Выбрать главу

“Manetheren’in erkekleri çok uzaktaydı, Kan Meydanı da denen Bekker Meydanı’nda, ve bir Trolloc ordusunun evlerine doğru yürüdüğünü haber aldılar. Ülkelerinin ölümünü duymak için beklemek dışında hiçbir şey yapamayacak kadar uzaktaydılar, çünkü Karanlık Varlık’ın güçleri onların sonunu getirmeye kararlıydı. Yüce meşeyi köklerinden keserek öldüreceklerdi. Yas tutmak dışında hiçbir şey yapamayacak kadar uzaktaydılar. Ama onlar Dağ Yuvası’nın adamlarıydı.

“Tereddüt etmeden, aşmaları gereken mesafeyi düşünmeden, hâlâ ter ve kanla kaplı, zafer meydanından yürüyüşe geçtiler. Gece gündüz yürüdüler, çünkü bir Trolloc ordusunun arkasında bıraktığı dehşeti görmüşlerdi ve böyle bir tehlike, Manetheren’i tehdit ederken aralarında hiçbir erkek uyuyamazdı. Ayakları kanatlanmış gibi yürüdüler, dostlarının umduğundan, düşmanlarının korktuğundan daha hızla, daha uzağa yürüdüler. Başka bir gün olsa, yürüyüşleri şarkılara ilham verirdi. Karanlık Varlık’ın orduları Manetheren toprakları üzerine çöktüğünde, Dağ Yuvası’nın adamları, sırtlarını Tarendrelle’e vermiş, önünde duruyordu.”

Bazı köylüler bir tezahürat kopardı, ama Moiraine duymamış gibi devam etti. “Manetherenlilerin karşısındaki düşman en cesur yüreği bile yıldırmaya yeterdi. Kuzgunlar gökyüzünü, Trolloclar toprağı karartmıştı. Trolloclar ve insan müttefikleri. On binlerce, yüz binlerce Trolloc ve Karanlıkdostu ve onları yönetecek Dehşetlordları. Geceleyin ateşleri göklerdeki yıldızlardan fazlaydı ve şafak başlarında Ba’alzamon’un sancağını gördü. Ba’alzamon, Karanlığın Yüreği. Yalanların Babası için kadim bir isimdir. Karanlık Varlık, Shayol Ghul’deki zindanından kurtulmuş olamazdı, çünkü o zaman, insanoğlunun tüm güçleri bile ona karşı duramazdı, ama orada güç vardı. Dehşetlordları ve o ışık yok eden sancağı gerçek gösteren, onu gören tüm insanların ruhlarını donduran bazı kötülükler.

“Yine de, ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Evleri ırmağın karşısındaydı. O orduyu ve yanındaki gücü Dağ Yuvası’ndan uzak tutmalıydılar. Aemon, haberciler gönderdi, Tarendrelle’de üç gün daha dayanırlarsa yardım yetişeceği vaat edildi. Onları daha ilk saatte altedecek güçlere karşı tutunmak. Ama yine de bir şekilde, kanlı saldırılar ve ümitsiz savunmalarla bir saat tutundular, sonra iki saat, sonra üç. Üç gün boyunca savaştılar ve toprak, bir kasabın avlusuna dönse de, Tarendrelle üzerindeki hiçbir geçidi vermediler. Üçüncü gece hiçbir yardım, hiçbir haberci gelmemişti ve yalnız savaşıyorlardı. Altı gün. Dokuz. Onuncu gün, Aemon ihanetin acısını tatmıştı. Yardım gelmiyordu ve artık ırmak geçidini tutamıyorlardı.”

“Ne yaptılar?” diye sordu Hari. Meşaleler soğuk gece rüzgarı ile titreşiyordu, ama kimse pelerinine daha sıkı sarınmak için kıpırdamadı.

“Aemon, Tarendrelle’i aştı,” dedi Moiraine, “köprüleri arkasından yıktı. Ve tüm ülkesine, halkın kaçması için haber yolladı, çünkü Trolloc sürüsünün yanındaki güçlerin, onları ırmağın karşısına geçirecek bir yol bulacağını biliyordu. Haber yayılırken Trolloclar geçmeye başladılar ve Manetheren askerleri, halklarının kaçması için gereken saatleri kanları ile ödemek için, yeniden savaşmaya girişti. Manetheren şehrinde, Eldrene halkının en derin ormanlara, dağların yükseklerine kaçmalarını organize etti.

“Ama bazıları kaçmadı. İlk önce damla damla, sonra nehir, sonra seller gibi, bazı erkekler güvenliğe değil, ülkeleri için savaşan orduya katılmaya gitti. Yayları ile çobanlar, yabalan ile çiftçiler, baltaları ile oduncular. Kadınlar da, bulabildikleri silahları omuzladılar ve erkekleri ile yan yana yürüdüler. Kimse, o yolculuğu asla dönmeyeceklerini bilmeden yapmadı. Ama bu onların ülkesiydi. Babalarının ülkesi olmuştu ve çocuklarının ülkesi olacaktı ve bunun bedelini ödemeye gittiler. Kanla ıslanmadan tek bir karış toprak verilmedi, ama sonunda Manetheren ordusu buraya sürüldü, sizin Emond Meydanı dediğiniz bu yere. Ve burada Trolloc orduları onları çevreledi.”

