnızca zayıf bir ışık dolduruyordu; mumların yarısı tükenmiş, geri kalanı da tükenmek üzereydi. Üçü dışında boştu. Mat ön pencerelerin birinde duruyor, görülmemeye çalışarak dışarıya bakıyordu. Lan kapıyı aralamış, han avlusuna bakıyordu.
Neyi izlediklerini merak eden Rand onlara katılmaya gitti. Muhafız dikkat etmesini mırıldandı, ama Rand’ın da görebilmesi için kapıyı azıcık daha araladı.
Başta ne gördüğünden emin olamadı. Köylü erkeklerden bir grup, yaklaşık üç düzinesi, Çerçinin arabasının yanmış kabuğunun yakınında toplanmıştı. Taşıdıkları meşaleler geceyi uzak tutuyordu. Moiraine sırtını hana vermiş, görünürde kayıtsızca yürüyüş asasına dayanmış, onlara bakıyordu. Hari Coplin, kardeşi Darl ve Bili Congar ile birlikte kalabalığın önünde duruyordu. Cenn Buie de oradaydı ve huzursuz görünüyordu. Rand, Hari’nin Moiraine’e yumruğunu salladığını görünce irkildi.