Sesi, soğuk gözyaşlarının sesini taşıyordu. “Trolloc leşlerinin ve insan kaçakların cesetleri yığıldı, ama o leş yığınlarının üzerinden aşan ölüm dalgalarının sonu gelmiyordu. Ancak bir son olabilirdi. O günün şafağında Kızıl Kartal sancağının altında duran hiçbir insan, gece çöktüğünde hayatta değildi. Kınlamayan kılıç paramparça edilmişti.

“Puslu Dağlar’da, boş Manetheren şehrinde, Eldrene, Aemon’un öldüğünü hissetti ve onunla beraber yüreği de öldü. Ve yüreğinin olduğu yerde, yalnızca intikam susuzluğu kaldı, aşkının intikamı, halkının ve ülkesinin intikamı. Acısının gücüyle Gerçek Kaynak’a uzandı ve Tek Güç’ü Trolloc ordusunun üzerine fırlattı. Ve Dehşetlordları orada, durdukları yerde, gizli toplantılarında ya da askerlerine kumanda ederken öldüler. Bir nefes alımı kadar sürede, Dehşetlordları ve Karanlık Varlık’ın ordularının generalleri alev aldılar. Alev, bedenlerini kavurdu, dehşet, daha yeni muzaffer olmuş ordularını tüketti.

“Artık orman yangınından kaçan hayvanlar gibi kaçıyorlardı, akıllarında, kaçmaktan başka düşünce yoktu. Kuzeye ve güneye kaçtılar. Binlercesi Dehşetlordlarının yardımı olmadan Tarendrelle’i geçmeye çalışırken öldü ve Manetherendrelle’de takip edilme korkusu ile arkalarından köprüleri yıktılar. İnsan buldukları yerlerde öldürüp yaktılar, ama hepsi de, kaçma güdüsüne tutsak olmuşlardı. Ta ki, sonunda, Manetheren topraklarında tek bir tanesi bile kalmayana kadar. Fırtınanın önündeki tozlar gibi dağıldılar. Son intikam daha yavaş geldi, ama geldi ve diğer halklar, diğer ülkelerin orduları tarafından avlandılar. Aemon Meydanı’ndan katliam yapanlardan hiçbiri kalmadı.

“Ama Manetheren için bedel çok yüksekti. Eldrene Tek Güç’ten, içine, bir insanın yardım almadan kullanamayacağı kadar çok çekmişti. Düşman generalleri ölürken o da öldü ve onu yok eden alevler, boş Manetheren şehrini de yok etti, hattâ taşları bile. Dağlardaki, yaşayan kayalara kadar. Ama halk kurtulmuştu.

“Çiftliklerinden, köylerinden, büyük şehirlerinden hiçbir şey kalmamıştı. Bazıları onlar için hiçbir şeyin kalmadığını söylerdi, her şeye baştan başlayabilecekleri diğer ülkelere kaçmak dışında hiçbir şey. Ama onlar bunu söylemediler. Kanlarıyla ve umutları ile, ülkeleri için daha önce ödenmediği kadar büyük bir bedel ödemişlerdi ve şimdi bu topraklara çelikten de güçlü bağlarla bağlıydılar. Gelecek yıllarda başka savaşlar da onları perişan edecekti, ta ki dünyanın o köşesi unutulana kadar. Sonunda onlar savaşları ve savaşmayı unutana kadar. Manetheren bir daha yükselmedi. Yüksek kuleleri, gür çeşmeleri insanların zihinlerinde bir rüya gibi yavaş yavaş soldu. Ama onlar, onların çocukları, onların çocuklarının çocukları kendilerine ait olan toprakları bırakmadılar. Uzun yüzyıllar, nedenleri zihinlerden silinse de, onlar kaldılar. Ta ki bugünlere, sizlere kadar. Ağla, Manetheren. Sonsuza dek kaybolanlar için ağla.”

Moiraine’in asasındaki ateşler söndü, Aes Sedai sanki yüz kilo çekermişcesine onu yanına indirdi. Uzun dakikalar boyunca işitilebilen tek ses, rüzgarın inlemesi oldu. Sonra Paet al’Caar Coplinleri omuzlayıp geçti.

“Hikayenizi bilmem,” dedi uzun çeneli çiftçi. “Ben Karanlık Varlık’ın ayağındaki diken değilim, ne de olacak gibi biriyim. Ama benim Wil sizin sayenizde yürüyor ve bu yüzden burada olmaktan utanıyorum. Beni affedebilir misiniz, bilmiyorum, ama etseniz de, etmeseniz de, ben gidiyorum. Ve bana kalırsa, Emond Meydanı’nda dilediğiniz kadar kalabilirsiniz.”